Mülteci akımları etki ve kontrol alanı itibari ile ülkelerin tek başına yönetebileceği hareketlilik değil. Acımasız polisiye önlemler insanlık onuru ile bağdaşmadığı için yöntem olarak kabul edilemez. Diğer önlemlerin de başarı şansının ne kadar zayıf olduğunu yaşayarak öğrendik, öğreniyoruz.
Yıllarca milyonlarca vatandaşını Avrupada yaşama tutunma amacı ile göç vermiş bir ülke olarak Avrupanın mültecilere yönelik yaklaşımını haklı olarak hep eleştirdik. Avrupaya özellikle yasa dışı yollar ile giriş yapıp yaşamaya çalışan yurttaşlarımızın acısını hissettik.
Avrupanın genelde insanlık dışı mülteci savuşturma yöntemlerine sorumlusu mültecileri her kötülüğün kaynağı gibi gören o ülke kamuoyu yönlendiricileri oldu. Kamuoyu desteğini de alan Avrupa, polisiye önlemlerin en ağırını, Asyalı ve Afrikalı mültecilere uyguladı.
Avrupada mültecilere yönelik aşırı uygulamalara ilk sistematik tepkiler yine bu ülkelerin insanlarından geldi. BM ve benzeri ulusular arası örgütlerin etkili olmadığı alanlarda mülteciler ile dayanışma halindeki sivil oluşumlar kendi ülkelerindeki aşırı uygulamaların daha ileri boyutlara taşınmasına engel olduğu gibi vicdan merkezinde toplumsal kanaat oluşturmayı başardı.
Günümüz Avrupası mülteci akımlarını yönetmekte hala sabıkalı da olsa 20-30 yıl önceki uygulamalarının çok daha ilerisinde makulleşiyor. Avrupanın makulleştiği mülteci gerçeği konusunda özellikle son 1-2 yılda ülkemizdeki şaşkınlık giderek nefret bezeli söylemlere dönüşüyor.

Bu kadar büyük bir nüfusun organizasyonu ise tek bir ülkenin kolaylıkla altından kalkamayacağı nitelikte.
Bu yoğunluktaki nüfus akımının sorunlar çıkarmaması mümkün değil. Özellikle mültecilerin yoğunlaştığı yerlerde polisiye vakaların artması hep gözlenen gelişmedir. Buradan çıkarak toplumdaki bütün polisiye sorunları mültecilere bağlamak bu konuda sabıkalı Avrupanın terk etmeye başladığı hastalıktır.
Suriyedeki iç savaşın sorumlularından ve tarafı olan Türkiyedeki siyasal iktidara olan tepkiyi Suriyeliler üzerinden tahsil etmek insaf dışıdır. Unutmamalıyız ki hiçbir insan doğup büyüdüğü, aile ve anılarını ile anlamlandırdığı yeri kolay terk etmek istemez. Ülkeyi terk etme kararı almak dahi başlı başına bir dram olduğu gibi asıl sorun terk etme ile başlayan süreçtir.

Mülteci düşmanlığının sistematik hale gelmesi öncelikle bu kurgulanmış nefret söyleminden kaynaklanıyor. Medya kuruluşları ise bazen isteyerek ve sıklıkla da istemeden bu tuzağa düşüyor.
Suriyeli mülteciler iç siyasetin parçası değil ancak mağduru olurlar
Güneydeki bazı kentlerde Suriyeli mültecilere yönelik toplu eylemler, medyada da yer bulabilen nefret söyleminin bir sonucu. Suriyeli mültecilere nasıl davranacağımıza öncelikle vicdanlarımız ile karar vermeliyiz.

Türkiyeye kaçan Suriyeliler eğer Kürt orjinli ise Kürt siyaseti, eğer Esed muhalifi Sunniler ise iktidar sahipleniyor. Bu sorunlu ayrımcılık, üstüne her türlü polisiye vakanın sorumlusu Suriyeliler medya anlayışı birleşince yakın geleceğe yönelik tedirginliğiniz istemeden artıyor.
Bugün bir iki küçük kalkışma ile haberleşen gelişmelerin boyutlanarak daha kapsamlı çatışmaları doğurması muhtemel. Sorunun çözümünü ise zaten gerginlikler üzerinden ülke yöneten iktidardan beklemek ise gerçekçi değil.
Mültecilere, özelde ise Suriyeli mültecilere yönelik duygu ve davranışımızı asla birilerinin yönlendirmesi ile değil kendi vicdanlarımıza dönerek belirlemeliyiz. Sokağımızdaki Suriyelilere bu insani perspektiften bakmalıyız.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.