Utanması gerekenler!

Türkiye’de “at iziyle it izi karışmış…”

Ya İzmir’de?

İzmir’de “karışmamış mı”?

İzmir’de “neler oluyor” anlıyor muyuz? Çözebiliyor muyuz?

Bu Pazar günü can sıkmak istemem ama galiba “sıkıcı” günlerin ortasındayız zaten.

Bir yandan “seçim” derdi…

Bir yandan “geçim” derdi…

Üst üste e-postalar geldi ve sanırım gelmeye devam edecek…

Aziz Bey onu dedi, Yıldırım bunu dedi, Tartan hopladı, Şeboy zıpladı, boş verdim bugün…

“Utanmak” dedim “utanmak”…

Kötü bir şey değil utanmak, belki de en insani davranış, gerektiğinde…

Ama “utanmayı” unutup “utanmadan” yaşayanlarla doldu dünya. Oysa “utanabilseydik” hala, belki de “at” izleriyle “it” izleri bu kadar karışmazdı, ne dersiniz?

Üst üste e-postalar geliyor dedim ya?

Ne onlar biliyor musunuz?

Falanca kardeşim meslektaşım filanca adayın basın danışmanı oldu…

Filanca gazeteci falancanın yanına geçti…

Filan, falan danışmanlığını üstlendi…

Böyle işte. Birbirinden kıymetli, başarılı meslektaşım “aktif gazeteciliği” bırakıp “basın danışmanlığı” görevini alıyor.

Kötü mü bu?

Hayır tabii. Basın danışmanlığı da bir iştir ve bu işi başarıyla yapan nice arkadaşımız var. Her seçim döneminde de böyle değişimler sürer.
Peki, neden bir “gazeteci” böyle bir tercih yapar, düşündünüz mü hiç?

Söyleyim mi?

Basın âleminin düzeni bozuk olduğundan…

Muhabir, köşe yazarı, foto muhabiri, kameraman olarak çalışan bir meslektaşımın, bugün İzmir’de hangi şartlarla boğuştuğu kimin umurunda?

“Yukarıdakilerin” işleri tıkırında ama ya aşağıdakiler?

İşte onun için soruyorum “utanması gerekenler” yok mu acaba diye?

İzmir’de hızla akıp giden seçim sürecinde, adayların bütçelerinin medyaya nasıl dağıldığını merak edeniniz var mı? Medyaya harcanan paraların dağılımı hangi kriterlere göre oluyor mesela?

Seçim döneminde basın daha fazla çalışması gerektiği halde neden kan kaybına uğrar, mantıklı mı bu?

Son zamanlarda İzmir Belediye başkan adaylarının “İstanbul medyasına” artan ilgilerinin nelere yol açabileceği kimin umurunda?

Geçen gün sabah yayınıma bir mesaj geldi zıvanadan çıktım.

Mesajda bir İstanbul televizyonunun Konak Meydanı’ndan yayın yaptığını, benim neden “halkın içine girmediğimi” soruyordu vatandaş. Belli ki tanımıyor beni. Ne bilsin bir televizyonun canlı yayın şartlarının nasıl oluştuğunu?

Kendi adıma İzmir’de “canlı yayın” konusunda çalıştığım tüm televizyonlarda farklı bir şeyler yaptım hep. Şimdi de neler düşünüyorum bir bilseniz?

Çok değil izlenme çokluğunda yakın geçmişte İstanbul’la nasıl yarışırdık Kanal 1 TV’da, Ege TV’da…

Şimdi?

Şimdi yok… Çünkü İzmir’deki siyasetçiler ve iş dünyası kendi basınından “utanmıyor”… Onlara İstanbul televizyonlarına çıkmak, İstanbul gazetelerine beyanat vermek daha “uygun”… Nasılsa İzmir’de de basın birbirinin gözünü oyacak ayrımda…

Canlı yayın maliyetlerine İzmir’de “olmaz” diyenlerin İstanbul televizyonlarına ne kadar ödediklerini bilmiyorum gerçekten. İzmir’de “kazanan” firmaların, holdinglerin tüm “işlerini” İstanbul’dan halletmelerini de “konuşmuyoruz ki” utandıralım! İzmir’in en “kudretli” ve “baba” denen holdingi bile reklam, yayın anlamında İstanbul’dan iş görüyor da biraz kızarmıyor yüzü, üstüne bir de “İzmir’e dair” düşünceler beyan ediyor!

İzmir’deki gazete ve televizyonlarda bugün her şeye rağmen “asgari ücretle” çalışıyorsa “gazeteciler” ve bunu hala fark etmiyorsa siyasetçisinden işadamına İzmir, ne yapmalı ki “utanın” diye haykırmaktan başka?

EGİAD, ESİAD gibi örgütler hep “İstanbul’dan” davet edip “ukalalık” dinlerler ya? Bir de “beni çağırsalar ya” şöyle yüzlerine bir “çemkireyim” çekinmeden “sizlerde utanma kaldı mı, sizin bu İstanbul kompleksleriniz yüzünden asırlık İzmir basını ölmek üzere” diye!

Not: İnanın artık “yeter leeeyn diye bağırasım var Konak Meydanı’nda… Ortalıkta konuşmamız, tartışmamız gereken ne kadar İzmir derdi var? Oysa her aday kendine bir saf oluşturmuş resmen “kendini tatmin” ediyor. Birileri 31 Mart’ta ciddi olarak eşekten düşmüş karpuza dönecek ama kimler?

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın