Kadim dost Mardin

İnternetteki paylaşımlardan görüyorum ki; birçok arkadaşımız Kurban Bayramı tatilinde rotayı Güneydoğu Anadolu’ya çevirmiş. Bayramın son günü Mardin’den İzmir’e dönmek için hazırlık yapan bir arkadaşım, yaşanan olaylar karşısında şaşkınlığını gizleyememiş. “Sanki bir el düğmeye bastı. Bizim bulunduğumuz yerlerde hiç bir şey yoktu. Televizyonda izleyince olanlara şaşırdık kaldık” diye paylaşmış internetten duygularını.

Mardin’e ilk kez Demiryolu Yapım ve İşletim Personeli Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (YOLDER) yöneticileriyle, demiryolcuların yol yapım çalışmalarını izlemek için geçen yıl gitmiştik. Yıllardır dizilerde izlediğimiz, hakkında anlatılanları işitip fotoğraflarını gördüğümüz kenti görünce çok etkilenmiş, yeniden gelmeyi dilemiştik. Bu yıl Eylül ayında kısa süreliğine de olsa bu güzel yerleri yeniden görme olanağı bulduk.

Mardin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün verilerine göre kentte 2008 yılında konaklayan yerli – yabancı turist sayısı 78 bin 367 olmuş. 2013 yılında bu sayı 190 bini bulmuş. Bu yılın Ocak-Eylül ayları arasında kentte konaklayan yerli ve yabancı turist sayısı ise 300 bine yaklaşmış. Yani kente gelen turist sayısı neredeyse dört kat artmış. Kent yöneticileri, katıldıkları yurt içi ve yurt dışı turizm fuarlarından geri dönüş almaya başlamış. Televizyon dizileriyse de kente olan merakı arttırmış.

Müzedeki Arkeopark, ödülü hak ediyor

Mardin’de iki önemli müze var. Biri Mardin Müzesi diğeri Sakıp Sabancı Kent Müzesi. Her iki müzede de çocuklara ayrı bir önem veriliyor. Bu ziyaretimizde zaman darlığı nedeniyle yalnızca Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Mardin Müzesi’ne gidebiliyoruz. Aslında müzeyi tam olarak ziyaret edemiyoruz, çünkü restorasyon nedeniyle kapalı olduğu söyleniyor. Müze bahçesinde kısa bir gezinti yapıp çıkacakken Arkeopark bölümü dikkatimizi çekiyor. İlkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri başta olmak üzere 7 – 14 yaş arası çocuklar için hazırladığı Arkeopark’ı 15 bin çocuk gezmiş 2012 yılından bu yana.

Mardin Müzesi’nin önünde yapay bir kazı alanı oluşturulmuş. “Akreopark’ta bir gün” projesi kapsamında, müzeyi ziyarete gelen çocuklara kazı yapma, çıkan eserleri temizlemeleri için ortam yaratılmış. Çocuklar çıkardıkları eserlerin çizimlerini, restorasyonlarını yapma, belgeleme ve sergileme süreçlerini yaşayıp, eski çağlardaki gibi seramik yapıp çivi yazısıyla kil tabletlere yazılar yazdıkları, el değirmeninde un öğüttükleri, sikke bastıkları ve benzer birçok aktiviteye katıldıkları bir ortama sahip olmuşlar.

Arkeoparkla “nesne merkezli eğitim” yapılan müze aktif öğrenme ortamına dönüşünce ziyarete gelen çocukların sayısı da artmış, ilgileri de. Açık alanın yanı sıra müzenin girişinde yer alan bir başka bölümde ise atölye çalışmaları gerçekleştiriliyor. Burada görevli Deniz Tuskan, ayda 500 – 600 öğrencinin Arkeopark’ı ziyaret ettiğini söylüyor. Atölyeler öylesine başarılı ki; kendimizi kaptırıp yapılan çalışmalardan birine biz de katılıyor, üç adet “eski çağlara ait” sikke basıyoruz. Sikkelerin bir yüzünde Mardin Müzesi logosu, diğer yüzünde eski çağlara ait simgeler var.

Atölyelerde çivi yazısı yazma, sikke basma, resim, heykel, kök boya ile baskı yapma, ebru sanatı, seramik yapımı, eski çocuk oyunları ve oyuncaklar, uçurtma, kukla, Neolitik Dönem evi ve yaşamını gözlemleme, müzik ve dans gibi otuzun üzerinde etkinlik yapıldığını anlatıyor genç müze görevlisi Deniz Tuskan.

