Hastane halleri…

Yeni Asır Gazetesi’nde gece muhabiri olarak çalışıyordum. Yıl 1986. Bir mesai arkadaşımla kavga etmiştim. Arkadaşım işten çıkarıldı, ben de o sıralarda haber müdürümüz olan Hamdi Türkmen tarafından İzmir Devlet Hastanesi’ne, bir süreliğine, “sürgün” gönderildim.

O yıllarda İzmir Devlet Hastanesi haberciler tarafından gece gündüz beklenirdi. Benden önce hastanede Hürriyet Gazetesi adına Turgay Özel, Yeni Asır Gazetesi adına da Nizamettin Bedir görev yapıyordu. Arkadaşlarım hastaneye gelen adli olayları fotoğraflayıp gazetelerine yetiştiriyorlardı…

Benim hastane muhabirliğine başlamamla Nizamettin “aşağıya”, yani gazete içine, benim yerime çekildi… İlk günler epey canım sıkıldı. Arada hastane polisiyle söyleşiyordum. Çeşit çeşit hastalıklar, kan revan içinde gelen trafik kazaları, bıçaklamalar, kurşunlamalar, aşkına kavuşamadığı için zehir içip intihara kalkışanlar…

Acil Servis önünde yüzlerce olayı gözlemledim, fotoğrafladım… Bir keresinde meslektaşım Mutlu Tuncer’den satın aldığım Nikon marka fotoğraf makinamın objektifine fotoğraf çekerken öyle bir kan fışkırdı ki, sormayın… Bir hafta fotoğraf makinamı kullanamadım!..

O yıllar Karşıyaka Devlet Hastanesi ve Eşrefpaşa Belediye Hastanesi tam teşeküllü olmadığından, üniversite hastanelerinde tedavinin paralı oluşundan, tüm İzmir’in acil servis yükünü İzmir Devlet Hastanesi çekerdi… Fotoğraflı haberleri gazeteme sürekli taşıdığımdan beni hastane muhabirliğinde uzun yıllar bıraktılar…

O dönemin İzmir Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Burhanettin Savan, bana bir ara “Alaattin, sana sünnet yapmayı da öğretelim” demişti, “Anadolu’da doktorsuz bir memlekette rahatlıkla hekimlik yapabilirsin. Çünkü hastanede çalışan pratisyen doktorlardan çok pratik bilgin oldu” diye takılmıştı…

Çalıştığım gazeteye İzmir Devlet Hastanesi’nden o kadar ilginç fotoğraflar ve haberler götürdüm ki, yayınlananları derlesek ciltler dolusu kitaplar olur herhalde… O dönemde hastaneden bir çok sağlık çalışanıyla da arkadaş oldum. Halen devam eden dostluklarım var…

Geçen Pazar akşamı sağ kasığımdaki hafif şiddetli ağrı üzerine üroloji hekimi olan dostumu telefonla aradım. O da hastaneye gidip kan tahlil yaptırmamı, kandaki lökösit sayıımını öğütledi. Apandisitten şüphelendik…

Akşamın geç vaktinde bu tetkik için ya Tepecik Devlet Hastanesi’ne ya da Yeşilyurt’taki Devlet Hastanesi’ne gitmemi tavsiye etti… “Diğerlerinde şu saatte hariciyeci bulunmaz, senin hariciye doktoruna görünmen gerekir. Diğer nöbetçi hekimler sağlıklı apandisiti teşhis edemezler” diye bilgi verdi.

Zaman kazanmak için “Evimin yakınındaki Bornova Trafik Hastanesi’ne mi gitsem?” diye aklımdan geçirdim. Ürolog dostum, “Önce telefon et… Nöbetçi hariciyeci var mıymış, öğren” diye tembih etti…

Telefon ettim.. Hastanede telefona cevap verene durumumu anlattım… “Siz gelin, icap ederse hariciyeciyi evinden çağırırız” dedi. Tabii bir de sert konuştular, kendilerini sorguladığım için!…

Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in açılışını yaptığı, benim de açılış günü görevli olduğum, fotoğraflarını çektiğim, Trafik Hastanesi adıyla ünlenen, şimdiki adı Türkan Özilhan Bornova Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne koştum eşimle birlikte. Aman Allah’ım, ne kalabalık ne kalabalık…

Sağlık görevlileri ve güvenlik görevlilerinin burunları maskeli. Malum, domuz gribinden ötürü… Sağa sola bağım bağım bağırıyorlar… Acil Servis’e gelen önce kayıt sırasına giriyor. Sıra mı? Allah Allah, en az 50 metre uzunluğunda… Kayıt olmadan doktoru göremezsin…

Bir görseniz, tahlildi, sonuçtu derken o kalabalıkta tekrar doktora ulaştığında sana teşhis koymada zorlandığını gözlerinizle görebiliyorsunuz… Tahlil sonuçlarıma bakıp apandisitten şüphelenmediğini söyleyen doktor hanım, “Kum döküyorsun herhalde. Bol bol su iç” öğüdüyle evime yolladı…

Eşimle bir tür kaos yaşanan hastane ortamından çıkınca derin bir nefes aldık… Sevgili eşim, beni muayene eden doktorun, geçen yıl kötü kötü öksüren annesini Asil Servis’e getirdiklerinde muayene eden doktor olduğunu anlattı. Muayane sonunda doktor “Hiç bir şeyin yok” deyip kayınvalidemi evine göndermişti…

Kayınvalidemin bir sene bile geçmeden akciğer kanserinden vefat ettiğini hatırlatan eşimin ağzından, “Allah ne eksik ne de muhtaç etsin” sözleri dökülüverdi.

Bu hastaneye gidişim beni yıllar öncesine, 1980’li yıllarda görev yaptığım hastane ortamına götürdü. O zamanki olayları, tartışmaları, hastane koşullarını hatırladığımda, “Yıllar içinde ne değişti acaba?” diye düşünmeden edemedim…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın