Yakın sıra arkadaşım Ali ise dini bütün beş vakit namaz kılan, o dönemlerde başlayan toplantılara giden bir arkadaşımızdı. Ama benimle dostluğunu sürdürürken din konuları hiç konuşulmazdı aramızda.
Lise son sınıfa geldiğimizde üniversite sınavları da kapıyı çaldı. Ancak yoksul bir ailenin çocuğu olarak sıkıntı yaşıyorduk. Babamı çok küçük yaşta kaybettiğim için oldukça zor günler geçiriyorduk.Dershaneye gitme şansım yoktu.
Bu durumu çok iyi bilen Ali arkadaşım, sanırım İlhan Hoca ile konuşmuş. Beni bir dershaneye ücretsiz gönderebileceklerini söylediler. Dershanenin ücretsiz olması benim de işime gelmişti.
Hafta sonu Kemeraltı Çarşısı’nda dar sokaklardan geçerek şimdi yerini tam hatırlamıyorum. Eski püskü bir binanın bilmem kaçıncı katında derslere başladık. Başladık ama her taraf küf kokuyor. Sıralar oradan buradan getirilmiş. Kara tahta bir yerden gönderilmiş. Odun sobası yanıyor o da tepip duruyor. Çok sıradan bir dershane.
Öğretmenler ise tek tip. Kısa boylu yuvarlak, pembe suratlı saçlar arkaya doğru taralı ve sanki biryantinli. O zaman jöle var mıydı ki? Badem bıyıklı, ince sesli hocalar. Tipler öyle ama dersleri iyi anlatıyorlar. Kısa sürede öğreniyorum. Buraya kadar her şey güzel gidiyor. Kimse benim özel yaşamıma müdahale etmiyor. Dershanede herkes özgür. Seviniyorum. Üniversiteye gireceğim için. Yaşam kurtulacak çünkü. Bıkmıştım zaten yoksulluktan.
Ama bir gün geldi benim hayatım alt-üst oldu!
Dershaneye başlayalı sanıyorum birkaç hafta olmuştu. Öğretmenler hafta sonu Pazar günü piknik yapılacağını ve herkesin davetli olduğunu söyledi. Piknik daveti hoşuma gitmedi değil. Konuyu İlhan Hoca’ya açtım. O pikniğe kendisinin de geleceğini ve birlikte keyifli bir gün geçireceklerini söyledi. Ali de geliyordu.
Pazar gününü iple çektim. İlhan Hoca ile Kemeraltı Çarşısı’nda Kestane Pazarı Camisi’nin önünde buluştuk. Ben öne oturdum, Ali arkaya…
Yaklaşık bir saatten fazla süren bir yolculuktan sonra piknik yapılacak alana ulaştık. Neresi olduğunu o gün de bilmiyorum, şimdi de hiç hatırlamıyorum. Daha doğrusu çıkaramıyorum.
Neyse, çam ağaçları ile kaplı çok büyük bir alana geldik. Otomobili park ettik. İlhan Hoca önde Ali ve ben arkasında yürümeye başladık. Bir de ne göreyim!
Yüzlerce insan, hemen hemen hepsi birbirine benziyor. Birçoğunun başında beyaz takkeler. Giyim, kuşam, kılık kıyafet o kadar çok eş ki, anlatamam. Bu görüntü beni çok ürküttü. Ama sesimi çıkarmadım.
Ortada küçük bir tepe oluşturmuş ekmek yığını duruyor. Binlerce ekmek tepeleme. Az ötede binlerce haşlanmış yumurta tepeciği, biraz ilerde haşlanmış patateslerden oluşan bir başka tepecik. Konserve tepesi, meyva tepesi, sebze tepesi, tatlı tepesi, gevrek, börek tepesi, şimdi anımsamıyorum onlarca tepe.
Tüm bunlar beni yine ilgilendirmiyor. Yedik içtik eğlendik. Sohbetler edildi. Veeeee öğlen saati gelince toplu olarak namaza duruldu. Şimdi din derslerine dahi girmeyen ben bu bölümde devre dışı kaldım. Olanları uzaktan izledim, namaz kılmadım. Kimse de bana “kardeşim neden kılmıyorsun?” demedi. Buraya kadar da her şey güzel.
Namaz bitti. Herkes dağıldı. Küçük küçük gruplar oluşmaya başladı. Ali bana seslendi ve yanına çağırdı. Ali’nin de içinde olduğu grup beş altı kişilikti.
Birlikte ormana doğru yürüdük. Taşlık bir tepenin üzerine oturduk. İçlerinde yeşil takkeli olan cebinden minik bir kitap çıkardı kuran okumaya başladı. Okuması bitince sohbet geldi yaşamımıza. Bugünkü yaşamın dışında öldükten sonraki yaşam ve bu yaşamda dikkat edeceğimiz konular tek-tek sıralandı. Bunları yaptığımız takdirde başarı bizi bekliyordu.
Akşamı zor ettim. Ertesi günden başlayarak İlhan Hoca’dan uzaklaştım. Ali ile arama görünmeyen bir perde yerleştirdim. Ve en kötüsü de dershaneyi bırakmak zorunda kaldım.
O günün sokak aralarında yaşam bulma mücadelesi veren dershane şimdilerde çok güçlü bir konuma geldi Üçkuyular’da, Şirinyer’de, Basmane’de Bornova’da bilemiyorum her yerde dershaneleri var. Yine ücretsiz öğrenciler yetiştiriyor. Karşılığında hiç para almıyor. Hatta maddi ve manevi destek bile veriyor. Bunun karşılığı kızların başını örtmesi, erkeklerin ise kuranın emrettiği yaşam tarzını sürmesi kibarca rica ediliyor.Amakesinlikle dayatma yok. Zaten o yaşamın içinde her şey kendiliğinden oluveriyor, ama zaman içinde kendiliğinden. Zorlamadan, yormadan, korkutmadan, alıştıra alıştıra…
Bir bakıyorsunuz ki…
Ha! bilemiyorum eğer o alana ilgiliyseniz sonuçları bir hayli hoş oluyor. Milletvekili, belediye başkanı, bakan, müsteşar, müdür, vali, emniyet müdürü ne bileyim belki de cumhurbaşkanı da olabilirsiniz.
Biat-miat işi bunlar abi, yersen!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.