Müze halkın ilgisini çekmeye yönelik olarak hazırladığı Arkeopark Projesi’yle bu yıl merkezi Paris’te bulunan Agenda İletişim Ajansı’nın düzenlediği Uluslararası Tasarım İletişim Ödülleri’ne (IDCA) başvurmuş. Mardin Müzesi, 17 ülkeden 76 müzenin katıldığı yarışmada “Gençlere Yönelik En İyi Program” dalında üç finalistten biri olmuş. Mardin Müzesi 7 Kasım 2014’de sonuçları açıklanacak bu yarışmada ödülün sahibi olur mu bilemeyiz ama, bu güzel projeyle kentin tanıtımına katkı koyup, halkta kültürel mirasına karşı farkındalık yaratmayı başaran müze yöneticileri bence çoktan ödülü hak etmiş durumdalar.

Gençler yerel rehberlik kartı istiyor

Arkeopark’taki atölyeden ayrılırken bir gence yol soruyoruz. Yol sorduğumuz Zeki Aras, kısa süreliğine yol arkadaşımız oluveriyor. 21 yaşındaki Zeki askerliğini Denizli’de yapmış, terhis olalı birkaç ay olmuş. Kendi deyişiyle bir “yerel rehber”. Dokuz yaşından bu yana kente gelenleri gezdirdiğini söyleyince önce gülümsüyor sonra Diyarbakır’da, Urfa’da, Dara Antik Kenti’nde gördüğümüz çocukları anımsıyoruz. Şaşıracak bir şey yok aslında, çünkü bu bölgenin insanı çocukluğundan beri tarihle kültürle yoğruluyor, tarihi mekanlarla iç içe yaşıyor.

Bizimle yürümeye başlayan Zeki Aras, Mardin Valiliği’nin kendisi gibi yerel rehberler için kurs açacağını ve bu kursa katlımak istediğini anlatıyor. “Bizim gibi gençler için bu kurslar çok önemli abla. Eğer elimizde kokartımız olursa biz de ekmek yiyebilir, grupları rahatça dolaştırır, iş sıkıntısı çekmeyiz” diyor. Tertemiz, daracık sokakların arasından geçerken kısacık zamanda kentini anlatıyor sonra da bizi yolumuz üstündeki Kırklar Kilisesi’ne götürüyor yerel rehberimiz.

Süryani dili yok olmasın diye

Kapıdan içeriye girdiğimizde avludaki taş işlemeler, kilisenin demir kapılarındaki dualar ve ortamdaki sessizlik dikkatimizi çekiyor. Kiliseyi gezdikten sonra avluya çıkıyoruz. Avluda küçük bir oda, odada birkaç sıra ve tahta başında gençler görüyoruz.

Telkari ustası olmak için çalıştığını anlatan güleryüzlü genç İliyo, kardeşleri İstayfo ve Yakup Akyüz’le tanıştırıyor bizi. Dünyanın en eski dillerinden biri olan Süryanice’nin unutulmaması için küçük kardeşleriyle boş zamanlarında çalıştıklarını anlatıyor 19 yaşındaki İliyo. Dünyanın en eski dillerinden biri olan Süryanice’nin bir Arami dil olduğunu ve kullanan insan sayısının giderek azaldığını söylüyor. Mardin’deki Artuklu Üniversitesi’nde Yaşayan Diller Enstitüsü Süryani Dili ve Kültürü Anabilim Dalı tarafından sertifikalı Süryanice kurslarının düzenlendiğini belirtiyor. Süryanice bir kitabı ilk defa görüyoruz, harfler Arap harflerine benziyor. “Harfler yüzde 50 aynı Arapça ile” diyor İliyo.

Televizyondaki “Kadim Dostum” dizisini soruyorum İliyo’ya. “Dizide dile getirildiği gibi telkariye ilgi azalıyor mu?” deyince, “Diziyi henüz izlemedim, yeni başladı sanırım. Ancak telkari ustalarının azaldığı, bu işe gençlerin yönelmediği doğru” diyor. Kendisinin sekiz yıldır gümüş işiyle uğraştığını, son üç yıldır da telkariyi öğrenmek için ustasıyla çalıştığını ve bu işi yapmaktan mutlu olduğunu söylüyor. Kilise çıkışında bir dükkanda “Kültür Bakanlığı Geleneksel Türk El Sanatları Sanatkarı” tabelasını görüyoruz. Kapısı kapalı olduğu için giremediğimiz dükkanın dünyaca ünlü Süryani telkari ustası Suphi Usta’nın atölyesi olduğunu, onun bu sanatın en önemli ismi olduğunu öğreniyoruz.

Telkaride de Çin malı kaygısı

Kiliseden çıkıp otobüsümüze doğru yol alırken, Mardin’in ana caddesindeki dükkanlardan birine giriyoruz, birkaç hediyelik telkari işi almak için. Ayaküstü sohbet ettiğimiz dükkan sahibi Bayram Dağ, “Aman Çin işi telkariye dikkat edin” diye uyarıyor bizi. Pırıl pırıl beyaz renkli kimi telkarilerin işçiliği ucuz olan Çin’de üretildiğini, Mardin telkarisi olmadığını anlatıyor. “Nasıl böyle kesin konuşuyorsunuz?” deyince, bize gülerek kapıdaki tabelayı gösteriyor Bayram Dağ. Aceleyle girdiğimiz dükkanın aynı zamanda “Telkari Koruma ve Geliştirme Derneği” olduğunu okuyoruz kapıdaki tabeladan.

Üç yıl önce kurdukları derneğe üye kaydetmekte zorlandıklarını, çünkü çok kişinin Çin işine girdiğini söylüyor. Bir çeşit gümüşle yapılan iğne oyası diyebileceğimiz telkarinin zorlu ama çok özel bir sanat olduğunu söyleyen 12 yıllık telkari ustası Dağ, gençlerin bu mesleğe ilgisini arttırmak için Valiliğin mutlaka destek vermesi gerektiğini, kursların çoğalıp, zanaatkarların desteklenmesini, yeni ustaların yetişmesini istiyor.

Dünyada huzur varsa burada da var

“Kültürel peyzaj alanı” başlığıyla Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne aday olan Mardin’de en çok ziyaret edilen yerlerden biri de yapım tarihi 4. Yüzyıl’a kadar giden Deyrulzafaran Manastırı. Mardin’in 5 kilometre dışındaki manastır aynı zamanda Metropolitlik Merkezi olarak da kullanılıyor. Oldukça etkileyici taş işçiliği bulunan manastırın Süryani taş ustalarının eseri olduğunu öğreniyoruz.

Süryani Kadim Cemaati’nin dini merkezi olan manastırı bizim gibi gezmeye gelenleri karşılayanlardan biri, Başrahip Gabriel Akkurt. Sabırla kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyenlere gülümsüyor ve kimseyi ret etmiyor. Sorulara içtenlikle yanıt veriyor, ziyaret ettikleri için teşekkür ediyor konuklarına. Kısa sohbetimizde Mardin’de yaklaşık 120 süryani ailenin bulunduğunu anlatıyor. Manastırı yılda yaklaşık 20 bin kişinin gezdiğini kimi zaman politik olaylara göre bu sayının artıp azalabildiğini dile getiriyor.

Grubumuzdaki meslektaşlarımızdan biri Akkurt’a çözüm sürecini, sürecin insanları mutlu edip etmediğini soruyor. 24 yıldan bu yana manastırda görevli, Midyat doğumlu Gabriel Akkurt, “Bu coğrafyada insanların mutlu olması kolay mı sizce? Sadece bu topraklarda değil yanıbaşımızda savaş varken, dünyanın her yerinde ateş varken mutlu olmak kolay mı?” diye soruyla yanıt veriyor. Sözlerini “Eğer dünyada huzur varsa burada da huzur olur…Hayatta en önemli şey sevgi, barış, kardeşlik… Bunu başardık mı her insan her yerde mutlu olur” diye sürdürüyor. Ayrılırken ardımızdan, “Lütfen bu topraklara ilişkin iyi şeyler yazın. Burada çok güzellikler de yaşanıyor, insanlar yüzyıllardır kardeşçe yaşamaya çalışıyor. İyi yazın ki, insanlar daha fazla mutsuz olmasın” diye sesleniyor….

Kültürel peyzaj alanı Mardin…

Mardin, Türkiye’nin güneydoğusunda, Suriye sınırında, Mezopotamya Ovasına hakim bir alanda kurulmuş. Dicle ve Fırat nehirlerinin arasındaki “Bereketli Hilal” bölgesinde yer alan kent UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor. Doğal yapı ile insan etkileşimi sonucu ortaya çıkan taş mimarisinin benzersiz dini ve geleneksel yapılarını barındıran Mardin, listeye bir ortaçağ kenti görünümüyle “kültürel peyzaj alanı” olarak başvurmuştu.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın