Görmeyenlerin medyası…

Görme zahmetine katlanmamışlar. Görmeyi de hiç düşünmüyorlarmış. Çok güvendikleri dostlarından öğrendikleri yeterliymiş. Dostlar, medyamızın “şöhretlileri”nin bizi nasıl bilgilendirdiklerinin farkında mısınız? “Büyük” medyamızdan “deste deste” insanlar sokağa atılırken bu “babayiğitlerden” tek satır okuyanınız var mı?

Can Dündar’ın “Mustafa”sı, her şey bir yana, köşelerinde bizi ahkama boğanların “kalibresini” bir kez daha görmemize olanak sağladı.

Bakıyorsunuz, yılların edebiyatçısı, bir yapıta en nesnel yaklaşması gerekeni bile ortalığı toza dumana boğuyor. Hele ilk gençliğimden başlayarak öykülerinin peşinde koşturduğum Oktay Akbal’ı okurken, sanki içim boşaldı.

Bakınız, neler söylemiş:

“Mustafa” imiş adı! Bir genç çıkmış Mustafa’yı yazmış!.. Filmini yapmış. O Mustafa’nın özel yaşamını kendince ortalığa dökmüş… Rakı içmesi, yalnızlığı, daha neleriyle bir Mustafa sergilemeye kalkışmış!.. Bile bile yapmış bu çirkinliği, bu ayıbı, bu yanlışlığı… Bir genç adam, gazeteci mi, yazar mı, TV’ci mi? Boyundan büyük işlere girişmiş, tarihin altından girip üstünden çıkmak istemiş. Onun gibileri yıllardır dolaştı ortalıkta. Kitaplar, makaleler yazıp onu yok etmeye, tarihten silmeye, unutturmaya çalıştı boş yere… Mustafa filmini görmedim. Görmeyeceğim. O adını bile anmak istemediğim genç adam sırtını kimlere dayayarak, kimlerden çıkarlar hesaplayarak kalkışmış bu işe… Yazık etmiş kendine!..” (Cumhuriyet, 9.11.2008)

Bir diğeri Hürriyet’te dalgasını geçmiş. O da görmemiş filmi:

“DİYELİM ki Atatürk beyaz atının üzerinde çıkageldi, yanında İsmet Paşa, komutanları, yaverler… Aşağıda Cumhuriyet Bayramı ve herkes ‘Mustafa’yı seyretmek için kuyruklarda.
Atatürk, İsmet Paşa’nın kulağına eğilerek: ‘Şu arkada, elinde bazuka gibi boru olan, topçu neferi midir?..’
İsmet Paşa: ‘Hayır Gazi Hazretleri, o Can Dündar, muharrir… Elindeki kamera aleti, hususiyeti sinema çeker…”
(Bekir Coşkun, Hürriyet,  1.11.2008)

Yazı yetmemiş, televizyonda tam gaz giderken, Can Dündar, yayına bağlanıp, “Bekir Abi, görmediğin bir film için nasıl bu kadar ağır yorum yapabiliyorsun?” diye sormuş.

Yanıt, tam evlere şenlik:

“Çok sevdiğim, güvendiğim insanlar filmi izledi, beni aradılar” (Ayşe Arman, Hürriyet, 9.11.2008)

Çok sevdiğimiz, güvendiğimiz insanların yorumundan yorum çıkarmak…

Helal…
 
Bir de küfürbazlar, ne dediğini bilmezler, kompleksliler var. Onları yok farz etmek gerek.

Olay Can Dündar’ın filmi değil.

Olay, medyamızın linç müptelası hali…

Hrant Dink’in bir tümcesini nasıl kent efsanesine dönüştürdük, anımsayınız.

Orhan Pamuk’un Nobel’ini nasıl başına bela ettik. Lütfen bir kez daha düşünün.

Bu işin, sağcısı, solcusu, demokratı, Atatürkçüsü, ilericisi, gericisi olmaz.

Tutturulan yol vahimdir.

İnsanlarımızı korkutuyor, sindiriyor, linç ediyoruz.

Beğenmediklerimize “intikam ateşi” ile saldırıyoruz.

Elli yıl öncesinden hiç mi farkımız olmayacak?

Günlerdir  medya çalışanları kıyıma uğruyor. Sendika üyesi olduğu için atılanlar var.

Bir tek, Sabah’ta Umur Talu yazdı.

Nerede o “meşhur” babayiğitler?

Bugün yazmayacaksınız da ne zaman yazacaksınız?

Hadi filmi görmediniz, görmek de istemiyorsunuz.

Yan masanızdan bir gecede “buharlaşan” arkadaşlarınızı da mı görmüyorsunuz?

“Görmeyenlerin medyası”, okuru kör mü sanıyor?

Unutmayınız: Tarihe geçiyorsunuz…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın