Sahip oldukları koltukları, makamları, unvanları, ekranları, köşeleri halkı için kullananlarla kendi çıkarları için kullananları yazarım.
Onlar kendilerini bilirler; yazıyı okuyup “Bu benim” diye sinirlenirler.
Ama aymazlıkla, çıkarcılığın yolunda ısrarla yürümeye devam ederler.
Çünkü devir onların devridir; bu devirde geçer akçe sesinin sahibinin karşısında yalanmaktır.
El pençe divan durmaktır…
Böylelerinin dışında, bir de gerçekten alnının teriyle kazanan; ekmeği gözünün nurunda ve kaleminin ucunda olan insanlar var.
Mesela Emin Aydoğan…
Ege TV’de bir kameramanmış kendisi.
Bizim çocukluğumuzun ve gençliğimizin geçtiği Kemeraltı’na, işte o alın teriyle ve göz nuruyla küçük bir katkı koymak istemiş.
Cumhuriyet Gazetesi’nin Ege ekinde, fotoğraf sanatına hakim bir kalem tarafından yazılan haberde okuduğum kadarıyla; Emin Aydoğan, son zamanların en ilginç sanat olayına imzasını atmış.
Bizim gençliğimizde ne kadar yersen ye lezzetinden doyulmaz yemeklerin yapıldığı ve şimdi tarih olan Şükran Lokantası’nın bulunduğu yerde faaliyet gösteren Şükran Oteli’nde bir sergi açmış.
“Otel ve diğerleri…”

Hatırladığım kadarıyla, burada büyüklerimizin gittiği eski valilerden Hasan Paşa’nın adını taşıyan bir kahve de bulunuyordu.
Herkesin bu tip projelerde, birilerinin “ardında” sponsorluk için kuyruk olduğu bir ortamda; Aydoğan İzmir esnafının ve Kemeraltı Esnaf Derneği’nin manevi desteğiyle bu sanat olayına imza atmış.
Öncelikle “Helal olsun” demek her İzmirlinin görevi olmalı.
Açıkçası parayı verenin konuştuğu ve sesini duyurduğu bu rezil medya ortamında; Emin Aydoğan, sanat hayatında “kendinden emin” ve başarıya çıkan bir yol açmış.
Ege TV’deki haberde de denk geldim.

Şükran Oteli’nden Kemeraltı’na açılan karelere, yalnız otel insanlarının sıcak muhabbetlerinden, yaşamın bazen iliklerimizi donduran bunalımına; insan ve mekan hüznünü yansıtmıştı Aydoğan…
İyi de yapmıştı…
Şimdi İzmir’de her övdüğünün akıbeti tartışmalı hale gelen Hıncal Uluç’a bu köşeden seslensem ve desem ki:
Hadi, ne kadar aklayıp paklasan da, yaldızlasan da bir türlü gidişine engel olamadığın “Yeni Asır’ın Osmanı”nı yazacağına…
Ya da üçüncü sınıf mahalle düğününden bile coşkusuz bir festivali organize edip bununla övünüp duran; başında bulunduğu televizyonun logosunu değiştiren ama mikrofonlarını unutan İzmir’in “dublörü”nü öveceğine…
Hadi gel İzmir’e, Şükran Oteli’ne, Emin Aydoğan’ın karelerini gör de; hayatında bir kez bile şişirmediğin gerçek bir övgü yazısı kaleme al.
Çok mu düş kurmuş olurum?
İzmirliler bu sergiyi mutlaka görmeli.
Görmeli ki, hayatlarından kayıp giden bir yıldızı, yani Kemeraltı’nı, yeniden parlatabilsinler.
Hepinize iyi haftalar…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.