Ben “onlardan” değilim, ama gazeteciyim!

Baştan yazayım, okuyacaklarınızdan yola çıkıp yazı hakkında da yazan bendeniz hakkında da ne isterseniz düşünebilirsiniz. İstediğiniz yargıya varabilir hatta Türkiye’de sıkışan her kesimin kolayca uyguladığı “yargısız infaza da” girişebilirsiniz. Lakin zaman zaman bu köşeden de haykırmaya çalıştığım gibi artık çok sıkıldım ve inanın “kalemimi kırma” noktasına geldiğimi hissediyorum. Tek güvendiğim, beni olduğum gibi tanıyan sevgili canlarım.

Buyurun şimdi okumaya…

Onuncusu yapılan Türkçe Olimpiyatları bu yıl hem daha geniş katılımlı hem de yankısı daha güçlü oldu. Dünyanın her yerinde bulunan “Türk Okulları” öğrencisi yabancı çocukların, gençlerin bizim yozlaştırmada sınır tanımadığımız Türkçemizi konuşmaları, konuşmaktan öte götürerek çeşitli sanat dallarında icra-i sanat eylemeleri müthişti. Hangi düşünceden olursak olalım karşımızda “bizim dilimizi” mükemmelce kullanan yabancı çocukları görmek tüyleri diken diken eden bir gurur vesilesidir.

Olimpiyatların her safhasında çeşitli fırsatlarla “gurbette olan” Fethullah Gülen’e “çağrı da” haliyle “haber” oldu kamuoyuna. Lakin final gecesi Başbakan Erdoğan’ın “daveti” milyonların gönlünden geçirdiği bir isteği belki de “resmileştirdi”…

Fethullah Gülen Hoca’nın Türkiye’ye dönüp dönmeyeceğine dair kararı sadece kendisine aittir ki, o da olimpiyatlar sırasındaki tüm davetlere bir kerede cevap verdi.

Hoca’nın cevabı medyaya girmeden Hürriyet Gazetesi yazarı sevgili Yılmaz Özdil bir yazı kaleme aldı ve İzmirli gazetecilerin Hoca’yı ziyaret ettiklerine dem vurdu.

Okumuşunuzdur diye üzerinde durmayacağım.

Yılmaz Özdil gibi bir kalem ustasıyla asla tartışmaya girmem. Girmem ama ikidir dikkatimi çekiyor İzmir basınına karşı oldukça acımasızca vuruyor. İmalar yapıyor ve İzmir’deki tüm gazetecileri ne yazık ki aynı potanın içine sokmaya çalışıyor.

Burada Özdil’in İzmir’de “kaynakları” olduğunu ve o “kaynakların” doğru bilgilendirme yapmadığını sanıyorum. Özdil’in tüm yazılarını okuyan ve beğenmeye devam edecek bir İZMİRLİ gazeteci olarak inşallah günün birinde karşılaşırım ve ben de İzmir basınını anlatırım.

İzmir’den sayısını tam bilmediğim ve ilgilenmediğim meslektaşların ABD ziyaretini hatta Hoca’yla görüşmelerini ben de biliyordum. Neden yazmadıklarını ise inanın merak etmedim. Çünkü Hoca’yı ziyaret eden ne ilk ne de son gazeteciler İzmirli gazeteciler.

Kabul etsek de etmesek de bugün Türkiye’de hatta dünyada Fethullah Gülen’in milyonlarca “gönül dostu” var. Bir yanda Fethullah Gülen’in gönül dostları diğer yanda da Fethullah Gülen karşıtları…

Şu anda manzara-i umumiye bu mudur?

Evet budur!

Karşıtlar bu “gönüllülerin” yargıdan medyaya, ticaretten eğitime, sağlığa her kesimde üstünlük elde ettiğini ve bunun Türkiye’nin geleceğini “tehdit” altına aldığını savunur…

Fethullah Gülen “gönüllüleri” ise yaptıklarının inançlarının gereği olan insana HİZMET olduğunu her fırsatta dillendirir, yazar, söyler…

İnanırız ya da inanmayız bu böyledir…

Peki bunca yıldır Fethullah Gülen’in gönül dostları okullar, televizyonlar, dergiler, gazeteler, hastaneler, dersaneler, üniversiteler, yardımlaşma teşkilatları, fabrikalar kurarken “Fethullah Gülen karşıtları” ne yaptı?

Türkiye’de “sapla saman” öyle bir karıştırılıyor ki, artık “gazetecilik” mesleğinin tüm olmazsa olmazları da ayaklar altında. Lakin mesleğin ayaklar altında olmasının nedeni gazetecilerden çok onların “gazeteci olmayan” patronlarının rant ilişkileri. Bugün Yılmaz Özdil’in yazdığı gazetenin patronajının yıllar içinde nasıl “değişim” gösterdiğini, yine Yılmaz Özdil’in bir zamanlar patronu olan Cem Uzan’ın nereden nereye savrulduğunu sanırım hepimiz hatırlıyoruz.

Lakin ne olursa olsun gazetecinin “taraf” olamayacağı olsa da “insanlık” tarafında olması gerektiği gerçeği değişmez, değişemez.

Eğer sadece İzmir medyası üzerinden tartışacaksak o vakit kimse kusura bakmasın en fazla konuşması ve hak iddia etmesi gerekenlerden biriyim.

Türkiye’de Fethullah Gülen gerçeğine sadece “tu kaka” diyerek ne olabiliyor?

Eğer bu gerçeğin karşısına somut ve birlik içinde bir güç çıkamıyorsa bunun nedeni nedir?

Eğer Gülen karşıtları demokrasinin, çağdaşlığın, bilimin temsilcileriyse benim kellem 2006’da kimler tarafından alındı? İzmir’de “izlenen” bir program sahibiyken kimler programın “sponsor ve reklam” almasını engelledi, engelliyor?

İzmir’de Belediye “arsenik” meselesiyle uğraşırken gencecik bir Yamanlar Lisesi mezunu ta ABD’den “imdada” yetişmedi mi?

Türkçe Olimpiyatları’nın İzmir’deki en büyük destekçilerinden biri İzmir Büyükşehir Belediyesi değil mi?

43 yaşımdayım…

Kendimi bildim bileli neye inandıysam hala inanmaya devam edeceğim. Bağımsızlıktan, birliktelikten, Türk’ün yüce ideallerinden yana oldum. Milli Mücadele mucizesine inandım, çok partili hayatın sadece yeni saltanatlar icat ettiğini gördüm. Siyasetçilerin seçildikten sonra kendilerini seçenlere karşı nasıl zalimce davrandıklarını gazetecilik yaptığım son 20 yılda her genel ve yerel iktidarda şahit oldum…

Kendini devrimci, Atatürkçü, Cumhuriyetçi görenlerin nasıl kibir ve bencillik içinde olduklarına, nasıl zalimce hareketlere giriştiklerine, nasıl “zamane dönekleri” gibi davrandıklarını hep yaşadım…

Gazeteci olarak kellem genellikle kendi basın özgürlüğünden yana olanlarca alındı…

Türkiye’de Milli Mücadele’den sonra yaşanan kimi “esrarengiz süreçler” hep bir takım üstünlerin, ritüelcilerin, Avrupa özentili çakma “tapınakçıların” türemesine neden oldu.

Kendi dilinden, dininden, kökeninden, ailesinden, dedesinden, tarihinden utanan kuşaklar yetişmedi mi yıllarca?

Köylerde özellikle Köy Enstitüleri “kapatılıp” kırsaldaki insanlarımız zalim ağaların, beylerin insafına sokulmadı mı cafcaflı Cumhuriyet hükümetlerince?

Bulunduğum yerden saygısızlık da yapmadan hem kıskanıyorum Gülen hareketini hem de ona “karşı” olanlara “Siz neden birlik olamadınız?” diye öfkeleniyorum.

Ve gazeteci olmak…

Herkesle konuşur gazeteci…

Benimde elime fırsat geçse ben de gidip konuşmak ve duyduklarımı yazmak isterim. Çünkü Fethullah Gülen’den duymak istediğim pek çok sorunun yanıtı var.

Gazetecinin ideolojisi olmaz mı? Olur elbet. Bugüne kadar kaç gazeteci Hoca’yla konuştu? Bilmiyorum.

Peki Yılmaz Özdil konuşmaz mıydı karşılaşsaydı?

Ama gazetecilerin Hoca’yla konuşmalarından ne sonuç çıkarılabilir ki?

Fethullah Gülen’le konuşarak “Fethullah gönüllüsü mü” olunuyor?

Hemen yafta, damga vurulmasının acaba başka bir nedeni mi var, yoksa onunla konuşanların çoğalması Türkiye’deki bazı “beyaz eldivenlileri mi” rahatsız ediyor?

Hoca’nın gönül dostlarıyla ben de 2009’da Bosna Hersek’e gittim. Ne oldu? “Hocacı mı” oldum?

O ziyarette sordum, tartıştım, karşı çıktım, ama bilgilendim…

Hatırlıyorum da o ziyaretten sonra neler denmişti benim için? İğrenç iftiralar. Kıskançlık ve haset kokan söylemler. Güldüm geçtim… Kendimi de tanıyorum, Allah’ı da…

Bir yıldır Kanal 35 Televziyonu’ndayım…

Neler söylendi, neler söyleniyor…

Haftaiçi her sabah “özgürce” gündemi tartışıyorum. Aksini iddia edenin de alnını karışlarım. Saçma sapan ön yargılarla neden sürekli yargısız infaz?

Hatta ilkokul beşinci sınıftan beri fırsat ve zaman buldukça gittiğim Cuma namazı bile sorun oldu yahu, bu ne çirkinliktir, söyleyin bana!

Yılmaz Özdil ve onun gibi düşünenler gazetecilerin ziyaretlerinden acayip sonuçlar çıkarmaya uğraşacağına, Hoca’nın samimiyetini istismar ederek aslında ona inanmadığı halde inanıyormuş gibi yapıp zalimliğe heveslenenler var mı diye araştırmalı!

Ama ısrarla ve belki de hala salakça gazeteci kalmaya uğraşıyorum.

“Onlardan” değilim ve olamam da…

Onların “mağdur” ettiği, aylığını ödeyemediği diye okuldan attığı bir öğrenci duymadım ama ortalarda “En Atatürkçü okul biziz” diye dolanıp aylığı ödenmeyen öğrencilere hayatı dar eden okullar biliyorum!

Bu yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi.

Birileri sürekli “ötekileştirme” operasyonu peşinde.

Ben bu iğrençliğe ortak olmam, olmayacağım. Gerekirse “kalem kıracağım”, ki sanırım vakit o vakte yakın!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın