İzlemeye çalışıyorum. Ama izleme nedenim dizinin mükemmel olması değil, beni alıp çocukluğuma götürmesi.
Çevremde izleyenlerin neredeyse tamamında da aynı durum…
12 yaşımdaymışım 1980’de ben…
1980 yazında Padulano’ların çırağıydım Hisar Camisi sokağında…
Sıhhi tesisat malzemeleri satan “Porselen Eşya” isimli bir dükkân…
Mişel Amca pek gülmeyen bir ihtiyardı. Kızmaya bayılırdı. Oğlu vardı Jozef… Katoliklerdi sanırım. Ben de Müslüman çırak…
Cuma günleri Mişel Amca namaza gidip gitmeyeceğimi mutlaka sorar, gitmek istersem gidebileceğimi söylerdi. Bir Ramazan geçirmiştim yanlarında. Her sabah oruçlu olup olmadığımı sorardı. Üç beş gün tutmuştum galiba… Oruçlu olduğum günler öğle yemeğini çabucak yerlerdi. Akşam eve giderken de, öğle yediklerinden mutlaka paket yapıp verirlerdi… Toprağı bol olsun, Mişel Amca yaşamıyor şimdi. Oğlu Josef’i de görmeyeli yıllar oldu…
80’ler dizisi gerçekten alıp götürüyor bizi “o yıllara”…
![]() |
Tüm sıkıntılarımıza rağmen, korkularımıza rağmen bir ve birlikte olduğumuz yıllara…
Şimdilerde bazı tuzu kurular, sanki ömürleri kuyruklarda geçmiş gibi söylerler ya “tüp kuyruğu, yağ kuyruğu, şeker kuyruğu” diye? Lakin o kuyruklarda olmadıklarını nasıl da itiraf ederler fark etmeden? O kuyruklar sıkıntı kuyruklarıydı ama aynı zamanda sohbet, dertleşme, paylaşma, dayanışma kuyruklarıydı. O kuyruklarda komşuluk türküleri söylenirdi…
Benim “Porselen Eşya” ile ayrılığımın günüdür 12 Eylül 1980…
O sabah babam İstanbul’a gidecekti, gidemedi… Ben “işe” gidecektim gidemedim…
Çünkü 12 Eylül 1980 Cuma sabahı “sıkıyönetim” gelmişti…
Askerler ve tanklar hep köşe başındalardı…
Anarşi bitmiş, bombalamalar, öldürmeler bitmiş ve “beklenen” olmuştu…
12 Eylül 1980’den bir gece önce komşu sohbetinde amcalar “asker gelecek, göreceksiniz” diye fikir birliğindeydi…
Acaba o komşu amcalara 11 Eylül’de “haber mi gelmişti” bir yerlerden?
Bunu hatırladıkça merak ederim…
“80’ler” dizisinde de mahallenin hafif çatlak amcası, mahallenin pastanesinde Sami Abi’ye “bak buraya yazıyorum asker gelecek” dediğinde hatırladım… “Sami Abi de” “gelsinler artık be ya, böyle korkarak yaşanır mı be ya…” demişti…
Benim rahmetli babam da çok severdi Evren paşa ve arkadaşlarını…
Onun için de “evet” demişti anayasaya…
Öyle ya Evren Paşa ve arkadaşları olmasa “kardeş kanını” kim durduracaktı?
Neyse benim derdim “12 Eylül ile hesaplaşma” adına arsızlık ve yüzsüzlük kervanına katılmak değil…
Bugün yaşadığımız her sorunu sakince kıyaslasak 80’lerle sonuç ne olur acaba?
80’ler dediğimiz de öncesi ve sonrası…
Özellikle “darbe odaklı” dönem…
Sosyal, siyasal, ekonomik sorunların tavan yaptığı yıllar…
Sonra “darbe” ve sorunlardan kurtulma…
Öyle mi acaba?
1980’lerde sorunları yaşayıp sonra da kurtulduk mu gerçekten?
Yoksa anarşiye indirilen “darbe” aynı zamanda “insanlığımıza da mı” indirildi?
Bunu sağ sol edebiyatı yapmadan, sadece insanlık değerleri üzerinden analiz edemez miyiz?
Bugün belki “her şeyimiz” var ama?
Ama her türlü insanlık değerini harcıyoruz bozuk para gibi…
Önümüze alakasız bir konu atılıyor. Giriyoruz birbirimize…
Sonra bir bakıyoruz ABD gelmiş üssünü kurmuş Kürecik’e “NATO” kılığında…
Olmuş bitmiş…
Biz paranın simgesine takmışken, Coniler bizim geleceğimize takmış yine haberimiz olmuyor…
80’lerde yok muydu dinimiz, diyanetimiz?
İnançlı değil miydik o vakitlerde?
Camiler mi kapalıydı, oruç mu yasaktı?
Mişel Amca benim gibi Müslüman çırağı, camiye gitmesi, oruç tutması için Katolik kimliğiyle teşvik etmemiş miydi?
Müslüman çocuğun gözünde Katolik Mişel Amca’nın, Müslüman berber İdris Amca’dan farkı yoktu 80’lerde…
Kim Kürt, kim Alevi merak da etmiyorduk, soru da sormuyorduk…
Bayramlarda komşularımızı sırayla ve yaş durumuna göre ziyaret ediyorduk.
Ayrım sadece yaştaydı… Önce büyükler sonra küçükler…
Ya okullar?
5 + 3 + 3 okuduk da ne kaybettik?
İmam Hatip’e giden arkadaşlarım vardı… Ne severdim onları…
İlahiyat fakülteli bir abi tanımıştım 80’lerde… Hatta evimize gelmişti bir akşam. Rahmetli babam rakı içerdi… O da oturmuş bizimle yemek yemişti. Masa da rakı içen sadece babamdı ve kimse ona “neden rakı içiyorsun” diye sormazdı…
Bir gün İslam ile ilgili bir soru sormuştum babama…
Yanıt vermemişti. Anlayamamıştım o an.
Yoksa benim babam zır cahil miydi?
Ama ertesi akşam duyduğum utancı, mahcubiyeti mezara dek götüreceğim…
Babam bir kitap getirmişti bana… “Dinimizi Öğreniyoruz” yazıyordu kapağında. “Oğlum” demişti “dün akşam sordun ama sana yanlış bir şey söylemek istemedim. Ne öğrenmek istiyorsan kitapta doğrusunu bulursun” demişti…
80’lerde anarşi vardı…
Gençler hep kavga ediyordu “davaları” adına…
Kan dökülüyordu bir sağdan bir soldan…
Kahvehaneler taranıyordu…
İnsancıklar güpe gündüz yol ortalarında katlediliyordu…
Sadece Alevi oldukları için katledilen çoluk çocuk yurttaşlar vardı…
Aydınlar, gazeteci gibi gazeteciler öldürüldü… Adam gibi siyasetçiler öldürüldü, emniyet müdürleri, hocalar… Sağcı ya da solcu oldukları iddiasıyla insanlara acı çektirildi…
Hakları için, insanlık için 1 Mayıs haykırışı yapan silahsız insanların üzerine ateş edildi, üzerlerinden panzerler geçildi…
Size bir şey diyeyim mi?
Bunları “yaptıranlar” hiç çıkmadı ortaya…
1 Mayıs’ı kana bulayan “müttefik güç” hiç lanetlenmedi Evren Paşa ve arkadaşları tarafından…
1980’nin Eylül ayının 12. günü sevindik belki…
Askerdi gelen… Milletin bağrından çıkmış Mehmetlerdi gelen ve “yeter” diye haykıran…
Rayından çıkanı rayına oturtmaktı amaç…
Ama sevinç ne kadar sürdü?
Söyleyeyim. Sadece 3 yıl…
Bugün ne derdimiz, kaygımız, korkumuz varsa işte o “üçüncü yıl”…
Düşünmekten korkma…
Kitaptan kaçma…
Toplanınca dağılma…
Depolitizasyon…
Bizi biz yapan en yüce değerimiz “aile birliğimiz” bile tehlikede bugün…
Sanki bizim dışımızda herkes herkesle “hesaplaşıyor”…
Sanki hepimizi arenaya sürmüşler de, sürenler tribünlerden kışkırtıyor, teşvik ediyor birbirimizin kanını dökelim diye…
80’lerde Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan birbirleriyle “kavga” ettikleri için darbe oldu diyenler var ya? Bugün ne diyorlar peki?
Gül, Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Baykal, Bahçeli, Demirtaş, Arınç falan birbirlerini çok mu seviyor sanki? Hani gerçek “milli birlik”? Hani “beka-i devlet, selamet-i millet”?
Hepsi kendi “devlet millet” anlayışlarını birbirlerine kabul ettirmeye çalışıyor…
Biz bugün tüp kuyruğuna girmiyoruz…
Tabletlerimiz var, mikrodalga fırınlarımız, duble yollarımız, özel hastanelerimiz falan ama…
GDO’lu şekerlemelerimiz de var…
80’lerde sokaktan korkuyorduk ama akşamları komşularımızla buluşuyorduk…
Televizyonda çakma ağaların 4 X 4 direksiyonundaki görgüsüzlüklerini değil, Adile Naşit Münir Özkul filmlerinin sevgi dolu insanlık öğretilerini izliyorduk…
TRT çok iyi bir iş yaptı…
80’ler dizisi bence herkesçe izlenmeli…
Ama ülke yöneticileri daha dikkatli izlemeli…
Fakat bir korkum da bu dizinin “pat” diye yayından kaldırılabilecek olması…
Bir yanda “80’ler” bir yanda “Yalan Dünya”… İkisini de izleyin. Biri “mana yılları” diğeri ise “madde”!
Bugünün siyasetçileri farklı “oyuncu” olsalar da “oyunun” aynı olduğunu anlamak zorundalar…
80’ler “manadan” maddeye geçiş süreci…
80’lerden sonra her değerin “çakması” doldu her yana…
Ortalık “çakma” dolu…
Sözün özü ben 80’leri özlüyorum…
Ben kaybettiğimiz “manayı” arıyorum…
Lakin benim aradığım mana “ay yıldız” damgalı “çok yıldız” değil…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.