İzmir’in son sadaka taşı mı?

Konak Vapur İskelesi yolcu salonundaki iskemlelerden birinde oturuyor, bineceğim vapurun kalkış saatini bekliyordum. Bir yandan günün yorgunluğunu atmaya çalışırken bir yandan iş çıkışı saatinde önümden yüzlerce kişinin vapura yetişmek için koşturmalarını seyrediyordum.

Bir an önümde bir adam beliriverdi. Avucunun içindeki bozuk paraları göstererek Menemen’e gideceğini, yol parasının eksik olduğunu, benim tamamlamamı istediğini söyledi. Yüzünde alaycı bir ifade vardı ve oldukça samimiyetsiz görünüyordu.

Benden para isteyen kişinin kılık kıyafeti bir yazlık yöreden geldiği izlenimi vermişti. 65 yaşlarında, sinekkaydı tıraşlı, moda kesimli şortlu, saçları taralı bu kişinin aniden önüme geçip avuç açışını yadırgadım desem yalan olur.

Psikolojik sorunları olabileceğini düşündüm. Yine de karşılık verme ihtiyacı hissettim, “Maalesef yanımda hiç bozuk para yok, kusura kalmayın” dedim. Adam, “Peki, vapur bekliyorsun, nasıl parasız geçiş yapıyorsun?” diye sormaz mı. “Beyefendi, ben gazeteciyim, ücretsiz geçiş hakkım var” deyince, beddua ederek hızla uzaklaştı.

Şaştım kaldım, adam turnikelere doğru yöneldi. Oradaki görevliye bir şeyler mırıldanıp turnikeden bedava geçti ve Karşıyaka yönüne giden vapura bindi gitti. Arkasından baka kaldım. Sıcak bir yandan, mübarek Ramazan’da böyle bir beddua işitmenin sıkıntısı diğer yandan, yerimden kalkıp dışarı çıktım. Sinirlerim bozulmuştu, vapura binmekten vazgeçtim, sahil boyu yürümeye başladım.

Konak – Gümrük arası sahilde günün son kızıllıkları kaldırım taşlarına vuruyordu. Bir an bir klarnet sesi duyunca durakladım. Bir sokak müzisyeni, klarneti ile batan güneşin son ışıklarına seslenircesine yanık yanık üflüyordu. Önünde ise klarnetinin deri kılıfını sermişti. İçinde yoldan geçenlerin attığı üç-beş lira bozuk parayı gördüm.

“Hah, tamam. Dilenmeyen, sanatıyla nafakasını çıkaran bir kişi” deyip cebimdeki son bozuk paraları çıkardım. Beş kağıt lira ile madeni bir lirayı hiç düşünmeden sokak müzisyenin önündeki deri kılıfın için bıraktım ve yoluma devam ettim.

Az ilerideki Pasaport İskelesi yakınındaki banka oturdum… Fotoğraf makinemi çıkardım. Güneşin batışında oluşan alaca karanlıkta birkaç fotoğraf çektim.

***

Bankta oturup güneşin tepelerin ardında gözden kayboluşunu izlerken aklıma çocukluğumun geçtiği sokaktaki Osmanlı Dönemi’nden kalma sadaka taşı geldi. “Yerinde duruyor muydu, yoksa bir inşaata temel taşı yapılmak için yerinden kaldırılmış götürülmüş müydü?” diye aklımdan geçirdim.

O merakla ertesi gün eski muhitimi ziyaret ettim. Yine bir akşamüzeriydi. Yerinde duruyorsa, karanlık olmadan fotoğraflamalıydım. Adımlarımı sıklaştırdım, eski Hükümet Caddesi’nden, Karakadı Hamamı erkekler girişi önünden Külhan Sokak’a girdim.

Külhan Sokak’ın ara dönemecini geçtikten sonra Karakadı Hamamı Sokağı ile kesiştiği evin köşesine heyecanla baktım. Aradığım şey; “sadaka taşı” halen yerinde duruyordu. Derin bir soluk aldım. Fotoğraf makinemi çantamdan çıkarıp bir kaç kare çektim. “Bir dahaki gelişimde yerinde bulamayabilirim” diye kendi kendime söylendim.

Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu sokaktaki taşı ben “sadaka taşı” olarak bilmezdim, bulunduğu evin duvar köşesine destek ve dayanak olması için konulduğun sanırdım.. Çocukluğumda üzerine çıkar aşağıya atlardım. O yıllar boyu 2 metre kadardı, şimdi ise yarım metreye kadar kısalmış! Çünkü yıllar içinde belediyece sokağa dökülen her asfaltlamada yol seviyesi yükselmiş. Böylece sadaka taşı da yarım metreye kadar küçülmüş.

Bu tür mermer sütunlara eski İzmir sokaklarında sıkça rastlanırdı. Bu taşlar genellikle ev ve sokakların kesişme noktalarında yer alırdı. Bu sütunları Romalılar’ın Hıristiyanlık öncesi pagan inançları gereği “boğa kurban etme taşları” olduğu iddia edilir…

Müslüman Türkler döneminde ise sütun taşların üstlerinin orta kesimine küçük bir yontma ile çukurlar eklenmiş… Bu çukurlara dönemin madeni paralar hali vakti yerinde vatandaşlarca bırakılır, yine ihtiyaç sahibi fakir vatandaşlarca da bu paralar sadaka taşlarından alınırmış.

İhtiyacı kadar parayı alan, kalanını oraya, çukura bırakırmış! Çünkü kendisi gibi daha başka ihtiyaç sahibi olanları da düşünürmüş. Yine bu sadaka taşından para alanlar oraya o parayı bırakan meçhul hayırseverlere de dua okumayı ihmal etmezmiş…



Tabii bu hayır – hasenat, parayı o çukura bırakan da, alan da birbirlerini görmeden gerçekleşirmiş… Bu zarif yardımlaşma ve dayanışma sistemi Osmanlı dönemlerinde uygulanmış. Zaman içinde bu yardımlaşma usulü, geleneği unutulmuş.

***

Geçmişin bu güzel geleneklerini artık şimdilerde birer masal gibi okuyoruz! Çünkü artık ihtiyaç sahibi olsun olmasın, neredeyse kimse kimseyi düşünmüyor…



İzmir’in son sadaka taşı keşke bu köşede yerinde durmaya devam etse… Agora ören yerini ziyaret edenlere bir rehber eşliğinde bu taşın bulunduğu yere getirilip işlevi yerinde anlatılsa, ne hoş olur değil mi?

Bu sadaka taşı Agora ören yerinin duvarına bir taş atımlık uzaklıkta. Büyük bir olasılıkla da yakın zamanlarda kamulaştırılıp Agora kazı alanı içine katılacak sit alanında…

Benim için ise manevi değeri oldukça fazla bu taşın… Neden mi? Sütun taşının üstündeki oyuktan çocukluğumda para almış olduğumdan filan sanmayın sakın! Bu taşın bulunduğu köşeden rahmetli annem benim Misakı Milli İlkokulu’ndan evimize dönüşümü bekler, bu taşın önünde beni karşılardı da ondan…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın