Oradan da az ötesindeki Hatuniye Cami (1625) ve Tilkilik semtine uzandım. Çocukluğumda buz gibi su içtiğim, iki yıl önce Büyükşehir Belediyesi’nce onarılan Dönertaş Sebili işliyor mu, yoksa kapalı mı? Amacım bunu öğrenmekti… Bir de ne göreyim? Tilkilik meydanı ve Hatuniye Camii Bahçesi çevresindeki kahvelerce masa sandalye konmuş… Millet 19 Temmuz günü yürürlüğe giren kapalı mekanlarda sigara içmeme yasağından ötürü dışarılarda oturuyor… Panayır yerine geldim sandım kendimi…

Sonra gönüllü su dağıtan vatandaş beni belediye görevlisi sandı sanıyorum, “Sebil’in su deposuna seyyar satıcılar dört tane karpuz koydu” dedi. Bir şey diyemedim. ” Ya…” dedim, “Desene biraz önce içtiğim su ‘karpuzlu su’ydu”… Sonra dışarıdan bana kötü kötü bakan seyyar satıcılarla harp etmemek için, “Yolcu yolunda gerek” diyerek ufak ufak sebilden ayrıldım. Çünkü ben “Sebil suyuna niye karpuz attın?” demeye ne yetkiliyim ne görevliyim ne de ilgili kişiyim. Yoldan geçen vatandaşım…

Bu sebilin bulunduğu 945 Sokak’ın başı eski zamanlarda Osmanzade Yokuşu diye bilinirmiş… Çocukluğumda bu sokaktan girer az ötedeki Atlas Açıkhava Sineması’na giderdim… Biraz yukarısında ise sokak ikiye ayrılır… Sağa yürürsen İzmir’in efsane futbol takımı Altınordu Kulübü’nün lokaline çıkılır… Bendeniz halen Altınordu Spor Kulübü’nün flamasını evimde özenle asarım…
Tam bu noktada 1990 senesinde Yeni Asır Gazetesi muhabiri iken İzmir’in en eski Türk evini fotoğraflamıştım. İzmir kitapları yazarı Yaşar Aksoy ağabeyle beraberdik evin, 375 yıllık olduğunu söylemişti… Daha sonra bu ev önce kunduracı esnafına kiralandı, sonrada meçhul bir yangında kül oldu. Yeri otopark arsası olarak kullanılmaya başlanmıştı… Yine bu Osmanzade Yokuşu’ndan sola dönen yola saparsanız doğruca Emir Sultan Hazretleri’nin türbesine varılır… Öğrenebildiğim kadarıyla esas ismi Şeyh Mükremeddin Efendi İzmir Fatihi imiş… Allah rahmet eylesin… Türbe bahçesinde 700 yıllık Türk Mezar taşları yer alır…

Hatırlayabildiğim kadarıyla 1976 senesi Mayıs ayında şimdi de halen açık olan İzmir Sineması’na mahalleden Mustafa ve Erkan arkadaşlarımla gösterime yeni giren Bülent Ersoy- Gülşen Bubikoğlu’nun rol aldıkları “Sıralardaki heyecan” filmine gitmiştik. Sinemadan çıktıktan sonra yürüyerek mahallemize geldik… Dönertaş Sebili’nin önünden geçerken arkadaşım Erkan sütununu döndürme eylemi yaptı ama taş dönmedi… Ona diğer arkadaşım Mustafa eliyle yardım etti… Taş yine dönmedi…
Gece yarısı iki arkadaş taşı yerinden oynatamamanın yorgunluğu ile bana baktılar… O an “Bir de ben deneyeyim” dedim. İki elimle taşı iteledim… O da ne? Taş sanki yerde yuvarlanıyor… Sesi bile güldür- güldür yankı yapıyor gecenin sessizliğinde… Arkadaşım hayretler içinde kaldı… Bir çok Herkül ve Samson filimleri seyredip etkisinde kaldıklarından bana “Sende din kuvveti var” dediler. “Arkadaşlar bende din – min kuvveti yok, siz yöntemini bilemediniz… Buyurun siz de benim gibi taşı tutarsanız çok kolay döner” dedimse de ne denediler ne de inandılar… Ve beni arkadaş gruplarının lideri olarak tanıdılar…

Bu tür sütunları gerek mermerden gerekse ağaçtan birçok tarihi cami mihrabında görebilirsiniz…
Bu sütunların benzerleri kimi anıt yapıların kapı yanlarında görülebiliyor. “Denge taşı” olarak nitelenen bu taşların dönebilmesi, yapının sağlamlığını gösterdiği şeklinde yorumlanıyor.
Tarihsel bir konuma sahip İzmir Dönertaş Sebili’ni bendeniz İstanbul’daki Üçüncü Ahmet Çeşmesi’ne benzetirim… Üçüncü Ahmet Çeşmesi resmi ve gravürünü tüm dünya İstanbul’un simgelerinden sayarken bakıyorum da bizim İzmir’in turistik broşürlerinde Dönertaş Sebili’nin resmine yer verilmez… Neden acaba?..

Sağlıcakla kalın…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.