Balıkesir’den Uludağ’ı gördük

Dursunbey İstasyonu’nun yanındaki yoldan Alaçam Dağları’nın zirvesine tırmanmaya başladık. Değirmeneğrek yaklaşık 800 metre yükseklikte yer alan, Orman Genel Müdürlüğü’ne ait bir işletme.

İzmir-Ankara demiryolunu aşıp Değirmeneğrek’e yöneldiğimizde artık ormanın derinliklerinde, sarıyla, kırmızıyla, kahverengiyle iç içe, akarsulara yol arkadaşıydık.

Bu arada şömine keyfi için yarım kilo kestane almayı ihmal etmedik. Üç kişiye iki gün yetecek kadar domates, salatalık, acı biber, mandalina, roka, limon, biraz helva, kara fırın ekmeği, beyaz peynir, zeytin ve köy zeytinyağı.


[Yazıdaki fotoğrafları daha büyük görmek için lütfen tıklayınız…]

Sarının her tonunu, yeşilin en gerçeğini ve tüm renkleri yerinde ve zamanında kullanan en büyük ressam halk dilinde tabiat ana yine bu sonbaharda tüm hünerlerini sergilemiş; tabiat ana sonbaharın hakkını vermiş. Öyle renklendirmiş ki, bakmaya kıyamıyor, fotoğraf çekmeye doyamıyor insan. Bu güzelliklere bir de yağmurun sesi eklenince bu gezinin keyfini varın düşünün artık.
Tüm bu güzellikleri bir arada yaşamak amacıyla hafta sonu sabahın alacasında yine kamp arkadaşlarıyla birlikte yola koyulduk. Bu kez çadırda değil orman işletmelerine ait bir konukevinde kalacağız. Şömine yakacağız, bacadan tüten dumanı izleyeceğiz, şöminenin közünde kestane pişireceğiz, bir yanda sucuklar pişecek ve kırmızı şarabı yudumlayacağız.

İzmir’den 360 kilometre

Aynı bölgeye 1999 yılında da bir gezi yapmıştık ve tadı damağımızda kalmıştı. Meteoroloji yağmur haberini günler öncesinden vermişti bu nedenle yaşayacağımız ortamı yolda kestirebiliyorduk. Önümüzde yaklaşık 360 kilometrelik bir yol vardı. İsmet Orhon ve Engin Yavuz ile birlikte Akhisar üzerinden, Sındırgı ve Kertil yolunu izleyerek Alaçam Dağları’na ulaşmayı hedefledik.

Bu kez bildik bir güzergah değil de Manisa’ya Muradiye yolu üzerinden gitmeye karar verdik. Muradiye’de havanın da güzelliğinden yararlanarak kahvehanenin önündeki masada börekli, çörekli kocaman bardaklarda çay yudumlayarak kahvaltımızı ettik. Manisa ve Akhisar üzerinden gri bir havada yolculuk yapmaya başladık.

Sındırgı pazarından alışveriş

Sındırgı rampalarından ağır aksak tırmandık.Çevresi çam ağaçlarıyla kaplı bu bölgede adım başı suyu akan çeşmelere rastladık.Virajların ardından Sındırgı’ya ulaştık. Her zaman olduğu kapı soluğu Sındırgı köy pazarında aldık. Rengarenk meyvelerin, sebzelerin süslediği pazarda iki gün boyunca yiyeceğimiz erzaklarımızı aldık. Bu arada şömineyi unutmadık yarım kilo da kestane almayı ihmal etmedik. Üç kişiye iki gün yetecek kadar domates, salatalık, acı biber, mandalina, roka, limon, biraz helva, kara fırın ekmeği, beyaz peynir ve zeytin…

Simav karayolu üzerindeki Çaygören Barajı’nın yanından dolaşmaktan vazgeçtik, bu kez farklı bir güzergahtan Bigadiç-Çağış üzerinden gidiyoruz Balıkesir’e… Büyük bir bölümü daracık, bakımsız, virajlı 57 kilometre uzunluğunda bir yol… Bigadiç’i ilk kez göreceğiz… Çağış’ı da…

Bulutlar kurak geçen yazın acısını çıkarıyor

Ama ikisi de bizim için sürpriz olmuyor. Ana caddelerinin iki yanında sıralandığı, ama sokakları kesinlikle parke taşı ile kaplı, hiçbir özgünlüğü olmayan, gelen geçen yolcunun aklında hiçbir güzel ipucu bırakmayacak kadar kimliksiz yerleşim yerleri…Neyse Bigadiç’de öğle yemeğimizi yedikten sonra yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Mis gibi köfteleri midemize indiriyoruz. Bu yolculuk ve her yolculukta benim en büyük sıkıntım arkadaşlarımın sigara molaları, yarım saat git mola ver sigara içsinler alıştık, alışacağız.

Molaların ardından Balıkesir’e ulaştık hava iyice kararmaya ve bulutlar dolmaya başladı, o kadar ağırlaştılar ki sanki yere düşecek gibi bulutlar. Sanırım akşama hazırlık yapıyorlar iyice bırakacaklar kendilerini ve doyasıya yeryüzüne ulaşacaklar toprak doyacak. Kurak geçen bir yılın acısını çıkaracaklar. Akşam saatlerine doğru çiselemeye başlıyor yağmur.

Balıkesir ile Dursunbey arasındaki 61 kilometrelik tenha karayolunu olabildiğince hızla geçtik. Bir ara gözümüz yol kıyısında henüz el değmemiş böğürtlenlere takılınca Değirmençay köprüsünde 10 dakika zorunlu mola verdik. Köprü üzerinden sararmış çınar ağaçlarının fotoğraflarını çektik.

Sarı ile yeşil renk cümbüşü

17 bin nüfuslu Dursunbey’ de benim sıradan dediğim yerleşim yerlerinden biri. İlçenin girişindeki o güzelim orman örtüsü yerini TOKİ konutlarına terk etmiş. Ama ilçe merkezinde ağaçlar sarı ile yeşili buluşturmuş bir renk cümbüşü yaşıyor. Merkezde sekiz yıl önce ağzımızın suyu akarak baktığımız eski evler yerini apartmanlara bırakmış, birkaç tane eski ev kalmış onlarda ayakta zor duruyor.

Yağmurun hafifçe ıslattığı ana caddenin sonunda Alaçam Orman İşletmesi’ne geldiğimizi bildirdik. İşletme Müdürü İlhan Faik Topcan’a selamlarımızı bıraktık. Değirmeneğrek yolunu sorduk. İlçenin 6 kilometre güneyinde tren istasyonu Türkiye genelinde sürdürülen proje gereği onarılmış, yenilenmiş, boyanmış, pırıl pırıl olmuş. Projeyi düşünenleri ve yaşama geçirenleri kutladık. İstasyonunun yanındaki yoldan Alaçam Dağları’nın zirvesine tırmanmaya başladık. Değirmeneğrek yaklaşık 800 metre yükseklikte yer alan, Orman Genel Müdürlüğü’ne ait işletmelerden biri… İzmir-Ankara demiryolunu aşıp Değirmeneğrek’e yöneldiğimizde artık ormanın derinliklerinde, sarıyla, kırmızıyla, kahverengiyle iç içe, akarsulara yol arkadaşıydık…

Ormanın her köşesi bir tablo görünümünde

Bizi akşam saatlerine kadar bekleyip sonunda ilçeye dönmeye karar veren işletmenin sorumlusu Durali’yi, yanıbaşımızdan geçtiği halde tanıyamadık. Kayın, kızılağaç, çınar, akasya, gürgen, kestane, elma, ayva ağaçlarının bir araya gelerek oluşturduğu 80 bin hektarlık ormanın her köşesi bir tablo görünümünde. Yaklaşık 20 kilometre sonra yağan yağmurlar nedeniyle boy atan yemyeşil otların arasında Değirmeneğrek’e ulaşıyoruz.
Ormanın derinliklerin gizlenmiş konukevine bakıyoruz, hiçbir değişikliğe uğramamış Değirmeneğrek’teki yangıncıların ikram ettiği nefis demli çaylarımızı yudumlarken görevliler anahtarı bulup konukevinin şöminesi yakıyor, jeneratörü çalıştırıyor ve evi bize teslim edip gidiyorlar… Akşam şöminenin karşısına kurulduk şaraplarımızı yudumladık, yemeğimizi yedik. Norveç-Türkiye milli karşılaşmasını izleyip yenginin verdiği mutlulukla odalarımıza çekildik uyku tulumlarımızın içine girip sızdık.

Ufukta karlı kaplı zirve Uludağ

Sabah erkenden uyandık. Engin şömineyi tutuşturmuş, çayı demlemiş ve kahvaltıyı hazırlamış. Salonu havalandırmak için pencereleri açıyoruz, yağmurun sesi geliyor ve ardından toprak kokusu doluyor içeriye. Kahvaltıya oturduğumuz sırada görevli Durali Şakşak gülümseyen gözleriyle bizi selamlıyor ve kahvaltımıza ortak oluyor.
Kahvaltının ardından Durali Şakşak’ın rehberliğinde ormanın derinliklerine dalıyoruz. Orman denizindeki kesim işçilerini geride bırakıp, 1662 metredeki Hacıkerim tepesine, yangın kulesinin bulunduğu zirveye tırmanıyoruz. Durali, ufukta karlı kaplı zirveleri gösteriyor bize, “Uludağ” diyor… Balıkesir’den bakıp Uludağ’ı görmek bizi mutlu ediyor.

Değirmeneğrek’ten, ev sahibimize veda edip ayrılırken sonbaharın bütün güzelliklerini doyasıya yaşamış olmanın ayrıcalığı ile keyifliyiz… Çok değil, belki bir hafta sonra burası, kalınlığı yer yer 1 metreye ulaşacak karlarla kaplanacak ve Durali için yalnız başına kalacağı üç aylık kış mevsimi başlayacak…
Bu güzellikleri kış mevsiminde de yaşamak istiyorsanız ve arazi aracınız varsa, yiyecek dışında bir evde gereksinim duyabileceğiniz her türlü malzemenin bulunduğu konukevine günlük 25 YTL ödemek koşuluyla Değirmeneğrek’te dilediğiniz kadar kalabilirsiniz… Bunun için Alaçam Orman İşletmesi’nin 0266-662 10 10 numaralı telefonunu arayıp İlhan Bey’e “Merhaba ” demeniz yeterli…
Yine tadı damağımızda kalan bir geziyi geride bırakırken, İzmir’e dönüş yolculuğumuz başlıyor; Harmancık, Simav, Sındırgı ve Manisa güzergahını tercih ederek evlerimize dönüyoruz.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın