Yerleşik “İzmir” ve “İzmirlilik” algısına eleştirel bakış – 1

İzmirlilik denilince hepimizin içini ısıtan, gülümseten bazı yakıştırma ve alışkanlarımıza, başta sosyal medya olmak üzere farklı mecralarda sıklıkla karşılaşırız. Hayatı biraz daha yavaş ve renkli yaşamak arzusu bir Akdeniz alışkanlığı olarak İzmir’de de kendini hissettirir. Gevrek, kordon, imbat, deniz, siesta, yerel ağıza özgü deyimler… Bunları duymak bizleri keyiflendirir. Ama sadece bu kadar… Keyiflendirir. Ancak İzmir kent kimliğini ifade edemez. Etmemeli de…. Bizlerin beslediği bu İzmir ve İzmirlilik yaygın algısı, İzmir’e ağır haksızlıktır.

Daha derin yeni bir kent kimliğine ihtiyaç var

Yunanlılar’ın Anglo-Sakson merkezli medeniyet algısını eleştirmek için başvurduğu “Onlar ağaçlarda yaşarken bizler Ege’de felsefe yapıyorduk” ifadesine başvurmayı önemsiyorum. Homeros’un memleketinde popüler ve süreli yerel vurgular ile kurgulanan İzmir ve İzmirlilik algısının kırılması gerektiğini düşünüyorum. Domat, çiğdem, boyoz, gevrek, kordon, Çeşme ve benzeri semboller, 8 bin yıllık kavimler ve medeniyetler merkezi İzmir ve İzmirli kimliğinin asla karşılığı olmamalıdır. Adım başı abide antik yapıları barındıran bir kentin kimliğini güncel alışkanlıklara indirgemek hiç de vicdani değil. Daha derin hafızaya sahip, komplike ve kapsayıcı yeni bir kimlik ve bilinç inşasını gerekli görüyorum.

İzmir göçmenler şehri. Tıpkı Anadolu’nun bir çok kentinde olduğu gibi. Üstelik İzmir kent kimliğinin temel unsuru olan etnik grupları büyük ölçüde geçen yüzyıl yitirdik. Kadim İzmirliler ’in yerine gelen İzmirliler’in ise bu kentte üç, bilemediniz dört kuşaklık bir mazisi var. Yani bugün İzmir’de yaşayan İzmirliler’in kadim İzmirliler’in sosyal ve kültürel anlamda devamı olduğu söylemek zor. Üstelik bugün İzmir algısının ana tonlarını oluşturan alışkanlık ve yaklaşımların ilk kuşak yeni İzmirliler ’in de ardılı göç grupları gibi, İzmir tarihi ve kültürel kodlarını çok da içselleştirdiğini söylemek mümkün değil.

Göç almak o kadar da kötü değil

Günümüzde sadece getirdiği sorunlar ile algılanan göç olgusunun sanıldığının aksine kötü olmadığına inanıyorum. Kötü olan göçü yönetememektir. Göçmenleri kent ve kent kültürünün temel besini olarak görürüm. Bu nedenle yeni göçmenleri hep sorun olarak algılamanın asıl sorun olduğunu düşünürüm. Verilen bir örneği hatırlamak gerekirse; 19. Yüzyıl Paris’in de yaşayanların üçte ikisinin Fransızca bilmediği söylenir. 19. Yüzyıl’ın ortak dili olmayan Paris’inden bugünün kült kenti Paris’e uzanan öykü, göçmenlerin kentleşme ve kent bilincinde sorun değil katkı olduğunu göstermektedir. Bugün 8 milyonluk Londra nüfusunun en az yarısının İngiliz olmayan göçmenlerin oluşturduğunu ve İngilizlerin bunu bir kabus olarak görmediğini de unutmamak gerekiyor.

Göçmenler yerleşikleştikçe “yenilikçi” özelliklerini kaybediyor

İzmirlilik ve İzmirlilik bilincinin inşasında, kapsayıcılık gereğini açmak istiyorum. Kadim ahalisinin etkin renklerini geçen yüzyıl başlarında yitirdikten ve yerlerine gelen ilk akım göçmenlerin Cumhuriyet sonrası İzmir toplumsal dokusunun omurgasını oluşturduğu görüyoruz. Anadolu’ya göre Batılı yaşam tarzına daha yakın bu omurga nüfus, sosyal ve kültürel alanda olduğu gibi ekonomide de oyun kurucu oldu ve kentin ilk yerli kapitalist gruplarını meydana getirdiler. Göçmenlik ruhu gelişime açık dinamik bir yapıyı ifade ettiğinden kentin ilk yerli sermayedarlarını oluşturan bu grup kentin ve ülkenin ekonomisinin, özellikle de sanayisinin gelişmesinde öncü rol üstlendi. Ancak göçmenlik ruhu sürgit devam etmiyor. Göçmenler yeni yurtlarını kanıksadıkça ve yeni göçmenlere ev sahipliği yapmaya başladıkça riske ve gelişime açık yapıları konservatif bir hal alıyor ve süreç içinde muhafazakarlaşıyor.

Eski göçmenler yenileri kabullenmedikçe…

İzmir’de de durum bundan asla farklı olmadı. Geçen yüzyılın ilk yarısında İzmir’de yerleşen ve etkinleşen omurga nüfus muhafazakarlaşma konusunda çarpıcı bir karakter sergiledi. İçe dönük, dışa karşı korumacı yaklaşım geçen yüzyılın son çeyreğinden itibaren İzmir’in bugün o çok sorguladığımız ekonomik ve sosyal yaşamdaki düşük performansı beraberinde getirdi. Oligarşiye uygun olmayan Türk toplumsal dokusunda başarısız oligarşik teşebbüslerinden birisi bu süreçte İzmir’de yaşandı. Kent sosyal ve ekonomi yaşamında etkin olan ilk akım göçmen orjinli sermaye İzmir’in elitleri olarak kentte atılacak her adımda izinlerine başvurulmasını gerektiğini düşündü. 1950’lerde sanayileşme adına öncü adımlar atan bu sermaye dokusunun yeni riskler alma konusundaki isteksizliği ve dışarıdan gelenlere sevimli yaklaşmaması İstanbul-İzmir gelişmişliğindeki onda yedi oranının bir çeyrek yüzyılda İzmir aleyhine yerle bir olmasını beraberinde getirdi.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın