“Devlet ya ilimle, ya zulümle idare edilir. Bende ilim olmadığına göre zulumle idare ederim.”
EXPO’dan sonra İzmir’de yaşananlar “bizde teknik ve strateji olmadığına göre karalamalarla yola devam edeceğiz” demeye benziyor.
Geçen hafta EXPO’nun ardından bombanın pimini İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş çekti.
Gazetelere verdiği ilanlarla üstü kapalı mesajları bu kez açık açık dile getirdi. Kimleri, nasıl suçladığını anlattı.
Zaman, yerel seçimler öncesi hararetin de başlangıç noktası…
Öyleyse hedefe ok atarken EXPO iyi bir zemin…
***
Baykal’dan yeniden aday olabileceğine dair yeşil ışığı alan Kocaoğlu ise tüm bu sert açıklamalara karşın EXPO polemiğinin içine biz bu satırları yazdığımız dakikalara kadar girmedi.
“Ekrem Bey, tüm dünyada EXPO’ya aday olan şehirlerin sözcülüğünü belediye başkanları yaparken, siz yürütme kuruluna başkan olmayayım diye elinizden geleni yapmadınız mı, benim tepki gösterdiğim gelişmelere bıyık altından gülmediniz mi diye sormadı…
Demirtaş diyor ki, ‘Nisan ayında belediye başkanına gittik, yurtdışı gezilere başkanlık yapmasını istedik. Bize “Ankara gitsin, bu işin başı ben değilim ki’ dedi.”
Ne zaman denmiş? Nisan 2007’de… Nisan’a gelinceye kadar 1 yılda önünü kesmek için herşey yapılmış, Nisan’da gel başkanlık yap denilmiş…
Yürütme Kurulu’nun başkanı hiç değilse Ankara olsun diye elinden geleni yapan kimdi?
***
Hatalar yok mu, olmaz mı, hangi kurum ya da kuruluştu hatasız olan ?
Ancak bu saatten sonra kim haklıydı, yanlış nerede yapıldı diye tartışılacaksa koyalım önümüze; reklam, tanıtım stratejimizi, giden heyetler yabancı ülkelere neler vaad etmiş, hangi taktikler sunulmuş, EXPO alanı olarak ayrılan İnciraltı’nın geleceği ne olacak, onları tartışalım.
EXPO’da yapılan teknik hatalar varsa ortaya konulsun ve hatta bu konular yerel seçimlerden sonra tartışılsın…
Gönül ister ki; sevabı kadar günahı, günahı kadar sevabı olan herkes sussun ve
Türkiye’nin kaynakları, İzmirliler’in umutları üzerinden yerel seçimler öncesi “siyasi polemik” yapmak kimsenin haddi olmasın…
—
ZED’den açıklama
EXPO’nun ardından yaşanan soru işaretlerini ilk ve son kez 31 Mart sonrası Pariste son tango” başlıklı yazımızda dile getirmiş, özellikle EXPO’yla ilgilenen, umutlanan herkesin bilmesi gerekenleri bir gazeteci duyarlılığı ile yansıtmıştık.
Yazıda karalamaya yönelik ifadelere değil, teknik eksiklikleri, strateji eksikliklerini öne çıkarmaya da özen göstermiş ” 12 ayrı başlıktan oluşan yazının bir başlığında da “kimdir bu ZET, neden hep karşımıza çıkıyor” diye de sormuştuk.
Yanıt noter kanalıyla ihtarname olarak geldi. Öncelikle “Sayın Dilek Kappi hanım firmamızın ismi ZET değil ZED diyorlar. Ben de Kappi değil, Gappi olduğuma göre demek ki karşılıklı maddi bir hata yapmışız.
Aslında gönderilen ihtarname hukuken geçerli bir yaptırım taşımamasına rağmen gazetecilik anlayışımız gereği firmanın açıklamalarına yer vermeyi uygun buluyorum
Öncelikle ZED; yazıda belirtildiği gibi İzmir İktisat Kongresi’nde bir görev almadıklarını bildirmiş. Yanıttan, ihaleye girilmiş ama kazanılamamış ifadesi doğuyor. ZED ismini ilk kez o kongrede duyduğumu net hatırlıyorum. Zaten yazıda İktisat Kongresi sadece isim olarak geçiyor, anlatılmıyor. Bu yolla biz de bu hatayı düzeltmiş olduk. Ancak bizim anlattığımız İzmir’de düzenlenmiş en büyük iki uluslararası organizasyonla yani Universiade Olimpiyatlarında ve EXPO 2015 de ZED’in etkin olmasıyla ilgiliydi ve firma da bunu yanıtıyla doğruluyor.
Doğrularken yazımda belirttiğim “ZED Universiade işini yapamadı ve 300 bin euro tazminat ödendi” ifadesi, firmanın yanıtında ise şu şekilde geçiyor:
“Universiade için üç ay birlikte çalışıldıktan sonra firmamızın profesyonelliği ile ilgisi olmayan nedenlerle ve organizasyonu önceden oluşturulan komitelerce bizzat yürütülmesinin daha sağlıklı olacağı ve bir uyumsuzluk gözlendiği gerekçesi ile haksız bir şekilde karşılıklı olarak fesh edilmiş ve sözleşmede yer alan dilim 300 bin Euro ödenerek çalışma noktalanmıştır.”
Uyumsuzluk ne demektir ki? Üç ayda 300 bin euro kazanılan kaç iş vardır?
***
Gelen ihtarnamede ayrıca “Paris’te yapılan hiçbir sunum ZED tarafından yapılmamıştır” deniyor. Yazımızda zaten böyle bir ifade bulunmuyor…
İzmir’de de sempozyumlar, sunumlar gerçekleştirildi. ZED firmasının görevlilerinin tanıtım filmleri ya da her ne hazırlık ise İzmir’i hiç tanımamaları nedeniyle son günlerde kent arşivinden bilgi almaya gittikleri gün tesadüfen oradaydık ama artık bunları yazmamıştık.
Sempozyum sırasında Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin yazılı tepkisine neden olan “sandviç rezaletine” kadar da inmemiştik üstelik..
Biz doğru bildiğimizi yazdık, duyduklarımızı da “iddia” şeklinde dile getirdik. Universiade için firmaya ödenen rakamı biliyorduk yazdık, bilmediğimiz EXPO 2015 için gerçekleştirilen çalışmalarda ZED firmasına ne kadar ödendiğidir, eğer yetkililer onu belirtilerse gönül rahatlığıyla bu sütunlardan yazacağımıza emin olabilirler..
Aslında ZED firması bir örnek, aynı yazıda değindiğimiz bir iki firma daha vardı.. Ama değinemediklerimiz, artık daha detaya inmeyelim dediklerimiz de oldu..
Sonuçta EXPO İzmir’in organizasyonu olarak biliniyor ya, eğer EXPO üzerinden kazanılan parayı düşünürsek, daha çok “Ankara ve İstanbullular’ın organizasyonuydu” demek mümkün…
İzmir’de eğer olursa bir başka uluslararası organizasyon da görüşmek üzere” deyip bu konuyu noktalamakta yarar var.
***
Doğru Proje Doğru Sonuç
Her sanayi bakanının “Sanayi stratejisi hazırlıyoruz”, her tarım bakanının da “Tarım envanteri çıkartıyoruz” dediğine onsekiz yıllık gazetecilik hayatımız boyunca tanık olduk…
Stratejiler de envanterler de bitmedi bir türlü, bitecek gibi de değil. Tutulmayan sözleri, havada kalan hedefleri yaza yaza bitiremeyiz..
Bu süreçte doğru örnekler de oldu ama sayısı az.
Bir ülkenin vizyonu, stratejisi ne demektir, nasıl ortaya konur; Türkiye için az örnek var elimizde.
Turquality bunlardan birisi hatta bize göre birincisidir
Bakan Kürşat Tüzmen’in önderliğinde 2003 yılında başlatılan “Turquality projesi” doğru taktik ve yaklaşımlarla büyük bir başarıyla ilerliyor.
Şimdiden 55 firmaya ulaşıldı ve bu 55 firmanın uluslararası marka olarak “tutundurulması” konusunda devlet ciddi bir destek veriyor.
Proje tutunduruyor, çünkü projenin kendisi tutarlı.
Gözlem olarak hazırladığımız birçok yabancı dergi kapsamında projeyi yakından takip ediyoruz biliyoruz, ancak geçen günlerde Yaşar Holding Strateji ve İş Geliştirmeden Sorumlu Başkan Yardımcısı Nur Şule Bölükoğlu ile görüşürken, projenin detaylarının da oldukça başarılı şekilde gerçekleştirildiğine tanık olduk.
Bugün özellikle gıda alanında yarattığı güçlü “Pınar” markasıyla tanınan grup, kökleşmiş çalışmalarıyla “Turquality” programının içinde otomatik olarak yer aldı. Pınar markasını Turquality projesinde konusuna hakimiyetiyle dikkat çeken Nur Şule Bölükoğlu temsil ediyor.
***
Pınar Gıda ve İçecek Grubu bugün 1.1 milyar YTL net ciroya sahip büyük bir şirket. Şule Bölükoğlu, “Pınar” olarak Turquality programı kapsamında gerçekleştirdikleri çalışmaları anlatırken gözlerinin içi parlıyor. Belli ki hedefe yaklaşmanın keyfini duyuyor.
Öncelikli olarak dünyaca tanınan Deloitte bağımsız danışmanlık şirketi tarafından program kapsamında kendilerine yeni bir yol haritası hazırlandığına değinen Bölükoğlu, programın ana amacının hedef olarak belirlenen dış pazarlarda sadece “mevcut” olmak değil “tutunmuş, bilinirliği yüksek bir marka yaratmak” ve bunu belirtilen pazarlarda “sürdürülebilir kılmak” olduğunun altını çiziyor. Bölükoğlu, “Bize ‘beş yıl boyunca stratejik hedefleriniz içinde yer alan ülkelerdeki marka bilinirliğinizi izleyeceğiz. Markanızı küresel boyuta taşıyabilmeniz için stratejiden, markaya, pazara gereken tüm desteği vereceğiz’ dediler” diyor.
***
Öyle de olmuş, bağımsız danışman firma gıda grubu üst yönetimi ile çalıştaylar düzenleyip muhtelif görüşmeler gerçekleştirilmiş. Bu çalışmalar hummalı şekilde başlamış, tasarımdan hedeflere tüm ayrıntılar masaya yatırılmış. Tüm departmanlarla görüşmeler gerçekleştirildikten sonra bir rapor ortaya çıkarılmış.
Şimdi bu raporların sonucuna göre Pınar markasının ardında ciddi akılcı devlet teşviklerini barındıran bir yol haritası var
Yaşar Grubu “Pınar” markasıyla hedef pazarını Körfez ülkeleri ve Ortadoğu olarak belirlemiş. Pınar zaten uluslararası bir marka. Yaklaşık 8-9 ülkeye ihracatı var. Almanya’daki şirket Pınar markalı ürünler üretiyor ve dağıtıyor. Körfez bölgesi ve Ortadoğu ülkelerinde marka bilinirliğini daha da artırma şansı var, çünkü şimdiden çok tutuluyor. Pınar’ın, öncelikli hedefi BAE, Suudi Arabistan ve Mısır…
BAE Türk markalarını tanıyan bir yer. Ancak yine de özellikle gıda alanında Türkiye’nin işi kolay değil. Süt ve et fiyatlarında rekabetçi olmak zor. Dolayısı ile maliyet dezavantajı söz konusu olabiliyor. Ancak Bölükoğlu, “Turquality” projesinin de verdiği destekle kısa zamanda hedefe doğru yol alacaklarına yürekten inanıyor.
Türkiye’de en çok bilinen markalar arasında yer alan Pınar’ın şimdi global marka olarak tanınması için arkasında büyük bir güç var… Köklü bir kuruluş, hedefleri için detaylı bir yol haritası ve işini bilen, kendine güvenen yöneticiler gibi üç unsur yan yana gelince Pınar markasına uluslararası sularda da “şansın açık olsun” demekten başka seçenek kalmıyor…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.