Neredeyse gece ile gündüz kadar net olan temel olarak iki farklı sistem gerçeği var ortada; vahşi, despot kapitalizmin anti demokratik totaliter rejimi ile sosyalizm bile demeye dilim varmıyor ama ille de çoklu demokratik bir sistem.
Adil bir demokrasi yerine, despot, adaletsiz, vahşi sömürgen, ırkçı bir rejim tercih ediliyorsa, ancak bu insanların bilincinin ve gözlerinin bağlı olarak ya da zor yoluyla kabul ettirilen yanlış bir seçim tarzı olmalı!
Seçimlerde partilere ya da liderlere oy kullanıyoruz sanıyoruz. Temel yanılgı burada galiba!
Oy verilen partinin veya liderin aslında dünya görüşüne oy vermiş olduğumuzun farkında mı değiliz?
Yoksa halkımızın sol sosyalist parti ve insanlarıyla bir güven problemi mi var?
Bireylerin ve toplumun davranışları, hayatı, üzerinde yaşanılan toprak parçası, coğrafya tarafından değil, yaşadıkları tarihsel mekan içinde şekilleniyor.
Kişisel olarak bu günümüzün ve yarınımızın anlamı ve gidişatı için geçmişte yaşadığımız günlere bakarız.
Nasıl bir tarihsel mekan şekillendiriyor davranışlarımızı, yaşamımızı?
Resmi devlet okullarında okutulan tarih mi halkın gerçek tarihi?
Devlet liderleri, kahramanlıklar, paylaşım savaşları, yasalar, yasaklar ve büyük işlerle dolu tarih! Tek ulus, tek din, tek dil gibi tek tip zihniyette yurttaşlar yetiştirme gayreti ile devlet denetiminde yazdırılmış tarih!
Sıradan halkın günlük yaşamı, işleri, evleri, evinde kullandığı eşyaları, sokağındaki ağacı, komşulukları yok sayılmış, tarihin dışına atılmış tarih!
Bireyin düşüncesinin, kaygılarının, yeteneklerinin, acılarının, sevinçlerinin, ümitlerinin yazılmaya değer bulunmadığı tarih!
Ne yazık ki resmi tarihimiz bu haliyle, ders diye okullarda okuyup unuttuğumuz (uyutulduğumuz), o tarihi yaşayan insanlardan, bireylerden soyutlanmış cansız, kuru, sansürlenmiş, mekanik, tek yanlı bir tarihtir.
Bu tek yanlı zihniyet, kendi yazdırdığı uyduruk tarihinde yok saydığı insanları, sözüm ona bu tarih bilinciyle vatana, millete, devlete, bayrağa, toprağa sahip çıksın diye, durmadan kışkırtığı savaşlara sürüklüyor.
Bu zihniyetin ürünü sistemler sadece halkın tarihini değil, bilincini de yok ediyor.
Savaş yıkımı yetmiyor. Kentsel dönüşüm, ileri demokrasi, toplumsal gelişme diyerek fiziksel çevreyi; evleri, mahalleleri, dereleri, ağaçları, her şeyden önemlisi insanların anılarını yok ediyor.
Kendi bildiğince köksüz, yeni bir şehir, yeni bir hayat, yeni bir tarih yazıyor!
Kendi dayattığı sistemi destekleyen yeni bir insan yaratıyor!
Hayatımızı, anılarımızı, geleceğimizi, umutlarımızı, bu denli hor gören, yıkıma uğratan sisteme karşı, kendi geleceğimizi kurmak için önce kendi tarihimizi kendimiz yazmalıyız.
İçinde yaşadığımız çevremize; dallarından meyve yediğimiz ağacımıza, mahalledeki kedimize, sokak çeşmemize, alın teri akıttığımız işimize, çocukluğumuzdan kalmış bir kilimimize, insanımıza, birbirimize önem verdiğimizde, nasıl da anlam kazanıyor hayat!
İnsandan arındırılmış bir sol siyaset eleştirisi, gelecekten umut kesmenin nedeni olabiliyor. İdeolojik yenilgilerimiz, başarılarımız veya hatalarımızla ilgili, birey olarak kendimizi dışarıda bırakan kuru, teorik, siyasi genellemeler, ancak rant sisteminin işine yarıyor.
Mesnetsiz yargılamalara muhatap kalmaktansa, kendi yanlışımızı kendimiz bulmalıyız.
Hatamızı, eksiğimizi görebilmek ve özeleştiri yapmak, karanlıkta kalmış güzel işlerimizi de aydınlatacaktır.
Sol, demokrasi ve sosyalizm tarihimize, “iyi ve kötü yanlarıyla bir bütün olarak insan” faktörünü, insan emeğini, bireyin içinde bulunduğu şartları gözeterek bakmak, hem halkı hem de onun davasına kendini adamış siyasal kişilikleri daha iyi anlamamızı sağlayacak.
Yaşamın küçücük ayrıntılarında, bireysel anılarda gizli kalmış sıcacık insan yüreğini, emeğini, çabasını yakaladığımızda, siyaseten nerde iyi yaptık nerde yanlış yaptık, daha iyi anlamak mümkün.
Kendi tarihimizi kendimiz yazdığımızda; kökü kurudu sandığımız hayat ağacının canlanması, kupkuru görünen dallarının, yeniden tomurcuğa durması, çiçeklenmesi ve yeniden meyvelerini vermesi mümkün!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.