Çünkü işin sonunda hıyaneti vataniyyeden kurşuna dizilmek de var maazallah (!)
Meselemiz EXPO namıyla maruf âlemi cihanın görüp görebileceği en muhteşem fuar!
Çok şükür sorunun olmadığını buyuruyor efendiler.
Lakin biz kralın çıplaklığına takmış sinir bozucu isyancılar öyle diyemiyoruz.
2020 senesindeki EXPOyu almak için efendilerimiz koşturuyor, Allah cümlesinden razı ola…
Biz de sokaktan bakıyoruz ne olacak bu işin sonu diye!
Memleketimizde yandaş kelimesi ciddi prim yaptığından, EXPO meselesinde de yandaş ve yandaş olmayan medyamız var.
Lakin yandaş olmayan medyamız bu yandaş olmamayı şimdilik çaktırmadan yapıyor, farkındayım.
Bu EXPO meselesinde Vali Beyden evvel de koşturanlar olmuştu.
Hatta rivayet hala muhteliftir, bir gün geldi yeter yahu, sıkıldık koşturmaktan biz okyanusta balık avlamak istiyoruz diyerek su koydular!
Vallahi bir şey bildiğimden değil, dedim ya rivayet muhtelif… Yoksa millete futbol oynatmayı pek seven kardeşimiz bırakır mıydı bu koşuyu?
Ama ne demişler balık avlamaya alışan otobüs bekleyemez!
Saçma bir söz değil mi? Biliyorum şimdi uydurdum!
Neyse…
Vali Beyimi inanın pek seviyorum.
Valim, işini gücünü her bir şeyini bu EXPOya endekslemiş. Ne sorulursa sorulsun, her yolun Romaya çıktığı gibi bizde de artık da EXPOya çıkıyor.
İnşallah Kasım geldiğinde de Vali Beyim her şeye rağmen sevinenlerden olur.
Vallahi ben bile yayınıma dekor ettim sağlıklı EXPOyu…
Ama ancak, fakat zira diye başlayan ve can sıkıcı olabilecek cümleleri kurmaya geldi sıra.
Peşinen özür dilerim!
Herkes için sağlık sloganına bakalım. Herkes derken kimler yani?
İzmirli mevkisiz, makamsız yurttaşlar değil sanırım. Yolu özel hastaneden geçenler de değil. Çünkü onlar için sağlık zaten Allaha emanet. Devlet Hastanelerinde hepsinin bir anda ruh sağlığını yitirmeleri normal sayılıyor artık. Özel güvenlikçilerin yakında ameliyatlara da gireceği an meselesi. Zira hastane yöneticilerinin çoğu hastanenin her biriminde özel güvenlikçi çalıştırma planları kesin yapıyormuş duyuyorum.
Bu hafta expo gelir mi memleketime! dizisi okuyacaksınız.
Bugün ilkyazı. Çarşamba ve Cuma da (ömrümüz olursa) iki ve üç diyeceğiz aynı başlıkla.
Bu EXPOyu ben de istiyorum, muhalif falan değilim. Ancak hancı makamında bir İzmirli olarak itirazım ve de isyanım var.
İZKAdan gireceğim belediyelerden çıkacağım, emniyetten gireceğim Sağlık Müdürlüğünden çıkacağım.
Yani diyeceğim muhataplarım şimdiden müsekkin için hazırlık yapsınlar!
Ciddi söylüyorum, 2015 için konuşmadım ama 2020 için konuşmazsam önce kendime sonra kentime görevimi yapmamış olurum.
Ortada kocaman bir samimiyetsizlik var, derdim de o zaten!
Bucadaki köşk meselesi!
Derler ya hani balık hafızalıyız diye?
Öyle bir olay yaşandı ki İzmirde gel de inanma bu söze!
Bucada 1800lü yıllardan kalma De Jongh adlı eski malikâne.
Yapanlar yapmış, satmış, ölmüş.
Devlet yıllarca kullanmış sonra da ihale yapmış, duyduğuma göre 49 yıllığına ayda 50 bin lira ve stopaj ile aslına uygun yenileme şartıyla Şifa Üniversitesine vermiş. Bu üniversite o köşkte hemşirelik okulu ve hastane hizmeti yapacakmış.
Bu ihaleye kimler girdi, nasıl geçti bilmiyorum.
Ama bildiğim şey Sabah Gazetesinin Egeli ekinin 13 Haziran 2012 tarihli sayısı. Bakın bakalım Egeli Sabahın o günkü manşetine ne yazıyor? O zamanın SGK müdürü Mustafa Keskinin beyanatı da var. Kocaman harflerle Üniversite Şifa olacak diye yazıyor.
Tarih Haziran 2012…
Şimdi ise Şubat 2013…
Buca Belediye Başkanı sevgili Ercan Tatı ile CHPli Vekil Mustafa Moroğlu tepki için neden bu kadar süre beklediler anlamış değilim. Gördüğümde soracağım ikisine de.
Şifa Üniversitesinin basın açıklaması da yeterli gelmedi bana.
Bu kadar uzun süre sessizlik ve sonra da büyük tepki türlü söylentilerin çıkmasına yol açtı ki benden söylemesi.
Bu olayda derdim sadece balık hafızalı olmadığımızı göstermek.
Şifa Üniversitesi de Buca Belediyesi de pek muhterem milletimin vekili de bence bir süre susup düşünmeli.
Çünkü sonra onlara soracaklarım var!
BENİM ÇOCUKLARIM!
Meleğimde işim tıkırında olmadı hayatım. Muhabirlik, haber müdürlüğü, programcılık, köşe yazarlığı derken yolun yarısındayım sanıyorum. Bir evladım var. Ona mal mülk bırakamayacağım. Lakin kocaman bir sevgim var mirasım. Bir gazetecinin en büyük mutluluğu, yazdıklarının veya söylediklerinin işe yaraması hedefe varması, okurunu izleyenini sarmalaması olsa gerek. Çok şükür. En küçük izleyenim Karabağlardan Sertaç, 8 yaşında. Galiba en küçük okurlarım da Bucadan ikizler Furkan ve Aleyna Atan kardeşler. Burada yazmaya başladığımdan beri her sabah Ege Telgraf alıyorlarmış. Lise bir öğrencileri sanırım. Ne mutlu bana, Allahtan başka ne isteyebilirim söyleyin. Verdi zira şükürler olsun. Demek ki artık onları da düşünerek yazacağız.
Sevgiler size çocuklarım.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.