İtiraf ediyorum, okuldaki resim derslerinde desteği hep annem verdi, ben de not yükselttim. Dedemin yaptığı karakalem çalışmaları hala gözümün önünde, onlar kadar yetenekli olmasam da o havayı koklayarak büyümek dahi sizi resim sergisine götürmeye yetiyor. Ama resim sergisi kadar sergilendiği alanlar da sizi etkiliyor.
İzmirdeyiz. Fransız Kültür Merkezinin yan sokağında meşhur La Cigale Cafenin önünden geçip Arkas Sanat Merkezine doğru ilerliyoruz. Tam karşımızda bembeyaz Fransız Konsolosluğu bütün ihtişamıyla duruyor. Ancak kafamı sola çevirip duvarlara baktığımda aslında ileriki yıllarda belki de çok büyük ressam olacak çocukların duvarlara yaptığı resimleri görüyorum.
JCIın(Genç Müteşebbisler Derneği) bir projesi olarak başlayan bu çalışma bugün de sürüyormuş ve duvarlar çocukların yaptığı resimlerle hayat buluyormuş. Sınır tanımayan bir hayal dünyasında geziniyoruz duvarlarda.
Yolun karşısına geçtikten sonra Arkas Sanat Merkezinin kapısında buluyorum kendimi. Güvenlik görevlilerinin onayından sonra içeriye giriyoruz. Meğer beyaz kalın duvarların arkasında ayrı bir dünya varmış.
1875 yılında Fransız Hükümeti’nin hizmetine tahsis edilen bu bina 1904 yılında, depremde zarar görmüş. Ancak 1905- 1906 yıllarında yeniden yapılmış. Bina kendisini İzmir yangınında da korumayı başarmış. İyi ki de başarmış. 1922 yılındaki İzmir yangını, 19. yüzyılın başlarında dönemin ünlü Fransız tiyatro sanatçısı Sarah Bernhart’ı sahnesinde ağırlayan İzmir Operası’nı (Le Grand Theatre de Smyrne) tarihin karanlığına gömmüş. Ama ünlü opera binasının yanı başındaki Fransız Başkonsolosluk binası, talihin yardımıyla kendisini büyük yangından kurtarmayı başarmış. Bina günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış. Ama nedense ben kendimi İkinci Dünya Savaşı sıralarını anlatan bir dönem filminde hissettim.
Arkas Sanat Merkezinin sorumlusu Betül Hanım karşılıyor bizi. Merkezin en üst katındaki müthiş çatı katında bize merkez ile ilgili bilgi veriyor. Çatı katından İzmir Kordonu izlemek de -ne yalan söyleyeyim- ayrı bir keyifti. Tepeden avluya baktığımda ise okul yıllarıma geri döndüm.
Merkezin bugüne kadar 12 bin kişiden fazla ziyaretçisi olmuş. En önemlisi gençlerin ve çocukların ilgisi beni şaşırtıyor. Öyle ki, resim konusunda bazı başarılı çocuklar almışlar tuval ve boyalarını, geçmişler tabloların karşısına. Bire bir resimlerin aynısı yapmak için ter döküp emek vermişler. Çıkan eserleri gördüğümde gerçekten hayran kaldım ve Kızım, niye resim konusunda bu kadar beceriksizsin dedim kendi kendime.
Arkas Sanat Merkezinin bizi ağırladığı dönemde Post-Empresyonist ressamların sergisi devam ediyordu. 72 eserden oluşan sergi o kadar ilgi görmüştü ki, uzatılmıştı. Bugünlerde ise Batılının fırçasından Egenin bu yakası ziyaretçilerle buluşuyor.
Resimler ve ressamların bütün teknik bilgileri özel hazırlanmış kataloglarda ziyaretçilerle paylaşılıyor. Ancak burada sanata verilen değeri yaşamak daha güzeldi. Tabloların güvenlik ve sergileme teknikleri, kullanılan cam ve ışıklar, bazı özel eserlerin karşısına oturup seyretmek için düşünülmüş aparatlar, sergilemedeki kompozisyon her şeyiyle beni etkiledi. Koleksiyonerliğin sadece tabloları alıp duvara asmak olmadığı, bu eserleri toplumla paylaştıkça değer kazandığını, yaşadığını gördüğünüz bir yeri geziyorduk.
Bay Lucien Arkas için bir dönem önce röportaj hazırlığı yaparken, onunla çalışan bir büyüğüm bana O ne yaparsa en güzelini yapar demişti. Bunu sadece denizcilik sektöründe hizmet veren büyük şirket yönetmek için değil kültür-sanat ve spor alanında da söylediğini bir kere daha anlıyorum.
Betül Hanım ile sohbet esnasında çok enteresan anekdotları da bizlerle paylaşıyordu. Bunlardan birisi de ziyaretçiler için oluşturulmuş not defterine yazılan notlardı. Bir gencin 14 yıllık ömrümde gezdiğim en etkileyici sergiydi’ yazması ve emekli bir ressamın ‘Bugüne kadar İzmir dışına çıkma şansı bulamamıştım, bu eserleri bizlerle paylaştığınız için minnettarım’ demesi beni çok etkiledi” yorumları aslında bu tarz projeleri toplumla buluşturduğunuzda nasıl sahiplenildiğinin güzel bir göstergesiydi.
Nisan ayında açılan ikinci sergi Batılının fırçasından Egenin bu yakası 150 yıllık zaman dilimini kapsayıyor. Sergi, İstanbuldan İzmirden hatta Osmanlı topraklarından ilham alan birbirinden değerli oryantalist sanatçıların başyapıtlarını ziyaretçiler ile buluşturuyor. 101 eserden oluşacak yeni sergide Zanaro, De Mango, Preziosi, Brest, Ziem, Curtovich, Warnia-Zarzecki, Boulanger ve Ernst gibi değerli oryantalist sanatçıların imzası bulunuyor.
Bu saatten sonra çok güzel resim yapmama imkan yok. Ama hayal dünyamın beslenmesi için her sergi de gidip, en az iki tur gezeceğim bu merkezi sizlerinde görmesini öneriyorum.
Not: Randevu alıp giderseniz, daha iyi olur
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.