Muhabirlikte 27. yıl geride kalırken…

Yargı ve Güvenlik Muhabirleri Derneği’nin kurulduğu haberini aldığımda içimde buruk bir sevinç ve hüzün oluştu. Aynı dönemlerde çalıştığım polis – adliye muhabirleri içinde hayli geç kurulabilmiş bir sivil toplum örgütümüz olacaktı. Yıllarca koşturduğumuz mesleğimizde bazen çeşitli nedenlerle işten çıkarıldığımız zamanlarda sığınacak bir yerimiz maalesef olamadı…

Ben her işten atıldığımda rahmetli magazin muhabiri Tarık Sarı’nın Agora’daki küçük fotoğrafçı dükkanına gider, Tarık Ağabey’imin küçük gaz tüpünde kaynayan çay suyunu demler, yanına bir kaç tanede zeytin koyar, küçük bir parça ekmekle öğle yemeğimi yerdim. Sonra aynı kaderi defalarca yaşamış Tarık Ağabey’den teselli edici öğütler dinlerdim. Aynı durumun tersinde ise benim de Tarık Ağabey’i teselli ettiğim zamanlar olmuştur. Gazeteciliğin özü polis – adliye muhabirliğidir.

Bir çok olayda, olay yerine polis ve savcıdan önce gidip oluş şeklini ve taraflarını soruşturabilen, haberi en sağlıklı bilgi ve belgelerle kurumuna ulaştıran kişidir gazeteci. Ölümle sonuçlanan olaylarda, yerde cesedi görünce bırakın soruşturmayı, görünce baygınlık geçiren, olaydan etkilenip işini terk edenler çoktur. Yanımdaki stajyer arkadaş bayılınca olay yerini terk edip onu hastane ve bir sağlık kuruluşuna yetiştirmeye çalıştığım için işten atıldığımı hatırlarım. Karakterim ve hayat felsefem “önce insan, sonra gazeteci” olmak üzerinedir.

İzmir Emniyet Müdürlüğü’nün, cinayet ve ahlak masaları bürolarının koridorunda haberin aslını, ayrıntısını öğrenebilmek için çok bekledim. Yetkili polisten olayla ilgili doğru bilgiyi alıncaya kadar göbeğimiz çatlardı. İşin şakası bile yoktu. Yanlış bilgiyle haber yazamazdık. Bu arada, rakip gazete muhabirleriyle de yarış içinde olduğumuzu söylemeye gerek yok sanırım. Haberi en kısa zamanda hangi muhabir ulaştırdıysa o gazetede ön sayfalarda yer almasını sağlardı. Ertesi gün ise “pabuç gibi” imzasına ayaklarını uzatır bakardı… Polis-adliye muhabirleri streslerini ancak haber atlatma başarılarıyla atarlardı.

Pek çok atlatma habere imza atmışımdır. İşsiz kaldığımda, bu durumdan haberi olmayan rakip gazete muhabiri arkadaşlarımla rastlaştığımızda bana şüpheyle baktıklarını ve tedirgin şekilde “merhaba” dediklerini hatırlarım. Çalıştığım iş yerinden -tabiri caizse- kovulmuşsam, tekrar iş buluncaya kadar boşta gezer, başka işlere bakmaz, hatta denemezdim bile… Gazeteciliği, polis – adliye muhabirliğini o denli benimsemiştim.

İzmir Adliyesi’nden sayılamayacak kadar çok hukuk ve ceza davası haberi yaptım. Bazı haberlerden ötürü başım derde girdi, mahkemelik oldum. Polis – adliye muhabirliğim sırasında yaşadıklarım ve yaptığım haberlere ilişkin acı tatlı pek çok anım vardır. Bunlardan birini genç muhabir arkadaşlarımla paylaşmam istendiğinde şu öyküyü anlatırım:

Sene 1986 yılı, Mayıs ayı, Yeni Asır Gazetesi’nde gece muhabiriyim. Gece çalışan altı muhabir, sabaha kadar İzmir’i bekliyoruz adeta. Bir olay çıkar, gider fotoğraflar haberini yapar gazeteye veririz. O dönem haber müdürümüz Hamdi Türkmen, gece haber şefimiz Vahap Dabakan ağabeylerimiz. Altı gececi muhabir içinde kıdem sırasına göre beşinci, ama işe ilk koşacaklar arasında ilk sıralardayım…

Benden kıdemli muhabir arkadaşın canı sıkılmış olacak, beni hayali bir işe yollayarak eğlenmek istemiş ve anılarına anı katacak ya, bana iş buyurdu:

“Alaattin, koş, İzmir Palas Oteli’nin önüne cemre düşmüş. Fotoğrafını çek de gel!”

O gece Hıdrellez gecesi olduğundan, bir iş çıksa da Kordonboyu’nda eğlenenlere karışsam diye kolluyordum. Bir de planlarımız arasında Mustafa isminde bir çocukluk arkadaşımla buluşup Kordon’da eğlenmek vardı. Kıdemli muhabirin iş buyurmasından sonra fotoğraf makinemi, çantamı kaptığım gibi dışarı fırladım. Doğruca Kordon’daki İzmir Palas Oteli’nin önüne koştum. “Cemrenin düşmesi dediği şey bir haber konusu olabilir, bir göz atayım” diye düşündüm.

Otelin önünde her şey normal görünüyordu. Her şeyin yolunda olduğundan emin olduktan sonra Kordonboyu’nun yolunu tuttum. Hıdrellez eğlenceleri yapan insanların kalabalığına karışıp bir yandan arkadaşım Mustafa’yı aramaya koyuldum.Arkadaşımla buluştuk, dört kişilik grup bir bara oturup eğlendik.

İki buçuk saat kadar bir zaman sonra işyerime döndüğümde ortalıkta kimse yoktu. Çünkü benim olmadığım saatte bir gazinoda büyük kavga çıkmış, tüm haberci arkadaşlarım oraya gitmiş. Gece çıkan olayda rakip gazetelere göre eksik iş yapılmıştı. Ertesi gün, haber müdürümüz Hamdi Türkmen ağabey hepimizi çağırıp nedenini sordu. Sıra bana geldi, ben de düşen cemrenin fotoğrafını çekmeye gönderildiğimi söyledim. Beni cemreye gönderen muhabirin işine son verilirken, ben de İzmir Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne yollandım. Daha sonra hastane muhabirimiz Nizamettin Bedir gazeteye çağırıldı ve benim yerine geçti. Böylece benim uzun yıllar sürecek hastaneler muhabirliğim başladı.

Rakip gazeteden Turgay Özel ile sayısız hastane haberini gazetelerimizin sütunlarına taşıdık. Tabii ki çoğu zaman da sosyal güvencesiz çalıştık. Şimdiki muhabir arkadaşlarımız gibi sigortamız yoktu. Öğlenleri yemek yiyecek yemek fişimiz de… Haberleri yayan takip ediyorduk. Bazen belediye otobüslerine binecek paramız da olmuyordu. Bazen de yollandığımız haber mahallinde unutuluyorduk. Kendi çabamızla iş yerine dönmeye, elimizdeki haberi veya fotoğrafı bir an önce teslim etmeye gayret gösteriyorduk.

Sosyal güvercesiz, kadrosuz olduğumuzdan basın kartı da alamıyorduk. Bu yüzden o günün tek meslek örgütü olan İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne de alınmıyorduk. Bizleri, sosyal güvencesiz çalıştırılan gazetecileri temsil eden bir kurum ve kuruluş yıllarca olmadı.

Geçtiğimiz senenin sonbaharında adliye muhabiri arkadaşım Ali Eyce ve arkadaşlarının kurduğu Yargı ve Güvenlik Muhabirleri Derneği, eski deyimle polis – adliye muhabirlerini çatısı altında toplamayı başardı. Bu dernek, meslektaşlarımız için çok önemli bir girişim ve oluşumdur. Katkıda bulunan tüm ağabeylerimi ve arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Sağlıcakla kalın.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın