Öyle bir haftaydı ki…

Bundan sadece on yıl önce biri çıkıp da, 47. doğum günü pastamı bir Ortodoks papazın elinden alıp, bir kilisede keseceğimi söyleseydi ne olurdu acaba?

Çünkü öyle böyle değil, on yıl önce oranın restorasyonu konuşulduğunda ciddi tepki gösterenlerden biriydim…

Çünkü “suyun karşı tarafına” ciddi tepkisi olanlardan biriydim…

Çünkü kahrolası düşmanlığın sadece “karşı taraftan” geldiğine inanıyordum…

Çünkü 15 Mayıs 1919 ve ardından gelen günlerde, İzmir’in şimdi adı unutulmuş sokaklarında keyfi infazlarla katledilen masumların varlığını biliyordum…

Çünkü Türkiye ile Yunanistan arasında asla “insani” bir dostluk kurulamayacağına, olsa olsa sadece “cüzdani” dostluklar -ki onlara “kapitalist işbirliği” diyoruz- oluşabileceğini söylüyor ve yazıyordum.

Haber Ekspres’te, Yenigün’de, Kent Yaşam’da, Ege Telgraf’ta, Ege TV’da, İzmir TV’de, Kanal 1’de, Kanal 35 TV’de, panellerde, tartışmalarda neler söylediğimi, yazdığımı asla inkâr etmem. Birkaç gündür bazı tanıdıkların, “Ama böyle diyordun, şöyle yazıyordun…” şeklinde başlayan kimi takılmalarına da hep güldüm ve hak verdim…

Gazeteci Süleyman Gencel’le günler boyu yaptığım, kavga tadındaki “Türk – Yunani” tartışmalarını nasıl unutabilirim? Ama söylemeliyim ki, Süleyman’dan öğrendiklerim bilinç altıma girmiş ve geçen hafta bir bir su yüzüne çıktı. Keşke Süleyman, şu aptalca iç siyaset girdabına girmeseydi de, uzmanı olduğu uluslararası siyasette devam edebilseydi. İnanıyorum bırakın İzmir’i Türkiye boyutunda bir “otorite” olurdu.

Fakat hak kalmasın, geçen hafta içinde öylesine samimi destek aldım ki ondan…

Neyse…

Aslında hep söyledim ben…

Ben Anadolu milliyetçisiyim…

Bazıları sormaz da ya tepki verirler ya da karşı çıkarlar… Oysa “Anadolu milliyetçiliğini” ne kadar çok isterdim anlatmayı…

Heyecanlıyım fazlasıyla… Bu heyecan bana bugüne kadar çok hata yaptırdı ama heyecan da duymasam nasıl yaşarım? Yaşayamam ki!

Evet… Anadolu milliyetçisiyim… Ne “sağa” inanıyorum ne de “sola”… Ecnebinin parlamentosundaki oturma yerlerinden çıkan bir garabeti neden ciddiye alayım ki? Ben Anadoluluyum işte…

Ve Anadolu’da ne kadar medeniyet, kültür, inanç ve kimlik varsa hepsinden aslında hepimizde var, yalan mı?

Hangimiz soyumuzu tam olarak biliyoruz ki?

Aslında bilip ne yapacağız, o da ayrı bir konu zaten.

Şöyle üstünkörü bir araştırınca kendimi neler çıkıtı neler?

Ana baba geçmişimde Cezayir var, Maraş var, Bektaşilik var, Niğde, Aksaray, Bor Armutlu var, Girit Resmo var ve İzmir…

Ana baba soyum dönmüş dolaşmış ve sanırım Girit İsyanı’nda Rumlar’dan kaçmış İzmir’e yerleşmiş…

Peki, bunları yeni mi öğrendim?

Öğrenmem yıllar sürdü açıkçası.

Geçen yaz da Girit’e gitme, Yunanistan’ı ucundan da görme imkânı buldum.

Bu arada hemen söylemeliyim ki, Yunanistan’la “ilk irtibatımı” kuran da Süleyman Gencel’dir. Haber Ekspres’te yazıp, İzmir TV’da yayın yaparken bir gün “pat” diye kendimi Yunanistan Konsolosluğu’nda buldum… Teodora Hacudi kardeşimle tanışmam da o zaman işte. Konsolos Sekeris oldukça sıcak, mütevazı ve konukseverdi. Bin bir kaygı ve ön yargıyla girdiğim Konsolosluk’tan istediğimi, istediğim gibi sorma ve söyleme rahatlığıyla çıkmıştım.

Bu kez de başrolde yine Teodora vardı ve Konsolos yerine de aynı sıcaklık, samimiyet ve sevecenlikte Papaz Kirillos…

Size bu “92 yıl sonra ilk kez olan ayinin” öyküsünü anlatayım şimdi.

17 Ağustos’tan tam bir hafta önce Perşembe günüydü sanırım…

Teodora çıktı geldi…

Yine aynı “Türk Yunan” muhabbetinden sonra söz Selçuk’ta yapılacak olan “Meryem Ana Ayini’ne” geldi… Teodora başladı o ayini anlatmaya… Bir anda iş Aya Vukolos Kilisesi’ne geldi…

“Keşke orada da yapılabilse, Türk – Yunan halklarının arasındaki sıcaklığa sıcaklık katar” dedi…

Bir yıl önce Yunanistan’da yaşadığım konukseverliği ve samimiyeti de hatırlayınca patlattım soruyu: “Yapmak istediniz de ‘Hayır’ mı dendi?”

Daha önceki yıllarda, konjonktürel olarak yaşanan gerginlikler nedeniyle, düşünülse de hep vazgeçilmiş. Uzun uzun anlattı bunu.

“Ama yahu” dedim ben de “dünyanın haline bak, Suriye’de, Filistin’de nasıl katlediliyor? Yaşama umutlarımız, gelecek umutlarımız nasıl söndürülmeye çalışılıyor anlamıyor muyuz? Aramızda sadece bir deniz var, yıllardır dünyanın insanı gelip gidiyor. Binlerce yıllık tarih, ortak gelenek ve alışkanlıklarımız var. Hala Amerikan, İngiliz oyunlarıyla birbirimize neden düşmanız ki? Sizin inandığınız Allah ile benimkisi farklı mı ki? Ölünce yattığımız toprak farklı mı? Doğunca çıkardığımız ilk sesler aynı değil mi?”

Teodora şaşırdı tabii…

Ardından devam ettim, “Bak, ben akılsızlık ettim. Hem Atatürkçüyüm dedim hem sevgili liderimin savaş sonunda savaştığı ülkenin bayrağına basmayı, yerlerde kalmasını ret ettiğini anlayamadım. Siz Valilik iznini alın, ben başkanla konuşacağım” dedim.

Teodora’nın şaşkınlığı tavan yaptı tabii…

Cuma günü sevgili Başkan Aziz Kocaoğlu ile görüştüm ve İzmir Ortodoks Cemaati’nin Aya Vukolos’ta, aynı Selçuk ve Trabzon’da yaptığı gibi bir ayin yapmak istediklerini söyledim. Başkan Kocaoğlu, “Olur aslında ama bir bakayım seni arayım” dedi… Bir saat sonra aradı ve “Tamam, yapsınlar. Biz de hemşerilerimizi, gelen olursa konuklarımızı en iyi şekilde ağırlayalım” demez mi?

Hemen döndüm ve bunu Teodora’ya bildirdim.

İzmir’deki dini liderleriyle de acilen görüşmem gerektiğini söyledim.

İzmir’de çok az sayıda Ortodoks yurttaş varmış meğer. Üstelik bir zamanlar çokça kiliseleri olan bu cemaat şu anda Hollanda’dan kiraladıkları bir Felemenk Kilisesi’nde kiracıymışlar.

