“Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.”
Konstantinos Kavafis
Çok şehirler gördüm, çok ülke gezdim yurt dışında. Ülkelerin çocukları gibidir şehirler; Hiçbiri bir diğerine benzemez. Her şehrin ayrı bir kokusu, rengi vardır. Her şehir farklı bir duygu uyandırır ruhunuzun derinliklerinde. Zihniniz bile artık sizin kontrolünüzde değildir, o şehrin kurallarına göre çalıştığını fark edersiniz bir zaman sonra.
Şehir size, siz yaşadığınız şehre benzersiniz.
“İzmir’de yaşıyorum” demek, İzmir’i yaşamayı gerektirir. İzmir’i anlamadan, dinlemeden, onun için emek sarf etmeden İzmirliyim demek nafile, hovardalık, boş laf.
Kentleri sevmenin sevgiliyi sevmekten farkı yoktur.
Sevmek böyle bir şey; tutkuyla, aşkla, şevkle seviyorum diyebilmek için emek, sabır, sadakat, özveri sarf edeceksin ve güveneceksin sevdiğine.
İzmir’i inanılmaz bir aşkla seven, ona inanan, adaletine güvenen öyle insanlarla, öykülerle karşılaştım ki, dilerim İzmir de kendisini böylesi aşkla sevenleri görmezden gelmez; vefa ve emeğe değer verir, adalet ve güvenle kucak açar sevenlerine.
“…Hadi gidiyoruz, Kuşadası otobüsü yarım saat sonra kalkıyor” dedi Aleksandros.
İzmir gibi bir uygarlık şehrine nasıl veda edersin? Sen gidersin, o arkandan gelir gölgen gibi. Çimento maskesinin altındaki yüreği konuşuyordu şimdi İzmir’in Aryiris’le. Ona “canım”, “ciğerim” diyordu İzmir; o da yemin ediyordu bu şehri ölümsüzleştireceğine. Büyüyecek, okullarını bitirecek ve bütün bunları yazıya dökecekti. En çok da İzmir’in kendisinde canlandırdığı duyguları, vatanı gibi hissettiği İzmir’i yazacaktı ileride. “
Elsa Hiu’nun İzmirli Nine romanında, Samos’lu Aleksandros ve onun küçük kardeşi Aryiris İzmirli Ninelerinin anılarından yola çıkarak, köklerini aramaya geldikleri karşı kıyı ve insanlarını tanıyınca tarifsiz acılar ve coşkulu sevinçleri bir arada yaşarlar.
“Aya Fotini’nin dışında bir arzuhalci otururmuş. Portatif masasının üzerinde insanın aklına gelebilecek tüm mektup örnekleri dururmuş. Kimi mutlu olaylar için kutlama mesajlarını, kimi taziyet metinlerini, kimi ise isim günü yortusu için iyi dilekleri içerirlermiş. ’İzmir’in dünyanın en güzel şehri olduğunu anlatan bir mektup istiyorum’, demiş bir gün nine arzuhalciye. “
Romanda, İzmir’den kendisine mektup yollayan ninesi gibi torun Aryiris de İzmir’den dönmeden önce kendi adresine, kendisine yollamak üzere bir kart postal alır ve şöyle yazar:
“İzmir çok geveze bir şehir. Taşları bile konuşuyor. Çocuklarını yitirmiş bütün analar gibi geceleri ağıtlar yakıyor gizliden gizliye. Yalnızca çok iyi ve çok adil yürekler duyuyor rüzgarın taşıyıp dalgalara salıverdiği ağıtlarını. Ve bu ağıdı duyan asla bir daha unutamıyor. “
7-8 Eylül 2009 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen “Kuvayi Milliye’nin 90. yılında İzmir ve Batı Anadolu Sempozyumu” nedeniyle İzmir’e davet edilen yabancı konuklar arasında İzmirli Nine romanının yazarı Elsa Hiu da vardı.
Elsa ile birlikte, 8 Eylül sabahı İzmir körfezinin masmavi engin sularına bakarak baş başa kahvaltı ettik. Kahvaltı boyunca iki kıyının insanlarının dostluk ve komşuluk hasretiyle koyulaştı sohbetimiz. Kah İzmirli Nine romanından, kah mübadillerin memleket hasretinden, kah insanlığın bitmeyen çilesi savaşlardan, en çok da Türk-Yunan dostluğundan ve barıştan bahsettik.
İlk olarak “Nasıl onca zamanın soğuk ilişkilerini kırıp da buralarda sıcak dostluklar edindiniz?” diye, sordum Elsa’ya, anlattı:
“Hios (Sakız) Adası’nda Yannis Cumas adında bir gazeteci arkadaşım vardı. En büyük hayali, her gün ışıklarını seyrettiği Çeşme adasına gidip, oradaki insanlarla tanışmaktı.
Kafasına koyduğu şeyi yaptı; bir gün pat diye gitti, Çeşme belediye başkanının evinin kapısını çaldı. Kendini tanıttı. ‘Sizleri tanımaya geldim’ dedi, biraz çekinerek. O günün belediye başkanı Nuri Erdoğan yerinden kalkıp ‘Hoş geldin komşu’ diyerek büyük bir samimiyetle kucaklayınca, buzlar çözüldü. Meğer Çeşme Belediye Başkanı’nın ailesi de mübadilmiş. Yannis beni ve diğer gazeteci arkadaşları da davet etti Çeşme’ye. Ondan sonra özellikle iki taraftan gazeteci aydınların çok katkısı oldu.”
“Peki, Yunanistan’da ve adalarda herkes sizin kadar sıcak bakıyor mu Türk-Yunan ilişkilerine?”diye soruyorum. Az önceki coşkulu yüzüne gölgeler iniyor. Şöyle yanıtlıyor: “Bizim gibi sosyalistler, sol düşüncedekiler daha demokratik insanlar. İki halk arasında düşmanlığın kaldırılmasını, iki komşu ülke olarak yakınlaşmasını istiyoruz. Biz toplumun ancak yüzde13’ünün desteğini alabildik. Sosyalistler, komünistler güçlü bir siyasal hareket olarak yer alıyor Yunanistan’da. Ancak sağ partilerin etkinliğindeki güç çevreleri silahlanmayı kışkırtarak barışın gelişmesini engellemeye çalışıyorlar. Kimi zaman hükümetler, çoğu zaman medya asılsız iddialarla denizlerden sınır ihlalleri ve havadan keşif uçakları ile hava sahası ihlalleri yapıldığını söyleyerek halkın içinde sürekli korkuyu ateşliyorlar.”
Kahvesinin içine batırarak yediği çöreği, fincanın içine düşürüyor. O çöreği fincanın içinden çıkarmaya çalışırken, ben de fırsattan yararlanıp bir kahve daha alıyorum. Devam ediyor kaldığı yerden anlatmaya Elsa:
“Biz barışı herkes için istiyoruz. Sağ partilere de çağırı yapıyoruz. Çünkü biz toplumun her kesiminde varız. Kadınlar, gençler, sendikalar, emeklilik- yaşlılık kurumları içindeyiz. Bu topluluklar siyasal alanda da birbirleriyle işbirliği yapıyor. ”
Ela Hiu Türk-Yunan dostluğu üzerine somut ve güncel örneklerle şöyle sürdürüyor konuşmasını:
“Geçende gazetelere yansıyan Sümela Manastırı’ndaki olayları biz tasvip etmiyoruz. Memleketin yasalarına saygılı olmak lazım. Öyle izinsiz ibadet yapmak, zorla olacak şey değil. Orası bir müze. Ancak iki taraflı bir anlaşma ile Selanik’teki Müslümanların ibadet yerleri ve Hristiyanlar için 15 Ağustos’ta mesela Meryem Ana evi karşılıklı ibadete açılabilir, en azından yılda bir kere. ”
“Tarihte çok acılar yaşamış bu iki ulusun, iki kardeş ülke olarak barışa doğru giden yolu nedir?” diye, soruyorum, alacağım yanıtı tahmin ederek. “Emperyalist ideolojilerin etkisi altındaki güç odaklarının kışkırtıcı politikalarına karşı, daha çok halkların kültürel olarak yakınlaşmasını sağlamalıyız” diyor Elsa.
“Kim yapacak bunları?” diye soruyorum, “Örneğin üniversiteler , eğitim kurumları ders kitaplarındaki yanlış bilgileri ayıklamalı. Tarihi gerçekler korkmadan gün ışığına çıkarılmalı. Halkların kültür birliğini, danslarını, müziğini mesela ortaya çıkarmalı” diyerek heyecanla yanıtlıyor:
“İşte bu günkü panel gibi, belediye başkanları ortak işler yapabilir. Her iki tarafta da mübadillerin olduğu biliniyor, bundan çekinecek ne var. Herkes köklerinin nerede olduğunu merak eder. Turist olunca korkmuyoruz da, insanların özlerini aradıkları ziyaretlerden neden korkulur? Kardeş köyler, kentler oluşturabiliriz, halklarımız korkmadan birbirini daha yakından tanıyabilir.”
Tutmak mümkün değil Elsa’yı. Belli ki bu konuda çok kafa yormuş Yunanlı aydın dostlarımız, iki ülkenin kardeşliği ve işbirliği üzerine.
Konuyu edebiyata, romana getirmek istiyorum. İzmirli Nine’nin kendi ninesi olduğunu öğreniyorum. Şaşkınlığımı görünce, “Daha ilginç bir şey anlatacağım sana” diyerek devam ediyor anlatmaya:
“Bir gün akrabam olduğunu söyleyen biri geldi Arjantin’den. Portekizce konuşuyordu. Evraklarını gösterdi. Babasının Yunan olduğu ve ninemin erkek kardeşi olduğu anlaşıldı. Ninemin erkek kardeşinin kızı yani. Çok şaşırdım. 1922’de babası İzmir’den Arjantin’e göçmüş. O da Arjantin’de doğmuş, Yunanca bilmeyen bir Yunanlı. Sonra el yazılı bir kağıt çıkardı cebinde özenle sakladığı. Yunanca harflerle yazılmış Türkçe bir aşk mektubu, ya da şiiri, 1920’lerden kalma. Bir erkek tarafından sevdiği kadına yazılmış. İzmir geldi gözlerimin önüne.”
Gözlerinin içine baktım Elsa’nın, yavaşça gözlerim körfezin mavi sularına kaydı. İzmir Körfezi’ne baktım. İkimizin de gözleri Ege Denizi olmuştu. Birbirini kaybeden aşıkları düşündük ikimiz de bir nefes alıp vermelik sürede. Karmakarışık olmuştum, “Çevirisini yaptın mı?”dedim merakla. “Evet” dedi ve bana yollayacağına söz verdi.
Saatler ilerliyordu ve biz sanki henüz başlamıştık sohbete. Kafamdaki soruları bir bir es geçtim. Panele geç kalacaktık. Hızlı hızlı sordum, “Var mı yeni öyküler, romanlar?” dedim. Bir romanını anlattı. “Aynalarla Sinyaller” adında Girit adasının arkasındaki küçük bir adada geçen hikaye, küçük bir çocuğun elindeki ayna ile denizlerdeki uzak adalara mesaj gönderdiği yalnızlık öyküsü. Maalesef henüz Yunanca’dan Türkçe’ye çevrilmemiş. Ama Yunanca basıma hazır hale gelen bir romanını öyle bir anlattı ki Elsa, “Bu film olmalı” dedim. “Film olmalı ki tüm dünyada en geniş kitleler tarafından izlenmeli ve hiçbir kimse halkları birbirinden koparmaya cesaret edememeli.”
Güldü, “Hadi bakalım” dedi, “Zaman neler gösterecek bize?”.
Elsa Hiu Kimdir?
1954 doğumlu. Sisam (Samos) adasında büyüdü; halen orada yaşıyor. 1922’de Didim’den göç eden mübadil bir ailenin torunu. Gazetecilik ve yazarlığının yanı sıra Samos’ta yerel bir radyoda program yapan Hiu”Barış ve Türk-Yunan dostluğu için Egeli Gazeteciler Hareketi”nin üyesi.
“İzmirli Nine” adlı kitabıyla 1997’de Abdi İpekçi Barış ödülü’nü aldı.
Daha çok gençlik öykü ve romanları yazan Elsa Hiu’nun sahneye konmuş tiyatro eserleri var. Tiyatro eserlerinden ikisi Yunanistan Gençlik Tiyatrosu devlet ödülünü kazandı.
Eserlerinde Ege’nin tarihini, Ege halklarının geleneksel yaşam tarzlarını sergilemekte, barış dostluk ve halklar arası işbirliği gibi insani değerleri vurgulamaktadır.
Türkçeye çevrilmiş “İzmirli Nine” adlı romanı İletişim Yayınları tarafından 1998 yılında basılmış ve basımı tükenmiş bulunuyor.
*Simultane çevirmenimiz Yeşim Öndül’e emekleri ve sabrı için teşekkürler.
Bu şehir arkandan gelecektir…
yazarı:
Etiketler:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.