Tıkır tıkır işleyen İzmir Pasaport İskelesi’nden kenti izlediğim şu an, Kordon’un o eski görünümünü ve o eski ahşap Alsancak vapur iskelesini sizler de, benim gibi, arada sırada özler misiniz… Ya da Körfez vapurlarımızı… Efes, Bergama, Hasköy vapurlarını ve diğerlerini… Ya da birinci sınıf, ikinci sınıf mukavva vapur biletlerini…
İzmir kentini, kent yapan değerler arasında, körfez vapurlarının çok ayrı bir yeri var. Hele Karşıyaka’da yaşayanlar için vapur hayat demek, güne merhaba demek, eve dönüş, huzur demek… İzmirliler içinse karşıya geçiş heyecanı, yeni bir kente gitmek gibi bir şey… Vapurda geçen on beş yirmi dakika bir ömre bedel! Anımsarsınız, İzmir kartpostallarındaki resim çerçevesi içine, mutlaka bir körfez vapuru sıkışmıştır.

Gelen günle birlikte suların aksinde İzmir Körfezi’ni, tarihin puslu sisleriyle örtülü Pasaport İskelesi’ni seyrediyorum. Akıp giden dalgaların ardında düşlere dalmaktan haz duyuyorum. Karşıda Çatalkaya alçakgönüllü duruşuyla, sakin ve derin sessizliğiyle körfezdeki varoluşunu sunuyor. Pasaport İskelesi de gözlerini dikmiş kenti gözetliyor. Nasıl bir kentte yaşadığını, ne olduğunu, bu mekâna neden ve nasıl geldiğini anlatmak ister gibi beni karşısına almıştı. “İşte ben Pasaport İskelesiyim ve hâlâ ayaktayım” der gibiydi.
Pasaport İskelesi yapılmadan önceleri İzmir’e demirleyen gemilerde bulunan yolcular, sandal ve kayıkla kıyıya çıkarlar, pasaport kontrolünden geçmezlermiş. Bunun sonucunda şehirde çeşitli asayiş bozuklukları ve bir kontrolsüzlük hüküm sürmekteymiş. Pasaport binasının yapımı ve kontrollerinin başlaması ile bu gidişe bir son verilmiş. Böylece Pasaport İskelesi de İzmir’in tarihinde yerini almış.

O büyük geçmiş zamanların denizcilerini, balıkçılarını, kayıkçılarını gözünüzde canlandırın. Ellerinde balık kepçesi, öteki elde balıkların istif edileceği el örgüsü sepetler, tenekeler, sandıklar. İşte hepsi burada bulunurmuş. Yaşlı, geçmişi olan bu yapı geride kalan yıllarla yaşlandığını, herkesin kendisine kayıtsız koşulsuz saygı göstermesi gerektiğini duyururcasına, kurumlu bir hava yayar çevreye. Bununla birlikte, derinden derine ancak duyumsanan hüzünlü bir yanı da hiç yok değildir. Belki, çekiciliğini bu doğal hüzne borçludur -kim bilir…
Bugünün Pasaport kıyısında halk yan yana birikiyoruz. Gözleri denize dalmış nargile fokurdayanlar, tavla atanlar, alışveriş yürüyüşüne soluk vermek için bir kahve içimlik bir mola veren ev hanımları, demli çayın yanında İzmir’in meşhur kumrusu, gevreği ve boyozunun da eksik olmadığı kahvaltı masalarının bereketini yaşayan İzmirlilerdir bunlar. Dirsek dirseğe, çoluk çocuk. İşte ayaklarımızın dibine kadar gelen deniz.

13 Eylül 1922’de kentte başlayan yangın, rüzgârın etkisiyle yayılarak Birinci Kordon Caddesi üzerindeki tüm binalara yayılırken Pasaport İskelesi de bu yangından büyük ölçüde payını alır. Binanın kalıntıları uzun süre kaldırılmaz, bir enkaz yığını olarak durur. Ta ki 1926 yılında Kazım Dirik’in vali olması ile birlikte yıkıntı halinde olan iskele Osmanlı ve Selçuk mimarlığından esinlenerek sivri kemerleri, geniş saçaklı çatıları, Selçuklu tarzı kornişleriyle o günün Milli Mimarlık akımının tipik öğeleri ile donatılır. 2000″li yıllara gelindiğinde kentsel tasarım ölçeğinde yapılan Kordon Yolu ve Cumhuriyet Meydanı düzenlemeleri sırasında kente daha yakışır bir konuma getirilmesi amaçlanır. Restorasyon çalışmaları başlatılır. İşte günümüzün Pasaport İskelesi.

İzmir’den Karşıyaka’ya, Karşıyaka’dan İzmir’e giden vapurların uğrak noktasıdır burası. Efes, Bergama, Kordon, Alaybey, Yalova ve daha pek çokları. Sabahın alacakaranlığında ilk seferine çıkan bir vapurla Karşıyaka’dan Pasaport’a gelirseniz taze sabah güneşinin ilk ışıklarıyla gülümseyen bir kentle karşılaşırsınız. İzmir’in Pasaport semti denizin üstündeki ışık oyunlarından denizin yosun kokusuna, inip binen yolculardan deli martıların pike dalışıyla haykırışlarına kadar mavi bir özgürlüğün sonsuz şarkısını sunar kentlilere.

Pasaport İskelesi’nin sırasında yer alan kahveleri de anmadan geçmeyelim. İnsanoğlu ilk olarak milattan önce keşfetti tütünü. İbadet amacıyla yaktıkları tütün yapraklarının verdiği keyfi fark eden insanlar, o günden beri onu hayatlarında vazgeçilmez kıldı. Tütün tarih içinde pipo oldu, puro oldu, sigara oldu, ağızlarda çiğnendi. Ancak hiçbir şekil, tütün ile nargile kadar bütünleşmedi. Osmanlı tütünü l6. Yüzyıl’da tanıdığından beri nargileyi de içine çekip, dumanını göğe savurmayı öğrendi. Muhabbet erbaplarının vazgeçilmez dostu nargile içmenin bir başka keyfi vardı Pasaport’ta. Çünkü tiryakilere göre tek başına nargile içmenin hiçbir anlamı yoktu! Bu nedenle nargile kahveleri en koyu sohbetlerin başlıca mekânı oldu.
Ya da Konak Pier’deki Balıkpazarı’nı hatırlayanınız var mı? Sizleri bilmem ama ben hâlâ o günleri hatırlarım. Kentimizin kıyı ve koylarındaki balıkları ve onları derinlerden çekip çıkaran balıkçıları yakından görmek ve o dünyayı solumak harika bir şeydi! Anneannem ne zaman Balıkpazarı’na gitmeye kalksa, hemen peşine takılırdım.

O, bir yandan parmaklarıyla mercan kırmızısı solungaçları kontrolden geçirir bir yandan kıyasıya pazarlık ederdi. Tezgâhları dolduran binlerce, on binlerce cıvıl cıvıl balık gümüş parlaklığındadır. Denizin bütün zenginliği oradaydı. Kabuklu kabuksuz, kalkanlı kalkansız, eğri büğrü, benli bensiz, lekeli lekesiz balıklar, kaya balıkları, mürekkep balıkları… Yengeçler, ıstakozlar, midyeler, karidesler… Bir tarafta üst üste yığılmış ton balıkları arasında kendinizi bu renk cümbüşünün kucağına bırakırdınız. Birbirleriyle dalaşan, pazarlık eden insanların bağrış-çağrış gürültüsü arasında telaşlı bir alışveriş ise olağan görüntülerdendi.
Sesler geliyor kulağıma. İyice derine, neredeyse suya batmış bir mavna beyaz köpükler savurarak denizi yarıyor. Kıyıya yaklaşan gemiler, körfezde gidip gelen gemiler, uzaktan geçen tekneler. Karşıyaka vapurunun denizi yalayan dalgalarının yumuşak şıpırtısı ile sularda yansıyan bir kentin devingen görüntüsü. Bütün bu seyir halindeki gemiler, gidip gelen gemiler değil de, başka bir şeylermiş gibi duygulandırıyor beni bu İzmir gününde.
Her şey, ama her şey, çevrede gözümün alabildiği her yer ve her şey İzmir’di. Bir cetvelle çizilmişçesine dümdüz sokaklar, inişli-çıkışlı sokaklar, yılankavi sokaklar ve kendini denizin kucağına bırakırcasına denize açılan sokaklar. Sokaktaki kalabalık, oynak insanların görüntüleri, birtakım hareketli lekeler, havada salınan bir ses, gelip geçen bir araba, bir faytonun tekerleklerinin ansızın gıcırdayışı – varlığını koruyabilmiş bir fayton bu, o hâlâ burada… Arabacının kırbacından tüm Kordonboyu geçiyor.

Bütün bu olup bitenlerden haberi olan ve sessizce dolaşan dumanları burnunda Körfez vapurları geçmekte sulu boya resimler gibi. Henüz demirini almış, iskeleden süzülüyor vapurların en narinleri. Şu karşıdan gelen vapur da farkında ellerimizden kayıp giden denizlerin kokusunu. Belki de en iyi o biliyor. Yorgun gözlerinde hüzün, yorgun gözlerinde binlerce yolcunun sevda izleri, çocukların şarkı sözleri.
Kentin bu bölgesinde her şey harekete geçiyor kendi düzeni içinde. Çeşit çeşit meslekler… Tepeden tırnağa işe gitmeye hazırlanmış insanlar sokağa atıyorlar kendilerini. Onlarla beraber birbirlerine kavuşan sokaklar da. İnsandan geçilmiyor. Kalabalık, çatık kaşlıları, gülen yüzlüleri ile tek vücut olmuş gibi, sağa sola, ileriye geriye dalgalanıyor. Tabelalar, kaldırım taşları, afişler, binalar ve gökyüzü. Ve tüm İzmirliler. Hepimiz, kentin koca kafilesinde kenetlenmiş bir dost kalabalığını andırıyoruz.
Kent yaşamı yerli yerinde, kendi düzeni içinde. Bütün çarklar, dişliler ve tabii ki Ege’miz. Denizimiz. Ticaretimiz. İthalat ve ihracatımız. Bütün alım satımlar. Kentin ekonomik ve tarihi durumuyla, bizlerin, kent insanı olarak kurduğu ilişkiler. Ve en çok da yaşamla ilişkimizi özetler gibi tüm bu görüntüler.

Güzel günler, en olmadık köşelerden çıkagelir. En güzel gün batımlarına tanıklık edilebilecek yerlerden biridir Pasaport. Gün batımında iskelenin önünde en iyi fotoğraf karelerini yakalamak için buluşanların gülümsemelerini yakalarsınız. Dalgalar kıyıya vururken gün parmaklarınızın arasından kayan kum taneleri gibi avucunuzdan akıp gider.
Batan güneş, göğün her yerine saçılır. Havadaki farklı görüntülere yayılan, rengârenk, nefis yansımalar gökyüzünde dalgınca salınır. Kahvemsi, ölü pembemsi bir bulut öbeği pusuya yatmıştır. Giderek zayıflayan bütün renklerden bir gökyüzü uzanır önünüzde; mavi beyaz, henüz mavisini koruyan yeşil, maviyle yeşil arası soluk gri, uçuk, belirsiz, çürümüş renk tonları. Günün perde perde yok olduğu, uzayıp giden renk uyumları.

Şu anda Pasaport İskelesi’nden Körfez vapurlarını izlerken tüm kentin tek bir sayfası açılıyor önüme. Oysa İzmir’in daha nice anlatılacak öyküleri var. Bir kenti inşa etmek bir bütün kurmak demek. Mutlak birlik ve uyum üzerine kurulu bir hayat yaratmak demek. Bir kentte yaşamak ise bu bütünün müthiş uyumlu parçalardan oluşmasını sağlamak ve onu oluşturan parçaların farklı yönlerini birleştirmek demek. Ben böyle algılıyorum kent yaşamını.
Keşfetmenin peşini bırakma diyor iç sesim. Bırakma ki tüm keşiflerin sonunda başladığın yere varmış ol. Ve o yeri ilk defa keşfetmenin keyfini çıkar.
Related Images:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.