Karşıya geçmek için vızır vızır işleyen trafikte dev kamyonların, tırların azalmasını bekledik uzunca bir süre. Karşıya geçiş için yaya geçidi aradık ama kabristan boyunca görünürde bir yaya geçidi yoktu. 81 yaşındaki anneciğimin ameliyatlı dizleriyle ne kadar hızlı yürüyebildiyse işte, bir fırsat kollayıp hızla karşıya geçtik.
Dönüşte de kapının yanındaki açık durakta azıcık tepemiz pişti tabii. Kapalı durak eksikliği ve yaya geçidi bulunmaması keyfimizi kaçırmadı ama bu eksiklikleri görmezden gelip “harika yolculuk yaptık” demek yalan olur. Kamu hizmeti açısından bunu da belirtmek görevimizdir değil mi?
Neyse, devam edeyim; girişte rengarenk giysileri ile çiçekleri gölgede bırakan tatlı dilli şalvarlı kadından, üçer sapı 5 liradan birkaç demet çiçek aldık… Erken saatte geldiğimiz için henüz kavurucu sıcak hissettirmiyordu kendini. Ağaçlıklı serin gölgeli yoldan, bizim büyüklerimizin mekanlarına doğru ağır ağır giderken, annem yolun her iki tarafındaki sıra sıra kabirlerde yatan tanımadığımız insanlara dualar serpiştiriyordu.
Oldukça görkemli bir aile mezarlığı önünde, 4×4 siyah bir cipten kucak kucak karanfiller, rengarenk çiçekler getirmiş bir adam mermer oymalı aile kabristanının her yanına çiçekleri dikerken, çeşmeye hortumu takmış bir diğeri de suları çağlayan gibi fışkırta fışkırta orada yatanların topraklarını göle çeviriyordu adeta. Toprağın altında nasıldır bilemem ama üstteki dünyada mezarlık da olsa zenginlik fakirlik gibi toplumsal farklılıkları korumakta titizlik gösterilmesi enteresandı.

Önce anneannem ile dedemi ziyaret ettik. Çiçeklerini bıraktık, toprağını suladık, annem “yasin” okudu yanında getirdiği dua kitabından… Kabirlerin etrafında, çeşmelerin başında, ellerinde su bidonları ile ziyaretçilerin peşinde dolanan çocukları görünce, anneme bu “kabristanda su satıcılığı” yüzünden yediğim dayağı hatırlattım. Çok güldük.
8-9 yaşında filandım. Yine bir bayram arifesiydi. Altındağ Kokluca Mezarlığı önünde, mis kokulu yeşil mersin demetleri satan -o zaman çiçek yerine mersin demetleri rağbetteydi- Roman çocukların arasında ağabeyimle birlikte bahçemizdeki tuvaletin taharet ibriklerine doldurduğumuz sularla müşteri beklerken ensemize vurulan kuvvetli bir şaplakla dönük, ne görelim? Annem! Yaka paça eve götürüldük, bir de afiyetle evde yedik cennetten çıkmayı…

Demez olaydım omuzunu hızla geriye çekip yüzüme bile bakmadan, kaşlarını çatarak “Öyle olmaz” dedi ve işini yapmaya devam etti aynı ağır tempoda… Annemle göz göze geldik. İkimiz de bu minik çocuğu ve yaptığı işi hayranlıkla seyre daldık. Bir dakikalık bu sulama işini değil on dakika, saatler sürse doyamayacağımız bir iç huzuruyla bekleyebilirdik. Kabir sulamacı çocuk son damla suyu boşaltır boşaltmaz annemle ikimiz birden ceplerimize davrandık, bahşiş vermek için yarıştık, ikimiz de verdik tabii.
Az daha dursa çantalarımızı boşaltabilirdik bu muhteşem seremoninin karşılığı olarak. Ama minik delikanlı, işini bitirdiği gibi avucuna bıraktığımız paraya hatta yüzümüze bile bakmadan geldiği çeviklikle döndü, başka müşteriler bulmak için servilerin arasında kayboldu. Annem sulamanın neden öyle yapılması gerektiği konusunda konuşmasını sürdürürken ben hala o çocuğun hayali ve zihnimde bıraktığı ize takılıp kalmıştım.
Onun işini yaparkenki özgüveni, işine saygısı ve dıştan gelen yönlendirmeye aldırmadan doğru bildiğine devam etmesi… Sonunda da yaptığı işten bir onay, takdir, övgü, teşekkür beklemeden çekip gitmesi, ardına bakmadan yeni işe koşmasına hayran kaldım.
Bu çocuk emekçi; kabir sulamacı kafamda -kendim için değilse namerdim- bilmediğim yepyeni bir kapı açtı. Onun ve onun gibi başta kendi emeğine saygılı çocukların dünyamızı aydınlatacağına inancım tazelendi.
Tüm çocuklar ve içindeki çocuğu öldürmemiş büyükler için bol şekerli bayramlar olsun.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.