Irkçılık semptomu olarak Türkiye’de mülteci düşmanlığı

Zengin Batı, fakir Doğu veya fakir Güney, zengin Kuzey denklemi devam ettiği sürece uluslar arası mülteci hareketliliği sürecek. İnsanın daha özgür ve konforlu yaşama isteği tükenmeyeceğine göre mülteci kavramı kendine mülteci çeken Batı coğrafyasının da lojistik ve ulaşım kavşağı konumundaki bizim gibi ülkeler için de hep gündemde olacak.

Mülteci akımları etki ve kontrol alanı itibari ile ülkelerin tek başına yönetebileceği hareketlilik değil. Acımasız polisiye önlemler insanlık onuru ile bağdaşmadığı için yöntem olarak kabul edilemez. Diğer önlemlerin de başarı şansının ne kadar zayıf olduğunu yaşayarak öğrendik, öğreniyoruz.

Yıllarca milyonlarca vatandaşını Avrupa’da yaşama tutunma amacı ile göç vermiş bir ülke olarak Avrupa’nın mültecilere yönelik yaklaşımını haklı olarak hep eleştirdik. Avrupa’ya özellikle yasa dışı yollar ile giriş yapıp yaşamaya çalışan yurttaşlarımızın acısını hissettik.

Avrupa’nın genelde insanlık dışı mülteci savuşturma yöntemlerine sorumlusu mültecileri her kötülüğün kaynağı gibi gören o ülke kamuoyu yönlendiricileri oldu. Kamuoyu desteğini de alan Avrupa, polisiye önlemlerin en ağırını, Asyalı ve Afrikalı mültecilere uyguladı.

Avrupa’da mültecilere yönelik aşırı uygulamalara ilk sistematik tepkiler yine bu ülkelerin insanlarından geldi. BM ve benzeri ulusular arası örgütlerin etkili olmadığı alanlarda mülteciler ile dayanışma halindeki sivil oluşumlar kendi ülkelerindeki aşırı uygulamaların daha ileri boyutlara taşınmasına engel olduğu gibi vicdan merkezinde toplumsal kanaat oluşturmayı başardı.

Günümüz Avrupası mülteci akımlarını yönetmekte hala sabıkalı da olsa 20-30 yıl önceki uygulamalarının çok daha ilerisinde makulleşiyor. Avrupa’nın makulleştiği mülteci gerçeği konusunda özellikle son 1-2 yılda ülkemizdeki şaşkınlık giderek nefret bezeli söylemlere dönüşüyor.

Türkiye’nin, daha doğrusu Türkiye’deki hakim iktidar yapısının tarafı ve parçası olduğu Suriye’deki iç savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli belli bölgelere yoğunlaşsalar da Türkiye’nin hemen her tarafına dağıldılar. Suriyeli mülteciler sayı itibari ile bu yüzyılın en büyük mülteci hareketliliğini ifade ediyor.

Bu kadar büyük bir nüfusun organizasyonu ise tek bir ülkenin kolaylıkla altından kalkamayacağı nitelikte.

Bu yoğunluktaki nüfus akımının sorunlar çıkarmaması mümkün değil. Özellikle mültecilerin yoğunlaştığı yerlerde polisiye vakaların artması hep gözlenen gelişmedir. Buradan çıkarak toplumdaki bütün polisiye sorunları mültecilere bağlamak bu konuda sabıkalı Avrupa’nın terk etmeye başladığı hastalıktır.

Suriye’deki iç savaşın sorumlularından ve tarafı olan Türkiye’deki siyasal iktidara olan tepkiyi Suriyeliler üzerinden tahsil etmek insaf dışıdır. Unutmamalıyız ki hiçbir insan doğup büyüdüğü, aile ve anılarını ile anlamlandırdığı yeri kolay terk etmek istemez. Ülkeyi terk etme kararı almak dahi başlı başına bir dram olduğu gibi asıl sorun terk etme ile başlayan süreçtir.

Bugün her mahallede ve sokakta görmeye alıştığımız Suriyeliler’in; Ürdün, Irak, Türkiye, Lübnan gibi çevre ülkelere savrulması asla kendi iradeleri ile gerçekleşmedi. Uluslar arası siyasetin iç savaşa sürüklediği ülkelerinden kaçan Suriyelileri önce kamuoyumuzda mahkum etmek insafsızlığına düşmemeliyiz.

Mülteci düşmanlığının sistematik hale gelmesi öncelikle bu kurgulanmış nefret söyleminden kaynaklanıyor. Medya kuruluşları ise bazen isteyerek ve sıklıkla da istemeden bu tuzağa düşüyor.

Suriyeli mülteciler iç siyasetin parçası değil ancak mağduru olurlar

Güney’deki bazı kentlerde Suriyeli mültecilere yönelik toplu eylemler, medyada da yer bulabilen nefret söyleminin bir sonucu. Suriyeli mültecilere nasıl davranacağımıza öncelikle vicdanlarımız ile karar vermeliyiz.

İktidarın yanı sıra muhalif siyaset ve hareketlerin dahi döküldüğü Suriyeli mülteciler konusu birkaç yıl daha gündemde kalacak gibi görünüyor. Bizden olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırıcı iktidar ve muhalefet anlayışı Suriyeli mültecilerin barışçıl kavram ve çözümler ile anılmasına engel.

Türkiye’ye kaçan Suriyeliler eğer Kürt orjinli ise Kürt siyaseti, eğer Esed muhalifi Sunniler ise iktidar sahipleniyor. Bu sorunlu ayrımcılık, üstüne ‘her türlü polisiye vakanın sorumlusu Suriyeliler’ medya anlayışı birleşince yakın geleceğe yönelik tedirginliğiniz istemeden artıyor.

Bugün bir iki küçük kalkışma ile haberleşen gelişmelerin boyutlanarak daha kapsamlı çatışmaları doğurması muhtemel. Sorunun çözümünü ise zaten gerginlikler üzerinden ülke yöneten iktidardan beklemek ise gerçekçi değil.

Mültecilere, özelde ise Suriyeli mültecilere yönelik duygu ve davranışımızı asla birilerinin yönlendirmesi ile değil kendi vicdanlarımıza dönerek belirlemeliyiz. Sokağımızdaki Suriyelilere bu insani perspektiften bakmalıyız.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın