Bilim tarihinin en zeki insanlarından Einstein bu soruların ortak yanıtını vermiştir. Ona göre “…dünyanın sorunları, o sorunları yaratırken olduğu gibi düşündüğümüz sürece asla çözülemezler”. Bu yanıtı biraz daha çeşitlendirerek şöyle söylemek de mümkündür. Sorunların çözümünü, onları yaratanlardan beklemek boş bir hayaldir. Dünya tarihi bu gerçekliğin sayısız örnekleriyle doludur. Birinci Dünya Savaşı’nın mutlak yeniklerinden, çürümüş Osmanlı Devleti’nin zavallı padişahını savunma adına Mustafa Kemal ve devrimleri hakkında ileri geri konuşanların yaklaşımı bu örneklerden yalnızca biridir. Son iki yüz yılını kokuşmuş bir hanedanın despotizmi altında ve sömürgeleşerek geçiren Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını değil de onun yerine, yüzünü çağdaşlığa çevirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Hareketi’nin başarılarını “travmatik” bulan anlayış da bu hayal dünyasının ürünüdür.
Kurtuluş Tarihi’nden birazcık haberi olan herkes, o günlerde, ülkeyi 1919 koşullarına getirenlerden temelde farklı düşünenler olmasaydı ne kurtuluşun başarılabileceğini ne de çürümüş Osmanlı Devleti’nin yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabileceğini bilmektedir. Buna karşılık Osmanlı’nın düşünce sistematiğinden kendilerini bir türlü kurtaramayanlar ya “kurtuluşu” yok sayarak ya da o yıllarda olan biteni “topluma yabancı travmatik olaylar” olarak niteleyerek kendilerine konuşacak zemin yaratmaya çalışmaktadırlar. Kurtuluşu yok sayanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sıradan bir “hükümet darbesi”ne indirgerler; kokuşmuş Osmanlı Hanedanı’nın ülkenin başından defedilmesini içlerine sindiremeyenler ise kurtuluş hareketini “halkta travmatik izler bırakan olaylar” olarak göstermeye çalışırlar. İlginçtir; bu tür söylemler ve gösterimler “kurtuluş”un uluslararası belgesi Lozan Anlaşması’nı asla kabul etmemiş olan ABD basınında kendisine genellikle geniş yer bulur.
Mustafa Kemal önderliğindeki “kurtuluş hareketi” 1923’te başarıya ulaşmıştır ama aradan geçen seksen beş yılda, eskiyle yeninin, geçmişle geleceğin, geriyle ilerinin mücadelesi hiçbir zaman bitmemiştir. Yeniden yana olanlar ne zaman rehavete kapılsalar, ne zaman artık geri dönüş mümkün değildir diye düşünmeye başlasalar eskinin bütün gücüyle ayağa kalktığını ve seksen beş yıl öncesinin “hesabını sormaya” hazır olduğunu görüyoruz. Geçen seksen beş yılda bu film defalarca oynamıştır ve her rehavet durumunda oynamaya devam edecektir.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.