Can Dündar’ın Mustafa’sı

Can Dündar’ın Mustafa filmini gördünüz mü? Ben, üzerine yapılan tartışmaları da aklımda tutarak filmi büyük bir dikkatle izledim. Sinema salonuna girdiğimde ne film ne de Can Dündar hakkında önyargım vardı. Kendi kendime “bakalım Mustafa Kemal hakkındaki düşüncelerimi bu film ne kadar etkileyecek, ne kadar değiştirecek” diye düşünüyordum. “İki saatlik bir film insanın düşüncelerini, yargılarını değiştirir mi hiç” demeyin; filmin ilk yarısı bittiğinde amacın zaten tümüyle bu olduğunu anlıyorsunuz.

Can Dündar film hakkında süregelen tartışmaları yanıtlarken “ben benim Mustafa Kemalimi anlattım, beğenmeyenler kendilerininkini anlatsın” diyor. Buram buram lâfazanlık kokan bu sözler eleştiri sahiplerini ne denli tatmin eder bilmiyorum ama tartışılan ve eleştirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu hakkında çekilen bir belgesel olduğunda ona imza atanların kendilerini böyle savunamaya haklarının olmadığını biliyorum.

Mustafa belgeselinde anlatılanlar baştan sona, amatör bir tarihçinin olaylara ve olgulara kendi çapı kadar bakan; bütünlükten yoksun, eklektik yaklaşımının eksiklik ve yanlışlıklarıyla dolu. Can Dündar’ın tarihçi olmadığını biliyoruz. O nedenle bu tür yanlışlık ve eksiklikleri hoş görebiliriz ama bu olgular ve olaylar arasındaki “pireleri deve, develeri pire yapan” yaklaşımını hoş görmek mümkün değildir. Filmi izlerken işte bu nedenle “yapılan yanlışlar ve eksik bırakılanlar yalnızca amatör yüzeyselliğin ürünü değil mi acaba?” diye kuşkuya düşüyorsunuz.

Örneğin, İzmir Suikastı sonrasında yapayalnız kalmış gösterilen Mustafa Kemal değerlendirilirken, “devrimin kendi çocuklarını yediği” öylesine özenli bir yere yerleştiriliyor ki; bir anda Türk Devrimini yapanlarla suikast girişimine karışan ve idam edilenlerin aynı insanlar olduğunu öğreniyoruz.

Aslında Mustafa Kemal’in hep yalnız adam olduğunu görüyoruz filmde. Siyaset konuşacağı, yazışacağı hiçbir arkadaşı yok; öyle ki, İstanbul’dan ilk uzak kaldığı dönemde, ülke sorunları hakkında bile yalnızca son “beraber olduğu” kadınla yazışıyor, onunla dertleşiyor.

İsmet Paşa’yı -bir sözüyle- kendine tanık gösteren Can Dündar’a göre Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna da bir yalnız adam. Üstelik halk da ona karşı ve o da halka hiç güvenmiyor. Aklındakileri, düşüncelerini halktan gizliyor. Bunlar devrimin başarısı için “zamanlama” değil düpedüz halkı kandırmak için söylenen yalanlar olarak sunuluyor. Zamanlama olarak nitelenmemesinin sorumlusu da Mustafa Kemal’in kendisi; çünkü o, yıllar önce devrimin “cahil halkın bilgilenmesini bekleyerek başarılamayacağını, bir anda gerçekleştirilmesi gerektiğini” söylemiş, günlüğüne yazmış.

O halka güvenmeyen, bir tek yakın dostu bulunmayan, “devrimin evlatlarını” da suikast girişimini bahane ederek yok eden adam tabi ki bir diktatör olup çıkıyor. Can Dündar bize, karanlıktan korkan, uzaklardaki hayvan sürüsünün kaldırdığı tozu görerek panik olan, kendini yalnızlığa mahkûm bırakmış bu garip adamın ruh halinin aslında çocukluğunda yaşadığı travmaların sonucu olduğunu gösteriyor başarıyla!

Mustafa Kemal’in “insan” yanını gösterme savıyla çekildiği söylenen filmde uydurulmuş, gerçek dışı hiçbir şey yok belki de ama gerçeklere tutulan mercekler öylesine ustalıkla değiştirilerek kullanılmış ki “pireler deve, develer pire” haline getirilerek bildiğimizden çok başka bir Mustafa Kemal üretilmiş. Söylenene göre, işte o Can Dündar’ın Mustafa’sıymış.

Bu filmi mutlaka izleyin ama çocuklarınıza asla izletmeyin; çünkü o bu ulusun Mustafa Kemali değil Can Dündar’ın Mustafa’sı…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın