Bayram “bayram da olur” dilerim…

Kurban Bayramı önce…

Sonra da Cumhuriyet Bayramı…

Aslında “bayramlık yazı” yazmak içimden gelmiyor. Günlerdir televizyonlara, özellikle de haber bültenlerine takılıyor gözüm. Birbirinden saçma, gıcık, arsız haberler… Kurban etinden ne yapalım, nasıl pişirelim, kavurmanın içine ne koyalım falan…

Milletinden bu kadar bihaber medya nerede var dünyada?

TÜİK’in akla ziyan istatistiklerine mi inanıyorlar yoksa her nevi iktidar yalakalığının artık derecesi mi kalmadı?

Yandaş görünen de görünmeyen de “kurban etinin” derdine düşmüş.

Nüfusumuz kaç?

Kaç aile var Türkiye’de?

Kaç hayvan satıldı, kesilecek, belli mi?

Kurban kesen mi çok kesemeyen mi?

Aylar önce bir babayla tanışmıştım. Fuat ya da Faik’ti adı. Genç bir baba. Bir evladı var, 12 yaşında mıydı ne?

O günlerde ben de “aman” diyorum “bir milyonluk sucuklardan, salamlardan uzak durun”… Metrodan indim ardımdan geldi. Sabahları izliyormuş çünkü işsiz kalmış. Biraz yürüdükten sonra durmuştu genç baba… Cebinden çıkardığı kağıdı uzattı bana. Küçük kağıtta düzensiz bir satır, çocuk yazısı olduğu belli: “Babacığım paramız olursa sucuk alır mısın?”

Keşke kopyasını alsaydım o kağıdın… Aklıma gelmedi, taş gibi kesildim. Beynimden, “Ne yapabilirim, nasıl yapabilirim?” diye geçirmeye başladım o an. Sonra elindeki poşeti gösterdi, poşetin içinde bir paket. “Hasan Bey oğluma sucuk götürüyorum, aldım ama bir milyonluk değil” dedi.

Kaç paradır bir kangal sucuk millet?

10 mu, 15 mi, 20 mi?

Bir baba tek evladına bir kangal sucuk götürmeyi bu kadar “önemli” görüyorsa ben nasıl ağız dolusu “bayram yazısı” yazabilirim? Yazarsam da böyle yazarım işte, yazdım da!

Kurban neden kesilir? O etlerin çoğunluğunu neden “kesen” yiyemez? Burada ilahi bir muhteşemlik var. İslam “hak” diyor… Zengine, zenginliğini yoksulla paylaşacaksın diyor. Asgari ücret veren bir patronun, bilmem nerede tatil yaparken sonunu düşünmesini istiyor. Yoksa Kurban Bayramı’nın ilkel kabile törenlerinden farkı mı olur? Paylaşacaksın, komşun açsa sen tok yatmayacaksın yani! Böylesine sosyal bir nizamı biz bugün ne kadar ve nasıl anlıyoruz ki? Hele de siyasete bulaştırdığımızda, ne korkunç değil mi?

Hani derler ya falancaya “yürü ya kulum dedi Allah” diye…

Hep merak ederim, Allah “yürü ya kulum” değiş de “nereye yürüdüğünü” söylemiş mi?

“Yürüyen kulun” gideceği iki yer var aslında. Ya cennet ya cehennem!

İşte “püf noktası” belki de işin…

Kurban Bayramı, “yürüyen kul” kurban keser… Kestiği kurbanın etlerini yoksula dağıtır. Yürüyeceği yer cennet! Yok etleri dağıtmaz, kendi yer bir de üzerine “mangal” yapar… Nereye yürüyeceğini siz tahmin edin artık!

Amacım din sohbeti değil, haddim de değil. Şuncacık aklımla düşündüğümü paylaşıyorum sizinle.

Bu ülkede birileri kabul etmese de kurbandan kurbana et görecek milyonlar var. Önemli olan o milyonlarla kurban paylaşımı yapmak. Yoksa ne işe yarar bayram veya bayram namazı.

Ve Cumhuriyet!

Burada da ilahi tesadüf arasam mı?

Önce İslami Kurban Bayramı sonra dünyevi Cumhuriyet Bayramı…

Özgürüz… Özgürce bayram namazı kılacağız mesela. Özgürce tatile gideceğiz mesela… Peki, bu özgürlüğümüzü neye borçluyuz? Özgürce Cuma namazlarını, özgürce örtünmeyi ya da açılmayı?

29 Ekim 1923 olmasaydı 2012 Kurban Bayramı ne olurdu, haydi düşünün?

Belki de benim adım Stavro falan olurdu, yalan mı?

Bayramlık yazı bu kadar!

Cumhuriyeti ayrıca yazacağım. Kurban Bayramı’nı “paylaşarak” yaşayanlara ne mutlu ve sadece onların bayramı kutlu olsun.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın