Bitpazarı alışveriş merkezinde bir gün

Gerçekten neye ihtiyacımız var?

İhtiyacımız olanın ne olduğu saptırılmış bir tüketim toplumunda yaşadığımızın farkında mıyız?

Yaşam biçimlerimizden düşünme biçimlerimize kadar hayatımızın her zerresi beyin işgalcileri tarafından yönlendiriliyor.

Kapitalist üretim şefleri “beyin iğfal şebekeleri” eliyle yürütüyorlar bu sinsi kampanyalarını. Toplumda saygın (!) bir kişilik sahibi olmamız için ne lazımsa onu tüketmemiz, o değerlere, o düşünce sistemine sahip olmamız ona göre davranmamız için gece gündüz durmadan çalışıyorlar. Basınıyla, televizyonuyla, dizileriyle, reklamlarıyla, edebiyatı, sanatı, kültürüyle, vaazlarıyla, nutuklarıyla ürettikleri malların pazarlanmasıyla…

Yaşamımızın her zerresi, çalışma saatlerimiz, dinlenme zamanlarımız, alışveriş mekanlarımız, eğlenme mekanlarımız, hatta yakınlarımızla iletişim kurma, haberleşme biçimlerimiz bile bu sinsi kampanya doğrultusunda dizayn ediliyor. Bizde farkında olmadan bu postmodern hayatın içinde uysallıkla uyum içinde buluyoruz kendimizi. Toplumsal mekanlarda, toplumsal yaşamda, toplumsal değerlere uygun birey olmaya koşullandırdığımızdan “kent mekanlarında” da toplumsallığımızı deneyimliyoruz. Maazallah “toplumsala uygun düşmeyen” bir vaziyete düşmemek için ; yeme, içme, giyinme, eğlenme, dinlenme, fikir beyan etme, satın alma konusunda birbirimizle yarışıyoruz.

Hadi ihtiyacımız olan şeyin neden çok gerekli olup olmadığını sorgulamadık, almamız lazım dedik… diyelim de nerden alacağız peki?

AVM’ler… Kentlerin ve insanların yaşamına bir virüs gibi yayılan boş zamanları değerlendirme (!) ve ihtiyaçlarımızı satınalma abideleri… Görkemli binaları, ışıltılı dükkanları, Avrupa standartlarındaki dekorları, markaları, mağazaları ile özel bir alana girdiğinizin sinyallarini veriyor. Daha kapıdan adımınızı attığınızda güvenlik bariyerinden geçerken artık güvende olduğunuzu fısıldıyor kulağınıza.

Sanki kent sokaklarında dolaşırken, pazarında, bakkalında alışveriş ederken olmayan güvenliğinizi burada biz sağlarız diyor. Üstelik güzel müzikli dingin huzurlu bir ortam, temiz, parfüm kokulu modern havası ile yazın serin, kışın sıcak iklimlendirmede… Tuvalet hacetinizi bile evinizde görmediğiniz konfor ortamında hallediyorsunuz. Giyecekten, mobilyaya, çocuğunuzun oyuncağından sinemaya, kafeteryasına burada herşey sizin için düşünülmüş. Pahalı olması sizi caydırmasın. Herşey son moda, en yeni teknik, en hızlı kredili, taksitli satış emrinizde…

Şık ve zarif satıcılar yumuşak ses tonu ve saygıyla size ne kadar önemli ve farklı olduğunuzu hissettirmekle görevli. İşte bütün bu mallar, ürünler sizin ihtiyacınız, size özel, çünkü siz çok özelsiniz diyerek hedonist duygularınızı okşuyor ve satın alma arzunuzu kamçılıyor. Satınalma gücü size doyum, haz veriyor. Önemli, diğerlerinden zeki, başarılı, farklı ve güçlü bir birey olduğunuz duygusunu gıdıklıyor!

Bugün günlerden Pazar ve ben çok Pazar yaptığım gibi yine Halkapınar’da kurulan bitpazarına gittim.

Varlıklı, yoksul, gariban, eğitimli, gülen, küfreden, hüzünlü, şakalaşan rengarenk insanların arasına karıştım. Öbek öbek çöp yığınları, bozuk tozlu yollara, kaldırımlar serilmiş kumaş yığıları, gelinlikler, masa örtüleri, ayakkabılar, penseler, kerpetenler, ibrikler, saatler, çakmaklar, kafası yana kaymış oyuncak bebekler… Tezgahların üzerinde yeni, ucuz ama çakma ünlü markalı tişörtler, çoraplar…

İnsanların kimisi ilginç, antik bir parça yakalama peşinde, çoğunluk da ihtiyaçlarını ya kullanılmışlardan yada kalitesi pek iyi olmasa da yeni alma telaşında idi.

Benim burada bulunma zevkim hem işime yarayacak sürpriz bir şeyle karşılaşma merakı, hem de insanlar ve yaşanmış geçmiş hayatlar arasında yeni yaratıcı ilham arayışı… Yılların tozu üzerinde elmas gibi parlayan eski kullanım eşyalarını gözlerimle okşayarak yanlarından geçtim… Anneannemden bana kalan mavi çinko çaydanlığımın benzerinin yanında duran daktiloda yazı yazdığımı düşündüm. Tavşan kanı renginde, pırıl pırıl ince belli cam bardakta çay içitim. Keyifle pazarlık yaptım, söylenenin yarı fiyatına güzel alışverişler yaptım.

Hadi saklamayayım; 5 adet bilezik 2 lira, iki adet mozaik pensesi 6 lira, ski ve antik varaklı bir adet likör sürahisi 15 lira, bir adet iş eldiveni 1 lira, 5 adet çay tabağı 2 lira, Bir kucak düğme ve göz boncuğu (mozaik işimde kullanım için) 5 lira; toplam 31 lira, artı 3 lira da bir çay ve patlıcanlı gözleme… 34 liraya harika bir dinlenme, boş vakit değerlendirme ve alışveriş zamanı geçirdim.

Orada bulunduğum bugün ve de önceki gelişlerimde hiçbir şiddet içeren bir güvenlik sorununa şahit olmadım. Ne bir sataşma ne bir yankesicilik ne bir kötü muamele… İnsanlar yaşlı büyükleriyle, engellileriyle, çoluk çocukları ile ihtiyaçlarını en ucuza temin etme çabasında idiler. Yaklaşık iki saat içinde binden fazla insan dolanım halindeydi satıcısıyla alıcısıyla… Satma ve satın almanın en doğal, en gerçek insani halindeydiler.

Şimdi kıssadan hisse, gelelim hamiş soruya: Sosyal, halkçı belediyecilik gereği kent yöneticilerimiz ve kent kanaat önderlerimiz kentin azgelişmiş bölgelerinde oturan dar gelirli vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için alış ve satış yaptıkları İzmir’in bildiğim kadarıyla yegane bitpazarı olan Halkapınar bit pazarı için ne yapmaktadırlar? Temizliği, sağlıklı ortamı, çevre bakımı, çöpü, yeşili, dinlenme kanepesi, tuvaleti… Para ve tüketim tuzakları olan, insan zihniyetini kendi çıkarına göre dizayn eden AVM’lere kentin ana merkezlerinde yeni meydanlar tahsis edilirken dar gelirli halkın kullandığı kamusal alanlara ne kadar özen gösterilmekte ve iyileştirme yapılmaktadır? Ben bilmiyorum, varsa bir iyileştirme, bilen söylesin!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın