Kent kavramı üzerine pek çok tanıma rastlamak mümkün. Bakış açısı değiştikçe kent tanımı da değişir. Sosyologların, tarihçilerin, şehir plancılarının, iktisatçıların, antropologların, edebiyatçıların her bir disiplinin kendi kavrayışı üzerine oluşturduğu kent kavramı vardır. Ünlü kentbilimci Lewis Mumford, “Kentlerin Kültürü” adlı yapıtında, “Kent, bir topluluğun kültürünün ve erkinin yoğunlaştığı yer, zamanın bir ürünü, birikimidir” der. Buradan hareketle kentlerimizin şu an bize sundukları ve gelecekte sunacaklarını öğrenmek istemek her bireyin hakkıdır. Hele söz konusu kent yaşamı olduğunda.
Doğal dünya her zaman değişim içinde olmuştur ama geçen yüzyıla dek değişimler doğanın kendi yarattığı enerjinin sonucu olarak ortaya çıkardı. Oysa günümüzde öyle mi? Artık yirmi ve yeni yeni girdiğimiz yirmibirinci yüzyılda insanın giderek daha belirleyici olan müdahalesi bu enerjiye eklendi. Ne yazık ki insanın sergilediği ruh hali birleşme ve bütünleşmeye değil, yağmalamaya yöneldi.
Bütün gün çalışan hızarların, kulakları tırmalayan şarkısından başka ses duymuyoruz artık. Önce koskoca ağaçlar gürleyerek düştükleri toprağı titretiyorlar. Ağaçlar beşer onar dakika arayla boğuk davullar gibi ses çıkararak yere iniyor. Sonra hızarların dertli sesi duyuluyor. Arkasından dev ağaçların vücudu uzunlamasına kesiliyor. Boğuk davul seslerini, vahşi bir kemanın haykıran madeni sesi izliyor. Sanki tanrılar gelecek. Bu vahşete son verecekler. Çevremi mitolojik güçte bir hava kaplamıştır. Sırlar ötesi bir dünyadan yardım isterim. Sonsuz ağaçlar bir bir yok oluyordur, ölüyordur. O güne kadar duymadığım sesleri, can çekişen ağaçların dertli ağlamalarını ürpererek duyarım.
Aklıma Küçük İskender’in şu sözleri geldi. “Artık her gün tecavüze uğruyoruz…günlük faşizmin kurbanlarıyız…irademiz dışında gelen, dayatılan gündemler, içimizden gelen kurguları yapmamıza izin vermiyor…”
Artık sürekli kirletilmekteyiz. Gittikçe daha çok kirlendiğimi algılıyorum. Okuduklarım hiç de güzel haberler vermiyorlar. Şöyle ki,
Marmaray Projesi kapsamından tren hatlarında yapılan yenileme çalışmaları ağaç kıyımına yol açtı.
Kadıköy-Maltepe-Kartal-Pendik hattındaki çalışmalar nedeniyle çoğu yirmi yaşın üstünde, bir kısmı Koruma Kurulu tarafından tescillenmiş yüzlerce ağaç vatandaşların tüm çabalarına karşın kesildi.
Yine Maltepe’de onlarca yıllık çam ağaçları aynı nedenle kesildi. Avrupa Yakası’nda Florya tren istasyonunun çevresindeki yüzün üzerinde ağaç yok edildi.
Daha da bitmedi.
Gezi olaylarında, ODTÜ ormanlarının katlinde, üçüncü havaalanı ve yolu yapımında milyonlarca ağaç katledildi.
Isparta’nın Sütçüler ilçesi sınırlarında Yukarı Köprüçay Havzası’nda yapımı sürdürülen Kasımlar Barajı ve HES projesinin suları altında kalacak olan karayolunun yerine yapılan yeni yol için binlerce çam ve meşe ağacı kesildi. Bir süre daha devam edeceği öğrenilen yol çalışmalarının yanısıra baraj gölü alanında kalacak olan orman arazisindeki binlerce ağacın daha kesilmesi planlanıyor. Ağaç kıyımından en çok etkilenen alanlardan biri olan Darıbükü köyü bitişiğindeki çam ormanının büyük bölümü yok oldu. Liste uzayıp gidiyor.
İnşaat: Büyük şehirlerde yaşıyorsanız çevrenizde her zaman görebileceğiniz, birisi bitip diğeri başlayan ve asla sona ermeyecek, bitmeyecek, tükenmeyecek bir yapı sektörünü içeriyor. Örgütsüz, gelişigüzel, doğayı katlederek insan doğasına aykırı yükselen bu yapılarla üzerimize kurulan bir baskı unsuru teşkil ediyor. “Hizmet” adı altında yürütülen projeler artık insanlar ve topluma karşı bir tehdit unsuru oluşturmaya başladı. Kente ve halka karşı yürütülen bir saldırı.
Çarpık kentleşme: Kentlerin nüfus patlaması sonucunda, plansız ve denetimsiz olarak, gelişigüzel, altyapısız, her türlü kaygıdan uzak bir şekilde merkezden dışa doğru adeta bir ur gibi büyümesi. İnsanca yaşamaya olanak vermeyen, kentin kuşatılmışlığı. Kentin mevcut dokusunun tahribi. Tarihsel ve kültürel ve doğal değerlerinin tahribi. Sonuç, kentlerin ölümü, insanların mutsuzluğu, toplumun düzensizliği.
Tek çıkış yolu, bilimsel yöntemlere dayalı planlama disiplinlinden ve kentliyle, uzman kuruluşlarla paylaşılan katılımcı, akılcı, şeffaf projelerden geçiyor. Çünkü çevre kirlenmesi, dünyanın pislenmesi, yanı sıra, bizim içimizde de bir kirlenmeye yol açıyor. Bir ağaç, nadasa bırakılmış bir parça toprak, zehirlenmemiş her nehir, her kent doğanın insanın bir organı olduğunu, insanın bu organlar olmadan yaşayamayacağını anlamamız için ne yazık ki yetersiz kalıyor.
Ben dünyayım ama minicik bir dünya… Tıpkı sizler gibi, hepimiz küçücük dünyalarız. Ağaç dallarının ve yapraklarının kımıltılarını seçebiliyorum. Yaşam hemen onların dibinde akıp gidiyor. Kıpırdayan dudaklar gibi, yapraklar bana sesleniyor. Şimdi sokağa fırlamak, insanları kucaklamak, yaşamın büyük bir talih olduğunu ve yaşamı sevdiğimi haykırmak isteğiyle dolup taşıyorum. Güzel bir müzik beliriyor içimde.
Biliyor musunuz, ben bir yaprağı hissetmeyi öğrendim. Bilmiyordum. Büyük bir sabırla, ağacın bir yaprağını parmaklarımda hissetmeyi bana öğreten, yıllarım oldu. Öğrenmek için zaman ayırdım, böyle bir alışkanlığım daha önceleri yoktu. Şimdi yaprakları okşamak hoşuma gidiyor. Dümdüz olan yukarı kısmında parmaklar kayıyor, tüylü alt kısmını ve yaprağın damarları olan iplikçikleri hissediyorum. Her dalın diğerinden ayrı özelliği olduğunu, her yaprağın sonsuz stillerde birbiri ile yarış ettiğini artık anlıyorum.
Dışarıda yağmurla dans eden yaprakları kıskanmaz mısınız? Ya ağaçları? Her birinin sevimliliği ve yağmurdan sonraki güzel kokusunu siz de içinizde hissetmez misiniz? Bin yıl önce rüzgârların tohumunu ektiği ağaçlar, içinde yaşadığım doğanın dev eserleridir.
Ben size bir şiir yazmak istiyorum, binlerce, yaprağı solmuş küskün bir ağaç için. Ben bir ağacım, çok yalnızım. Şimdi yanımda ne başka narin ağaçlar, ne yedi yapraklı bozkır otları, ne kimi zaman şeytana ve insana benzeyen lüle lüle karanlık kayalar, ne de gökte kıvrım kıvrım bulutlar var. Bir yer, bir gök, bir ben, bir de ufuk çizgisi… Ama hikâyem daha karışık. Bir kentin sakinlerinin ve ağaçlarının toprakla, rüzgârla, yağmurla, fırtınayla, kasırgayla, güneşle, bulutlarla, sisle, geceyle, yıldızlarla olan ilişkisinden söz etmek istiyorum. Size ağaçlar adına onların acılarının, sevinçlerinin, sevdalarının, korkularının, doğumlarının ve ölümlerinin müziğini çalmak istiyorum. Her ağacın bize bir armağan olduğunu size nasıl anlatabilirim? Her birine yaşamımızı borçlu olduğumuzu size anlatabilsem! Bizim yaşamımızı sürdürmek için, bizim için nefes aldıklarını, nefes verdiklerini, durmaksızın bizler için çalıştıklarını size nasıl anlatabilirim? Hava için, su için, toprak için, hayatı beslemek adına onların yanı başımızda olduklarını nasıl anlatsam? Hayatı dönüştüren, döngüyü sağlayan ağaçlar. İnşa eden, koruyan, barındıran ağaçlar. Sürekli hayat veren, sürekli dönüşüm, gelişim halinde olan ağaçlar. Tohumları, meyveleri, yaprakları, gövdeleri, kökleri, kabukları ile bize paha biçilmez hediyeler sunan yine onlar. Her biri olağanüstü güzellikte, çeşitlilikte. İşte şimdi biz, her zamankinden daha fazla, onlara gereksinmekteyiz. Onlara özen göstermeye, korumaya, fidanlarını yetiştirmeye ve kollamaya, en yaşlılarına saygı göstermeye, ağaç dikmeye her zamankinden daha fazla gereğimiz var. Evet, lütfen kentlerde, kırsal bölgelerde ağaç dikmeye özen gösterin. Lütfen, benim için, çünkü ben bir ağacım.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.