O gün bir süreliğine İzmirden ayrı kalacağımız haberi evimizde üzüntü yaratsa da, ilerleyen günlerde bu durumun yaşamımıza kattığı güzellikler, geçen eylül ayında yaptığım bir İstanbul yolculuğu sırasında belleğimdeki yerlerinden çıkarak lütfen bunları yaz diye baskı yapmaya başladılar.

Okullar kapanır kapanmaz da, yaşamımın en güzel günlerinden bir bölümünü geçireceğim İstanbulun Yeşilyurt semti ile tanıştırmak için bizi almaya geldi. İstanbulda yaşadığımız iki yıl boyunda defalarca yapacağımız yolculukların ilkinde keşfettiğim bir şey nedeniyle şu anki yaşamımda keyifle yaptığım yolculukların, o gün için benim için ne kadar büyük bir kabusa dönüşeceğini tahmin bile edemezdim. Beni yol tutuyordu. Annem ve babam yol boyu defalarca mola verip, midemin bulantısını geçirecek çareler aradılar. Çanakkalede dört saat feribot beklememiz de cabası oldu. O güne kadar çıktığım en uzun yolculuğun bu kadar sıkıntılı geçmesi, demek beni o kadar etkilememiş ki bu gün içimde hala bir gezgin ruh taşıyabiliyorum.

Çiçek isimleri verilmiş yemyeşil sokakları, bahçelerindeki envayi çeşit çiçek ve meyve ağaçları ile beş katı geçmeyen apartmanları, aralarda kalmış eski köşkleri, faytonları, çarşısı ile Yeşilyurt bambaşka bir dünya, daha çok bir sayfiye yeri idi.
İzmire dönüş günümüz geldiğinde hala ev bulunamamış, annem ve babamın moralleri iyice bozulmuştu. Ev kiraları İzmirdeki evimizin iki katı idi. Ağustos ayı sonlarında taşınma konusu bir daha gözden geçirilmek üzere İzmire geri dönüldü. Ancak babam bir süre İstanbulda bulunmanın yaşamımıza katacağı güzellikleri o günden görmüş olmalıydı ki, her ne olursa olsun İstanbula bizimle birlikte taşınmaya kararlıydı.

Yeşilyurt sahil yoluna paralel Ürgüplü Caddesindeki dört katlı apartmanın ikinci katındaki Artin amcanın her odası farklı renk boyanmış, oldukça harab evine bakıp, biz bu evi toparlayamayız diyerek, kapıdan çıkarken, lütfen bu evi tutun, biz de yardım ederiz, sizi çok sevdik. diye arkasından seslenen, karşı dairede oturan Sevgili Aygül teyzemin ısrarlarına dayanamayarak tutulan, alt katında kendisine Müdür Bey Amca diye hitap ettiğimiz, ablamın okul müdürü Enver amca, tarih öğretmeni Feride hanım teyze ile oğulları Hikmet ve Fatih abiler, üst katımızda oğulları Sema, kızları Leman ile yaşıt olan Metanet teyzeler, onların karşısında ise Zehra hanım ile Neşet beyler, en üst katta ise iki daireyi birleştirerek, kendisine Kaptan Köşkü gibi bir daire yapan Kaptan amcanın oturduğu, arka bahçesi meyve ağaçları ve ortanca çiçekleri ile bezeli Rüyam apartmanındaki evimiz…
Gerçekten de evin boyanıp toparlanması, komşuların da yardımı ile, İzmirden eşyalarımızın gelip eve yerleşmemiz bir hafta içinde oluverdi.

Okuldaki ilk arkadaşım, yan apartmanımızda oturan Arzu ile ilk tanıştığımızda bu günlere kadar devam edecek bir dostluğumuz olacağını tahmin bile edemezdim. Balkondan balkona sohbet etmenin yanında, okuldan sonraki tüm zamanlarımızı birlikte geçirmeye, ailelerimizin de dostluk kurması ile gece gündüz bir arada olmaya başlamıştık. Birbirimizi çok sevmemize karşın, neyi paylaşamıyor isek?, her gün kavga edecek bir şeyler bulup, küsüyorduk. Ama bu küslük oldukça kısa sürüyor, birimizden biri dayanamayıp, barışma teklifi yapıyor, diğeri de dünden razı olduğu için çabucak barışıyorduk.
Evimize çok yakın olan okulumuza Arzu ile elele tutuşarak giderken bütün mahallenin çocukları da bize eşlik ediyordu. Kardeşi Yeşim o yıl henüz okula başlamamıştı. Kar yağdığı zaman çantalarımızı kaydırarak okula gitmek ise en zevk aldığımız oyunlardan biriydi. Neredeyse kendimizden daha ağır olan çantamızı taşıma külfetinden kurtulmuş oluyor, hem de eğleniyorduk. İki adım başı kar topu savaşı yapmayı da ihmal etmiyorduk.

Yaz gecelerinin neredeyse hemen hemen tamamında konu komşu, çoluk çocuk, büyük bir neşe içinde Röne Park yolundan Reks sinemasına gider, alışıldığı üzere gazoz, çiğdem ve sandalye minderlerimizi alarak, yerimize oturup, filmin başlamasını beklerdik.
O zamanlar Yeşilyurt pek çok Türk filminin çekildiği bir film platosu idi. Seyrettiğimiz bazı filmlerin çekimlerine bile tanık olmuştuk. Film çekildiği haberini alıp, koşa koşa seyretmeye gittiğimiz Muammer Karacanın pek çok Türk filminde kullanılan evi bizim için komşu kapısıydı. Kış aylarında ise bütün mahalle toplanıp, Divan sinemasındaki gündüz seanslarına faytonla giderdik. Hülya Koçyiğit ve Tarık Akanın, Love Story filminin uyarlaması olan Ceylanların Pınarı filminden çıktıktan sonra ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerimi kimseye göstermemeye çalışırken, herkesin ağladığını farkettiğim andaki rahatlamamı unutamam…
Hava Harp Okulunun sinemasından söz etmeden de geçemeyeceğim. Babam cuma akşamları dönemin en son filmlerini oynatan sinema için komşularımıza da kart çıkartınca, çoluk, çocuk toplanıp, yürüyerek gittiğimiz filmlerin de tadına doyum olmuyordu. Hala hatırladığım ve oldukça etkilendiğim filmlerden biri ise Son Kar.
Annelerimizin Yeşilyurttaki kabul günleri de o zaman İzmirde yapılan günlerden biraz farklıydı. Kabul gününün ev sahibi günler öncesinden hazırlıklara başlayıp, Zekeriya Sofrası ayarında bir sofra hazırlıyor, gün içinde gelen misafirler yiyip, içiyor, hatta akşam da evin erkeklerine ikramlıklardan gönderiliyordu. Bu arada sokakta oynayan biz çocuklar da ikram saatini kolluyor, tam ev sahibinin işinin azaldığı zamanda bir sürpriz yaparak güne dahil oluyorduk. Yorgunluktan perişan olmuş ev sahibi arka odada çocuklara ikramlık hazırlamaktan çok hoşlanmasa da kabul günü ritüelinin bir parçası olan bu bölümdeki görevini de sevgiyle yapıyordu.
Biz, yaz tatillerinin büyük bir bölümünü İzmirde geçirsek te tatilin Yeşilyurtta kaldığımız bölümü de ayrı güzel geçerdi. Her gün Çınar otelin önündeki futbol sahasında yapılan geleneksel futbol turnuvası maçları, büyük, küçük çok kalabalık bir topluluğun keyifle izlediği maçlardı. Takımlardan birinin adı ise hala aklımda. Kılçık Spor.
Faytonlar… Tren istasyonunun önünde bekleyen, trenden inenleri evlerine taşıyan, kadınları pazara götüren, patenli çocukların arkasına takıldığı,faytoncunun kırbacını sallayarak çocukları uzaklaştırdığı, Yeşilyurt ve Yeşilköy sokaklarının tek taşıtı. Güzel atları, süslü arabaları ile adeta Yeşilyurtun maskotu.
Anılarımda kalan başka bir şey ise Migrosun seyyar bakkaliye kamyonu. Migros mağazalarının henüz açılmadığı o dönemde çarşının sahil yoluna doğru bitimindeki köşede duran kamyon herkesin tek alışveriş merkezi.
İki yıl kaldığımız bu rengarenk semtteki yaşamımız ile ilgili anlatacak daha pek çok anı varken, belleğime bir anda geliverenleri anlatmaya çalıştım. Kısa bir zaman diliminde bulunduğumuz mahallemizdeki komşularımız ile dostluklarımızın şu anda kadar devam ediyor olması onlarla paylaşımlarımızın ne kadar çok ve anlamlı olduğunun göstergesi olsa gerek…
Günümüzde de bu şekildeki insan ilişkilerinin tekrar canlanmasını dilerken, o güzel yıllarda, bu tür güzellikleri yaşamamızı sağlayan sevgili anne ve babama çok teşekkür ve sevgilerimi gönderiyorum…
Yazım onlara armağan olsun…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.