Şu an anımsadığımda gülümsesem de bu olayın etkisinden uzun zaman kurtulamadım. Bir süre de halamlarda kalmadım. Abla olmuştum ama aynı zamanda en küçük olmanın safasını da kuzenime kaptırmıştım. İçim içimi yiyordu ama bu olayı unutmam pek uzun sürmedi. Çünkü süslü tavanları, çift kanatlı ahşap kapıları, mozaik yer döşemeleri, yüksek pencereleri ile burası sanki bir masal ev, ben de içindeki peri kızıydım. Bu duygudan da vazgeçmeye hiç niyetim yoktu.

Kapı açılır açılmaz geniş merdivenlerden koşarak çıkar, yanlardaki trabzanlardan aşağıya kayarak inerdim. Bunu bir kaç kez tekrarlamadan da yukarı çıkmazdım. Merdivenin bittiği yerde geniş bir sahanlık etrafına dizilmiş odalar vardı. Özellikle kış mevsiminde ısınma zorluğu nedeniyle kapıları mutlaka kapalı olurdu. Yukarı katta da iki oda ve bir teras vardı. Kapının yanındaki ceviz sandığın üzerindeki beyaz postekiden çok korksam da taraçaya çıkıp, aşağı katta oturan Madam Fotinilere yukarıdan seslerek, kendimi göstermek için sabırsızlanırdım. Genelde mutfakta iş yapıyor olsa da sesimi duyar duymaz, elini önlüğüne silerek bahçeye çıkıp, eşi ve oğlunu da coşkuyla çağırışı hala gözümün önündedir.
Dünya tatlısı insanlar hemen beni aşağıya çağırırlar, ben de koşa koşa merdivenleri iner, ana girişin yanındaki küçücük kapıdan içeri girdiğimde masaldaki gibi Harikalar diyarına geldiğimi sanırdım. Evleri bizim evlerden farklıydı. Kapının girişinde, tavana kadar yaldızlı aynası olan üstü mermer ceviz konsolun iki yanında mavi renkli, ayaklı karpuz lambalar, duvarda asılı bir ikona ile haç, ahşap koltukların üzerinde Madam Fotininin işlediği irili ufaklı renkli minderler, avizeler ile aslında fazla güneş almadığı için gün boyu loş olan ev, belki eşyaların yaydığı ışık ile belki de ev sahibesinin aydınlık, ışıklı anlamına gelen ismi nedeniyle o kadar aydınlık gelirdi ki gözüme…

Kendisi Sakızlı olan Madam Fotininin eşi Nikonun ise anne tarafından kökleri İtalyadan geliyordu. Bir de oğulları Enco vardı. Çok çalışkan insanlardı. Fotini sabah gün doğmadan kalkar, evi havalandırır, süpürür, arap sabunu ile yerleri siler, tozunu alır, çarşafları bahçeye asar, biz kalktığımızda onun ev işleri çoktan bitmiş olurdu. Kek, pasta, börek ve yemek ustasıydı. Bir gün önceden aldığı siparişleri hazırlamaya başlamadan önce üstünü değiştirir, saçlarını ensesine yaptığı bir topuz ile toplar, kıpkırmızı rujunu da sürdükten sonra bahçeden kafasını yukarı doğru kaldırıp Necmiye Hanımmm diye seslenişini duyar duymaz halamdan önce koşardım balkona. Ya iki arada bir derede pişi yapmıştır, bizi çağırıyordur ya da kendi gelecektir. Ama bu ziyaretler çok uzun sürmez, İşler bekliyor diyerek kalkar, bütün gün yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ile çalışır, siparişleri de kendi teslim ederdi. Bazen de zengin evlerden servis için çağırıldığında giyeceği siyah elbisesi ile kar beyazı önlüğü ve başına taktığı bandı kapının girişindeki portmantoda bir naylonun içinde asılı dururdu. Yemek ve pasta ustalığı ailesinden geliyordu. Kardeşi Vasil de onun gibi bir ustaydı. Çok güzel bir dükkanı vardı diye anlatırdı gözleri dolarak. Canım Fotini… Kim bilir neredesin şimdi?
Sokak başındaki fırından gelen gevrek kokusu ile uyanırdık biz o evde. Çıtır gevrek Fotininin pişisinin rakibiydi. İzmirin ilk gevrek fırınında pişen gevreğin tadı bir başkaydı doğrusu. Halam sabah erkenden gidip gevreğimizi alır, arka balkonda mükellef bir kahvaltı hazırlar, bizi öyle kaldırırdı. O kahvaltıların tadı hala damağımda…

Halamların Gazi Kadınlar Sokağındaki Rum evine taşınmaları ise küçük kuzenimin doğumuna denk gelir. Bu ev daha da büyük, merdivenleri dik ve çok basamaklı. Burada trabzandan kaymak daha zevkli ama daha da tehlikeli. Bir kaç kez düşüp kafamı yardığımı da çok iyi hatırlıyorum. Ev sahibi Melek Hanım yarı Rum. Çok iyi bir kadın ama kızı çok huysuz. Biraz gürültü yapsak hemen aşağıdan sesleniyor. Merdivenlerin ortasına gelince ortada bir kat, biraz daha çıkınca da halamların girişi. Burada bir camlı kapı daha var. Ondan sonra sahanlık. Sahanlığın tabanını halamın artık kumaşlardan saç örgüsü şeklinde örerek yaptığı rengarenk yuvarlak kilim süslüyor. (Daha sonra aynısını ben de yapmıştım.) Sahanlığa açılan dört kapı var. Her biri şimdi ki evlerin salonu büyüklüğünde olan odalardan misafir odası olandan cumbaya çıkılıyor. Sağ tarafı Kıbrıs Şehitleri Caddesini, sol tarafı ikinci Kordonu gören cumbanın giyotin pencerelerinden aşağıya baktığımızda sokakta yemek masaları, barlar, cafeler yok o zamanlar.

Ne istediler acaba o evlerden, çok merak ediyorum…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.