Cumartesi sabah bu kiliseye gittim. Ayin bitmiş, cemaat dağılıyordu. Kilisenin bahçesinde siyah giysiler içinde güler yüzlü bir adam çevresindeki çocuklarla ilgileniyordu. Teodora beni tanıştırdı ve ilk tepki “Hasan Beey hoş geldin…”

“İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun selamını getirdim öncelikle” dedim ve “sağ olsun var olsun aleyküm selam” karşılığını aldım.

Tam bir hafta sonra olacak bir ayin için başladık planlamaya…

Ama o küçücük cemaatin, çoluk çocuk mutluğunu görmeliydiniz.

Önce samimiyetle kendimi anlattım.

Teodora zaten anlatmış ama on yıl önce düşündüklerimin bugün nasıl değiştiğini bir de ban anlattım. Bizim, onların dinsel özgürlüklerini sonuna kadar yaşayabilme haklarının yanında olduğumuzu söyledim. Araya da rahat durmayıp “Keşke Yunanistan ve adalardaki kültürel mirasımızı, Atina’daki cami beklentisini de gündem yapabilsek” deyiverdim. İçimden de “şimdi başlayacak tartışma” diye geçirirken, dinsel özgürlükler konusunda Papaz Kirillos’un da benzer şeyler düşündüğünü öğrenince bu kez şaşırma sırası bana geçti.

2Vakit az, yapacak çok şey var2 deyip, sevgili kardeşim Özel Kalem Müdürü Levent İşler’in sayesinde bir araçla “Hayd, hemen gidip bakalım” deyip Kiliseye gittik…

Kirillos’un sevinci, mutluluğu, kiliseye girerken yaşadığı duygusallığı tahmin edin.

Sevgili ağabeyim Orhan Beşikçi’yi de davet ettim o gün. Sağ olsun sıcak hava demedi geldi ve tanıştı papaz ve ekibiyle. Güzel bilgi paylaşımları oldu ki sanırım Orhan Beşikçi bunu ayrıca yazacak. Çünkü Beşikçi abim İzmir’e Basmane farkındalığı yaratan adamdır. Onu Basmane ve çevresiyle alakalı “iş çevirenlerin ve çevirmeyenlerin” ciddiye alması gerekir ama…

Her ne kadar İzmir’in muhterem medyası bu konuyu anlamazdan gelse de, Yunanistan, İngiltere ve Rusya’dan yansımaları hala sürüyor. Tuhaf ama her fırsatta İzmir’i bilmem hangi Avrupa kentiyle kıyaslamaya kalkanlar, İzmir’in neyi başardığını ne haber yaptı doğru düzgün ne de yazdı, söyledi. Oysa Yunan medyası hala bu konuyu haberleştirip Başkan Aziz Kocaoğlu’na övgüler yağdırıyor. İleride yapılacak yeni etkinliklerde sanırım “köşeli jeton” sahipleri fark edecekler ne yaptığımızı. Hala kafası EXPO için “tan tun” edenlerin, çok yakında “yahu neler oluyor” diyeceğine yüzde yüz inanıyorum.

Planlamanın ardından Papaz Kirillos büyük bir nezaket örneği göstererek Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş ile Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu ziyaret etmek istediğini söyledi. Ayin haftası önce Konak ziyaretine eşlik ettim sonra da Büyükşehir. İki belediye başkanının da uygar ve insan temelli sevgisine tanıklık ettim.

Bu tarihi organizasyonda öyle isimler var ki, öyle dayanışmalar sergilendi ki, anlatmaya sayfalar yetmez.

Kilisenin çevresini bir anda düzelten Büyükşehir’den Daire Başkanı Buğra Gökçe ve tüm ekibi, Zabıta Daire Başkanı Şemi Albat ve ekibi, Genel Sekreter Pervin Genç, Protokol Müdürü Pınar Kavasoğlu, Reşat Yörük, Cemal Soyoğul, Serpil Keskin, Konak Belediye Başkan Yardımcısı Eser Bey, Nursel Hanım ve ekibi, Konak Belediyesi Temizlik İşleri, Grand Plaza’dan Ahmet kardeşim ve ekibi ve kiliseyi gece gündüz koruyan ama bu organizasyonda her işin, işin ciddiyetine göre yerine getiren güvenlik görevlileri. İsim unutabilirim diye yazmadım ama anacığı ciddi hasta olmasına rağmen “önce işim” diyerek hiç ayrılmayan Melek kardeşimi özellikle yazmalıyım… Ayin günü de kilise güvenliği için gelen o güler yüzlü İzmir Emniyet Müdürlüğü personelini de söylemeliyim.

Keşke Kültür Turizm İl Müdürlüğü de “fiilen” aramızda olsaydı…

Abdülaziz Ediz Bey’i ziyaret edip söyleyeceğim, ama 17 Ağustos ayininin önemini sanırım henüz İzmir ve İzmir yöneticileri, iş dünyası, sivil toplum ve medya anlamadı.

Aslında ne çok yazmak istediklerim var…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı gerçekten tarihi önemde bir adım attı.

Aya Vukolos Ortodoks dünyasında oldukça önemli bir aziz. Üstelik İzmir’de yine Ortodokslar için önemli 50 aziz bulunuyormuş. Bir azizin anılmasına yol açan da “Aziz Kocaoğlu” ki buna da ilahi tesadüf mü diyerek uzatmamak lazım galiba.

17 Ağustos günü benim doğum günümdü…

Bir 17 Ağustos’ta ise on binlerce canımızı kurban verdik depreme. Ve biz depremle yanarken ilk el uzatan “komşu” Yunanistan oldu…

Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir yakınlaşma yaşandı…

Ve bir 17 Ağustos’ta da Yunanistan ve Ortodokslar için çok önemli bir etkinliğin yolu açıldı.

Ortodoks Patrikhanesi şimdi daha umutlu…

Şubat ayında Aya Vukolos Bayramı’na hazırlıklar başladı…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, İzmir’in ruhundaki hoşgörüyü tarihe geçirerek yaşatmaya devam edecek.

En kötü iletişim bile iletişimsizlikten iyidir.

Keşke on yıl önce “iletişim” kurabilseydim.

Çok merak edildi yazacaklarım… Bu da bana panik yaşattı. Oysa bu kadar işte…

Birileri biliyorum çok kızacak, kızıyor. Ne yapayım? Dondurma yesin…

Ben ebedi liderim Atatürk’ün yaklaşımını bile yeni anladım. O savaş alanında yere düşmüş Yunan bayrağını yerden kaldırmışsa, şimdi benim ve bizim -savaş ortamında bile değiliz- avantajlarımız daha fazla, yurttaş boyutunda komşumuza el uzatıp, uzatılan eli de tutmamız lazım.

Dünyadaki korkunç savaşlar, din tüccarları, içine şeytan kaçmış melek yüzlü kapitalistlerin oyunlarını sadece iki halkın ortak iradesi bozar.

Atatürk’ü Nobel’e aday gösteren Venizelos bile buna inanmışken, Atatürk katıksız barışı siyaset yapmışken bizim sadece bunları “yaşamamız” gerekiyor…

Son olarak belirteyim ki, sadece Ortodoks değil Katolik, Protestan, Musevi, Müslüman ya da dinsiz…

Önemli olan sadece İnsan olmaktır…

“Bizi çok şaşırttın” diyenlere de bir çift sözüm var…

Bekleyin… Şu anda danışmanlığını yapmaktan onur duyduğum Başkan Kocaoğlu’nun da onayıyla ben sizleri çok yakınlarda daha çooook şaşırtacağım. Ama şaşkınlığa değil oluşacak gerçek sevgilere, dostluklara bakın siz ve zaman kaybetmeyin.

Çünkü ben çok zaman kaybettim…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın