Kriz ve emekçiler

Günümüzde de var mı bilmiyorum; eskiden bilardo oynanan salonlarda, masaya en yakın duvarda, özenle çerçevelenmiş bir yazı olurdu: “ÇUHAYI YIRTAN BEDELİNİ ÖDER”. Her gördüğümde bana büyük keyif veren bu sözleri hiç aklımdan çıkarmam.

Aylardır dünyayı derinden etkileyen iktisadi kriz üzerine tartışmaları izlerken ya da krizi kendimce yorumlarken yine bu sözü düşünüyorum; çünkü hemen her ülkede, çuhayı yırtanlar, bedelini bir şekilde salon sahibine ya da başkalarına ödetmeye çalışıyorlar.

ABD’de başlayan ve kapitalist dünyanın her yanını etkileyen krize neden olanlar yani çuhayı yırtanlar tabi ki bellidir ve dünya üzerinde kaçacak yerleri de yoktur. Buna karşılık, onlara ilişilmemekte, krizin bedeli, krizde hiçbir sorumluluğu olmayan, başta emekçiler olmak üzere dünya halklarının sırtına yıkılmaya çalışılmaktadır. Tarihte de olduğu gibi, işsizliğe; dolayısıyla açlığa ve yoksulluğa itilen onlardır. Savaşa; dolayısıyla zulme, işkenceye ve ölüme itilen onlardır.

Krizin mimarları şimdi çözümün mimarlığına soyunmuş dünya yöneticilerine yol/yöntem önerileri sunmaktadırlar. On yıllardır açlıkla, hastalıklarla boğuşan, kırılan insanlar için hiçbir çözüm aramayanlar batırılan şirketlerin kurtarılması için milyarlarca dolar harcayabilmektedirler. Tüm dünyada kamu mülkü, kamı malı ne varsa her şeyin, “özelleştirme” adıyla ve kapitalizmin gereği olarak elden çıkarılmasını savunanlar şimdi dünya devi birçok şirketin devletlerce satın alınmasını önermektedirler. Devletin üretimden elini çekmesi gerektiğini söyleyenler, kapitalizmin zirvesindeki devletlerin en büyük üretici olmasını savunabilmektedirler. Ama dikkat ediniz; bu kesimlerde krizin asıl sorumlusu kapitalist üretim biçiminin doğasındaki “üretim anarşisi” asla sorgulanmamaktadır.

Aslında bunu sorgulamamakta haklıdırlar; çünkü bu onların değil, dünya emekçilerinin ve emekçi örgütlerinin işidir. Gelin görün ki, dünya emekçileri ve emekçi örgütleri kapitalizm tarafından, son otuz yılda sürekli geriletilmiş, 20. yüzyıl boyunca kazandıkları mevzileri terk etmeye zorlanmış ve birçok mevzi ellerinden alınmıştır. Kapitalizm karşısında mutlak yenilgiye uğradığı duygusuna kapılan emekçiler ve örgütleri ideolojilerini yitirmiş ve güncelleyememiş; birlik, mücadele ve dayanışma yöntemlerini yenileyememiş; kapitalizmin kendilerine “lütfen” bıraktığı alan içinde kalmayı kabullenmiştir. Emekçi örgütleri varlıklarını sürdürmeyi yeterli bulacak kadar geri çekilmiş durumdadırlar.

Oysa bugünlerin geleceği yıllar öncesinden bellidir ve üstelik dünya geçmişte benzer bunalımlar yaşamıştır. Bunu dahi değerlendirememiş olduğu görülen günümüzdeki emekçi örgütleri, o dönemlerde verilen mücadeleleri tekrarlayacak güç ve nitelikten bile yoksundur.

Dünya emekçileri bugünlere kendiliğinden ya da kapitalizmin icazetiyle gelmemiştir. Bugünler on yıllar içinde sürdürülen çabaların ürünüdür. Günümüz dünyası, “zincirlerinden başka yitirecek şeyi olmayan” emekçilerin dünyası değildir. Bugünün dünyasında emekçilerin de zincirlerinden başka yitirecek bir şeyleri vardır. Bunların en önemlisi emekçilerin “üretim süreci içindeki” konumlarıdır. Kapitalist dünyada yaşanan ve başbakanın deyişiyle ülkemize teğet geçen kriz, emekçileri yavaş yavaş bu konumlarından uzaklaştırmaktadır. Teknik terimlerle; “küçülme, daralma vs.” olarak adlandırılan gelişmenin tercümesi budur. Kapitalizmin, “esnek üretim” teknikleriyle, “taşeronlaştırma” yöntemleriyle emekçileri örgütsüz bırakma çabalarının meyveleri bu kriz günlerinde bolca toplanmaktadır. Üretim sürecinin dışına itme süreci tüm emekçileri yeniden “kendiliğinden işçi” düzeyine düşürmekte, “kendisi için işçi” niteliği hızla yok olmaktadır. İşini sürdüren ya da işinden olan emekçi, birey olarak ekmek kavgasıyla sınırlı bir yaşama mahkum bırakılmış durumdadır. Bu süreç, bir sınıfın yok edilmesi anlamına gelmektedir ve bu gelişme, özgürlük, demokrasi, sosyal adalet gibi kavramlar bağlamında tüm dünya için büyük bir tehlikedir. Gelişmiş çağdaş ülkelerin çoğunluğunda çapsız adamların çapsız iktidarlarının görülmesi hiç de rastlantı değil, bu gelişmenin ürünüdür.

Hızla kararmakta olan bu sürece “dur” diyebilecek tek güç, tarih boyunca olduğu gibi yine emekçi örgütleridir ve günümüzdeki kriz koşulları bunun için çok elverişli olanaklar sunmaktadır. Emekçiler ya bu olanaklardan yararlanacak ve yalnızca örgütlerini değil, sınıf olarak kendi varlıklarını koruyacaklarını çağdaş bir “manifesto” doğrultusunda dünyaya gösterecekler ya da dünyayı karanlığa sürükleyen bu sürece teslim olacaklardır.

Kolayca görüleceği gibi yırtılan çuhanın bedeli çok ağırdır ve bu bedel eskiden bilardo salonlarında bulunan yazıda söylendiği gibi, salon sahibine ya da başkalarına değil, mutlaka yırtana ödetilmelidir.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın