Başçarşı’dan Kemeraltı’na…

Balkanlar’ın ortasında en küçük bir yabancılık hissine kapılmadan yürüyebileceğiniz, her adımda “Allah’a emanet” dileğini tüm benliğinizle duyabileceğiniz kaç yer var acaba?

İlk seferinde Sevgili Kemal Baysak sayesinde gördüğüm Saraybosna’yı bu kez sevgili dostum Sebahattin Kasap ile birlikte yaşadık…

Hem de ne yaşama?

Mukayese, muhasebe ve muhakeme ile dopdolu bir yaşam…

Ay yıldız’ın bu kadar yürekten hâkim olduğu kaç yer var başka Avrupa’da düşünmek lazım. Belki de “ay yıldıza” olan büyük bağlılık Boşnaklara yakın tarihin en büyük acısını yaşattı. Adım başı mezarlıklar ve genç şehit mezarları başka neyi anlatabilir ki?

“Osmanlı’nın yetim ülkesi Bosna” diyenleri şimdi daha iyi anlıyorum… Ama tarihine, inancına bu kadar büyük bağlılık… Açıkça itiraf ediyorum, kıskandım Boşnak kardeşleri…

Ortasında tarihsel sebiliyle “tek dişi kalmış” sözde “medeni” canavara ve onun kanlı oyunlarına rağmen “inadına” ayakta dimdik duran Başçarşı…

Saraybosna’nın merkezinde ve 16. yüzyılda kurulmuş bulunan dünya güzeli Osmanlı çarşısı. O vahşi, iğrenç savaşta Sırp ordusunun “özellikle” imha etmeye çalıştığı başlıca hedefti Başçarşı… Dört tarafı İstanbul camilerinin mimari tarzında inşa edilmiş Osmanlı camileriyle çevrili olan Başçarşı’da Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış bir han, medrese ve çok sayıda imaret bulunmaktadır. Meydanında Saraybosna’nın da simgesi haline gelmiş çok güzel bir sebilin yer aldığı ve Müslüman Türk bölgesi olarak anılan Başçarşı’daki pek çok eser, Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın mülküdür.

Avlusunda Gazi Hüsrev Bey’in türbesinin de bulunduğu Gazi Hüsrev Bey Camisi’nin yer aldığı Başçarşı, yaşadığı o kötü günleri, kaybettiklerinin acısını da unutmadan ama, atlatmış gibi bugün…

İmkân olsa da özellikle “çocukları” götürebilsek Bosna’ya… Başçarşı’ya… Bir kirli savaşa rağmen ne inançlarını ne de kimliklerini kaybetmemiş bu ecdat emaneti kardeşlerin yüzlerindeki Türkiye anlamını hepimiz çözebilsek…

İlk yazıyı özellikle biraz da “mukayese” için hazırladım… Biz İzmir’de o bitmez tükenmez ve çoğu kere de içi boş “Kemeraltı” tartışmalarına rağmen bir arpa boyu yol alamadığımız sözde mücadelede, kafamızı Başçarşı’nın geçirdiği yaşam aşamalarına baksak belki de bugün “Kemeraltı’nı” kurtaracak sihirli formülü bulacağız…

O kanlı kuşatmada Sırpların attığı her kurşunun, her bombanın, her roketin illaki üçü beşi düşmüş Başçarşı’ya… Düşmüş, yıkmış, yakmış ve öldürmüş…

Aradan geçen yıllar ve sözde barış Boşnakların idealini öldürememiş ama…

Elbirliğiyle Başçarşı’yı, biraz da Gazi Hüsrev Bey’e verdikleri kutlu sözün etkisiyle ayağa kaldırıvermişler…

Sebili… Camileri… Bedesten’i hep kurtarmışlar korumuşlar…

Bugün de koruyorlar… Çünkü inançlarının bilinciyle ve Osmanlı’nın “sınırı” olmanın verdiği kutlu ilhamla yaşıyorlar, çocuklarını türlü misyoner tezgâhlara karşı eğitiyorlar, büyütüyorlar…

Hatta öyle bir ecdada sadakat yaşıyorlar ki, içtikleri kahvenin her yudumunda Osmanlı’ya olan bağlılıklarını da fiilen gösteriyorlar. Boşnak kahvesi kulpsuz fincanda içiliyor. Fincanın içinde de Osmanlı “ay yıldızı”… İçerken, dudaklarının her yudumunda ay yıldızı “öptüklerine” inanıyorlar.

Buna karşı biz hala Kemeraltı’nı “çalışıyoruz”…

Aklıma ne geldi biliyor musunuz?

Başçarşı’da dolaşırken ve ecdat kokusunu duyumsarken aklıma nedense Hakan Tartan geldi… O da Boşnak diye biliyorum. Üstelik şimdi Konak Belediye Başkanı… Toplasa Kemeraltı’ndan esnafı… Götürse Başçarşı’ya… Konuştursa esnafıyla… Belki duyacakları Kemeraltı’nın kurtulması için vesile olacak. Ben inanıyorum buna. Savaş korkunçluğunu yaşamış Başçarşı, her şeye rağmen bugün turistiyle, ticaretiyle dimdik yaşıyor ve kazanıyorsa neden Kemeraltı da kalkmasın ki ayağa?

Başçarşı’nın esnafı Kemal Baysak’ı ve İzmir’i tanıyor, soruyor, anlatıyor… Bolca da selam gönderiyor. Ama bir şeyin de önemine bizden çok inanıyor… Eğitim… Bugün Bosna’da ne yazık ki yeterince etkin olmayan Türkiye ama etkin Türkler var…

Yazacak çok konu var…

Sevgili Serdar Öztürk’ün çektiği fotoğraflar ayrı birer konu içeriyor… Elbette yazacağım. İzmir’in o sonuçsuz tartışmalarından, “seçkinlerinin” hazımsızlıklarından, üç paraya heba edilen dostluklardan ve sahte ilişkilerden biraz kaçınmak istiyorum. Bosna, Karadağ, Hırvatistan’dan hem konu çok hem de “anlayana” ders… Ben açıkça yazacağım… Kaç kişi okur, kaç kişi takdir eder bilemem. Ama gitmeden önce “değişim şart” demiştim ya, galiba “yolunu” buldum… Kim ne düşünürse düşünsün… Tabii hakkımızda da ne düşünürse, iki katını yaşasın…

Bu ne nezaket…

İlerlemiş yaşına rağmen hala dimdik… Anam nazar değmesin Vali Hüseyin Öğütçen’e diyelim. Kalkmış Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ı ziyaret etmiş. Hatta benim bir türlü kaleme alamadığım o müthiş anılarını yazdığı kitabını da armağan etmiş Başkan Tartan’a… Mutlaka okuyacaktır Konak Belediye Başkanı ama Vali Öğütçen’in bugün “makam dolduran” pek çok “makam sahibine” örnek davranışlarına da dikkat etmek gerek. Tepeden bakmayan tavrı, mütevazı yaklaşımıyla Vali Öğütçen aslında Türkiye idarecilerine yaşayan bir model ama nedense biz “modelleri” yaşarken pek fark edemiyoruz galiba. Konak Belediye Başkanı Tartan’ın da Vali Öğütçen’e hak ettiği saygıyı gösterdiğinden hiç kuşkum yok. Ancak İzmir’de “düzeyli” ilişkiler için Vali Öğütçen’in daha çok ziyaret de bulunması ya da ziyaret edilmesi lazım da kime söyleyeceksin, kim anlayacak değil mi?

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın