Bir trafik kazasında yaşamını yitirdi; ancak görev yaptığı kentlerde bıraktığı eserleriyle hala belleklerden izi silinmeyen rahmetli Recep Yazıcıoğlunun ölümünün üzerinden tam sekiz yıl geçti. Bizim gezimiz onun ölüm yıldönümüne denk geldi sayılır. 2 Eylül 2003de Eskişehir-Ankara Yolu üzerindeki Temelli Belediyesi yakınlarında trafik kazası geçirdi, kazadan iki gün sonra bitkisel hayata girdi. Yazıcıoğlu, 8 Eylül 2003de Ankara İbn Sina Hastanesinde vefat etti. Cenazesi bir gün sonra, Söke ilçesinde defnedildi. Eylül ayının son haftası gerçekleştirdiğimiz gezide Yazıcıoğlunun adı yine karşımıza çıktı. Denizlinin Acıpayam ilçesine bağlı Nikfer kasabasında 2 bin 400 metredeki Bozdağa Vali Recep Yazıcıoğlu Kayak Tesisleri yapılıyor. Sanırım yakın bir zamanda konu ile ilgili ihale duyurusu yapılacak.
Hem kayak hem paraşüt

Bölge kayak yapılmaya çok uygun, zirve kayakçılar için tehlike oluşturmayan bir piste sahip, tabir yerindeyse kaymak gibi. Aynı bölgede yamaç paraşütü de yapılıyor. Yani her kasabaya nasip olmayan güzelliklerin tümü Nikfere armağan edilmiş. Çevresi yemyeşil orman. Hem de asırlık ardıç ağaçları ile dolu. Ardıç ağaçları fidan dikimi ile oluşmuyor, doğal yollardan meydana geliyor. Ardıç kuşu bu ağacın koyu siyah meyvelerine pek bayılıyor. Onlarcasını kursağına indiriyor, kursağında demlenen tohumlar dışkı yoluyla doğaya bırakılıyor. Toprağın altına düşen tohumlar bir yıl sonra uygun koşullar bulduğunda filizleniyor ve o kadar ağır büyüyor ki, onlarca yılın geçmesi gerekiyor.
Asırlık ardıç ağaçları

İşte çok özel koşullarda büyümüş bu asırlık ağaçların bulunduğu tepeye seyir terasları yapılmış. Seyir teraslarından iki bin metre aşağıya bakıyorsunuz. Önünüzde kocaman bir ova uzanıyor, ovanın girişinde beş bin nüfuslu Nikfer kasabası, devamında irili ufaklı köyler, kırmızılı kiremitli çatılarıyla yeşile renk katıyor, havalar soğuduğundan olacak bazı evlerin bacalarından dumanlar yükseliyor. Bozdağda Manisa Spil Dağında olduğu gibi tek tük de olsa yayla evleri yapılmaya başlanmış. Nikferden Bozdağ girişine kadar yol asfaltlanmış, yolun kenarlarına dut ağaçları dikilmiş, onlar da boy atmaya başlamış.
Zemin sert çivi çakamadık

Bozdağ yolu pek kötü değil, ancak zemin sert taşlardan oluşuyor ve biz çadırcılar için çivi çakmak oldukça zor. Çıktığımız zirvede çadır kurma konusunda kararsız kaldık. Gezi arkadaşlarım Hürol Dağdelen ile Engin Yavuz, kayak tesislerinin yapılacağı tepeyi gerçekten de boz olduğu için uygun görmedi. Seyir teraslarının bulunduğu ve Nikfer ovasına hakim bir tepeye çadırlarımızı kurmaya çalıştık. Zemin çok sert olduğu için ancak iri kayalar ile ipleri bağlayabildik.
Sert rüzgar dinmek bilmedi

Gece yarısı başlayan sert rüzgar nedeniyle sabah kalktığımda benim ve Hürolun çadırının üst bölmeleri havada uçuşuyordu. Engin sanırım çadırını daha titiz kurduğu için onunki taş gibi duruyordu. Akşam güneşin batışı muhteşemdi, önce ovanın güney batısında yağmurlar başladı, şimşekler çaktı, ardından bulutlar bölgeyi terk etti ve güneş yüzünü gösterdi. Güneşin kavuşmasıyla birlikte ovanın yeşil olan rengi bir anda kırmızıya döndü. Kurumuş ardıç dallarından kamp ateşimizi yaktık, ateşin çevresini iki sıra kaya parçaları ile çevirerek güvenlik önlememizi aldık.
Zamlı rakı çok lezzetli

25 TLye aldığımız 35lik zamlı rakımızı içtik, kor ateşte kızaran tavuk butları eşliğinde afiyetle yedik, keyifli bir sohbetin ardından çadırlarımıza çekildik. Sabah erken saatlerde delice esen rüzgarın sesiyle uyandık, rüzgara karşın dikkatli bir şekilde kamp ateşini canlandırdık ve çayımızı demledik. Hürolun canı çok çekmişti, Kale pazarından aldığımız sucukları odun ateşinde pişirdik, demli çayın eşliğinde karnımızı doyurduk. Dinmek bilmeyen rüzgar nedeniyle, çadırlarımızı toplamak bir hayli zaman aldı, birbirimize yardım ederek üstesinden gelebildik. Gezilerde her zaman söylüyorum, çadırları sökmek bana hep hüzün veriyor.
Dönüşümüz hep hüzünlü

İki bin metre yükseklikte, doğanın ortasında, yeşilin çevrelediği, gürültüden, kirlilikten uzak bir ortamdan ayrılmak gerçekten çok hüzünlü. Dönüşümüzde yine Nikfer kasabasına uğradık, meydanda pazar kurulmuş, civar köylerden gelen vatandaşlar haftalık alışverişlerini yapıyor. Köy pazarı organik ürünler ile dolu, ama köylülerin fiyatları da pek ucuz değil. Biz de alışveriş yaptık, burada ilk kez adını duyduğumuz üzümden satın aldık. Koca pazarda sadece bir tezgahta satılan kara kadın parmağı üzümü adı ilginç ama tadı muhteşem.
Mekanlar kapılarına kilit vurmuş

Tavas yolunu takip ederek Kızılcabölüke ulaştık. Dokuma tezgahları ve müzeleriyle ünlü bu kasabada çay molası verdik, ben evin mutfağı için elişi dokumalardan satın aldım. İki parça perde, İzmirde 50 TL, dükkanlarda 20 TL. Dönüş yolculuğunda otoyol yerine eski Aydın yolunu tercih ettik. Bir zamanlar uzun yol otobüslerinin güzergahı olan eski yol sessiz, tek tük araçlar geçiyor, Ortaklarda çöp şiş satan mekanlar gelip geçen araçları durdurmak için koşuşturuyor. Ama yol boyunca, dolup boşalan mekanlar kapılarına kilit vurmuş, bir tas çorba içmek için sıra beklediğimiz Çamlık tesislerinin yerinde yeller esiyor. Yolda yine minik bir mola verdik, gece kamp ateşinde pişirdiğimiz tavuk kanatlarıyla karnımızı doyurduk. İzmire yaklaşırken bir sonraki gezinin planlarını yapmaya başladık.
Related Images:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.