Kendime notlar: Evet, umut var ama çok da heveslenme

Önceki akşam odasında, birbirinden bağımsızca yere döktüğü oyuncaklarının ortasında ikimiz, bir tren yoluyla, bir beton kararla, bir falanla filanla oynarken,

– Anne, sen çok güzel kekler yapıyorsun, deyiverdi Çınar.

Şok şok şok!

– Öyleyse yaptığım kekten neden yemedin? Çikolatalı mı istiyorsun? (Bunu daha önce dile getirmişti, yani güdüleme amaçlı sorulmuş bir soru değildir.)

– Evet, bir daha bu kekten yapma!

– !?!

Sanırım ertesi günün akşamıydı, bu kez sofrada geldi iltifat:

– Ama evdeki yemekler okuldakilerden daha güzel…

İkinci şok dalgası… Hem de bu kez, kek gibi kabul edilmesi çok kolay ve çocukların ağzına layık bir yiyecek için değil; patatesli bezelye, pilav ve cacık gibi son derece geleneksel bir mönüyü şapırdatma halindeyken söylendi…

Bilmiyorum bu sonuncu iltifatta; “Artık yemeklerini evde de kendi başına ye istersen. Okulda kendin yiyorsun ya…” şeklindeki önerimin payı var mıydı?

Kolaya kaçmanın yolunu, anneyi yağlayıp ballamakta bulmuş olabilir, daha bu yaşında kerata!

Bu çıkarımı, yemek yerken bana çektirdiğinde,

– Yemiyorsan ilgilenmiyorum, istersen kendin ye!

şeklindeki sözlerimden sonra söylediği,

– Hayııırrr! Sen yedir!

narasından dolayı yapıyorum.

Ve yine biliyorum, böyle demenin ucu, “Benim yedirmeme razı olmazsan kendin yersin!”e yani bir çeşit cezalandırma tehdidine varıyor.

Ama ne yapayım ki ben de kusurlu bir faniyim işte…

Her daim hazır, yemek kartı

Evet, artık daha fazla çeşitte yemek yiyor ve okula ilk başladığı zamanlara göre el artırması beni acayip mutlu ediyor.

Ne ki yemeği, elinde bir koz olarak hala bulunduruyor.

Anne biraz ev işine mi verdi kendini; kullan yemek kartını!

Anne onunla istediği oyunları uzun uzun oynamadı mı; kullan yemek kartını!

Bin bir heves ve emekle, kısa zamanda kotarmaya çalıştığım zavallı yemeklerim, arada pinpon topu gibi oluyor bu çekişmede…

Çınar artık pek çok konuda daha fazla umut veriyor bana. Hemen arkasından da bir “ama” bağlacını eklemeye hazır biçimde “ama”… 🙂

Misal, son haftalarda evde bir bahar temizliği, bir yenilenme havası esiyor. Salon, koridor, yatak odası gibi bilumum yerlerin duvarlarını, “Önümüze gelene bin tekme” şeklinde gönlüne göre çiziktiren küçük yurttaşın bu eylemine, boya-badana eylemiyle yanıt verdik. 🙂 Hacı Amca yatak odasını boyarken bizim küçük, eline pastel boyalarını almış, imzasını atıvermişti. Ama biliyorum ki bakışındaki ve gülüşündeki muzip ifadenin tercümesi; “Şu son fırsatı bi değerlendireyim” idi…

O da biliyor, artık duvarlarımız temiz, evimiz yenilendi, ona daha iyi bakmalıyız. Hatta bunu kendisi de ifade ediyor, “Evimiz yeni oldu” diyor. Hazır boyama işine girişmişken epeydir aklımdaki ufak tefek eşya değişikliklerini de yaptım/yapıyorum çünkü.

“Benim kitaplarım niye daha az?”

Çınar henüz bebekken tüm kitaplıklarımız salonda ve tüm rafları da yerli yerindeydi. Ne zamanki o, yürüyen küçük bir bombaya dönüştü; biz de kitaplıkların sadece iki adedini salonda bırakmak, diğerlerini “çalışma odası” tabir ettiğimiz ve aslında pek de kullanamadığımız odaya geri koymak suretiyle bir değişikliğe gittik. Kalan iki kitaplığı duvara tepesinden monte ettirmiş, alttaki ikişer rafı ise iptal etmiştik. En alt rafın üstüne oturur, oyuncaklarıyla oynar, burayı arabalarını depolama alanı olarak kullanırdı. Ben bu alana önce kitaplarını koyuyordum ama bakıyordum ki günde 18745566 kez o kitaplar yeri boyluyor, ziyan oluyor, dedim ki “Vazgeç! O daha çok küçük, algılayamıyor.” Kitaplarını, mobilyanın orta rafına koyuyordum; hem ulaşmasının mümkün olduğu hem de her daim yerlere saçamayacağı uzaklığa.

Bu bahar artık karar vermiştim; iptal ettiğimiz raflarımıza, yani daha fazla kitap koyma alanımıza kavuşmaya. Kitaplıkların yerini değiştirdim, yine duvara montelettim, 2 yıl önce raflar ile birlikte yerinden ettiğim pimleri bulamadım, gittim hırdavatçıdan yenilerini aldım. Kitapları dizmeye başladık raflara.

Çınar hemen kendi kitaplarını aldı, boyu boyuna uygun bir rafa yerleştirmeye başladı. Zaten ona ait olan ama biraz yüksekte kalan bir raf, biraz aşağıya inecekti. Baktım, son derece düzgün bir şekilde, üstelik de boy sırasına göre koyuyor kitaplarını. Kimisi kayıyor, düşecek gibi oluyor, bizimki benden yardım istiyor;

– Çabuk tuuttt! Düşüyoooorr!

Neyse. Sonra buraya arabalarını da koymaya başladı. E son derece mantıklı. Çocuk bakıyor ki anne, raflara, kitapların yanı sıra süs eşyalarını da koyuyor, onun da dekoratif malzemesi oyuncakları, ille de arabaları…

Sonra bu rafla işi bitti, bu kez bir altına yayılmaya başladı. Ellemedim hatta hoşuma gitti, kitaplıkta onun bölümünün artması. Hatta, babasının, üstünde bir çocuk resmi olan “Doğadaki Son

Çocuk” adlı kitabına bile sulandı, onu kendi rafına devşirdi. Bu da iyi…

Ertesi gün yemek yerken laf nasıl döndü dolaştı bilmiyorum yine kitaplık düzenine geldi. Bizimki demez mi,

– Yaa ööfff! Sizin kitaplarınız daha fazla. Benim kitaplarım az…

Rafların büyük bölümünü bizimkilerin kaplamasına bozuluyormuş zahir.

– Ama bak, senin de 2 rafın var, hem bu kitapların hepsi, büyüyünce zaten senin olacak…

demem pek işe yaramadı.

Mutsuz son 🙁

Ve dınınınınnn. Bu sabah… Kanepenin arkasındaki kitaplığa, bir şey koymak üzere yöneldim ve bir de ne göreyim! Bin bir özenle dizdiği kitapların tümü, iskambil kağıtları gibi yere saçılmamış mı!

– Bu ne! Yine kitaplarını dağıtmış bu çocuk, dediğimde eşim, olayın dün akşam vuku bulduğunu söyledi.

Filmi, kafamda hemen geriye sardım. Ben banyodayken, onu yıkamak üzere çağırmamı beklerken yapmıştı yapacağını.

Demek ki neymiş? Çocuğun zikrine öyle hemen güvenmeyecek, “Oh, büyüdü artık, laftan anlıyor, geçtiği yolları unutmuyor” diye kendimizi kandırmayacakmışız.

Evet, artık umut var, var olmasına da ektiğimizi biçmeye de daha var, daha var…

Sabah okula giderken kapının ağzında,

– Akşam eve gelince işin var, yere attığın kitaplarını geri yerleştireceksin, dediğim oğlumun,

– Hı? diye karşılık vermesinden biliyorum bunu…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın