Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğünde “halk” için altı ayrı tanım yapılıyor, çünkü “halk” aslında muğlak (belirsiz) bir kavramdır ve çok farklı özelliklere sahip insanların ortak olan bir tek özelliğine bakılarak gruplaştırılmasıdır. Bu nedenle “halk” sözcüğü söyleyen ve dinleyen yönünden her zaman aynı anlama gelmeyebilir. Örneğin, Mitka Gripçeva’nın romanında partizanlarla faşistler için “halk” çok ayrı kavramlardır.
Ülkemizde hemen herkes “halk adına” konuşmaya pek meraklıdır. Özellikle son zamanlarda “halkımız şöyle istiyor; hayır böyle istiyor” türünden tartışmaları sürdürenlerin savlarını dinlerken hep, “acaba bunu nereden ve nasıl biliyorlar” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu tartışmaların içinde olanlardan hiç kimse şimdiye değin bana düşüncemi ve isteklerimi sormamıştır. Oysa ben de bu ülkenin insanıyım ve o savların sahiplerince söylenenlerin çoğuna katılmıyorum. Çevremdeki insanlarla konuştuğumda hepsinin benim gibi olduğunu anlıyorum; onlara da şimdiye değin düşüncelerini ve isteklerini soran olmamış. Öyleyse ya bizler konuşanların halk kavramı içinde sayılmıyoruz ya da varsayımlarını mutlak doğrularmış gibi bize kabul ettirmek için “halk” kavramının muğlaklığından yararlanıyorlar. Aslında onlara bu olanağı sağlayan toplumdaki örgütlenme yetersizliğidir. İnsanlar kendi adına konuşabilecek örgütlü bir güç haline gelmeyince, herkes “halk adına” konuşma hakkını kendinde bulabilmektedir.
Son zamanlarda ülkemizde ilginç bir gelişme yaşanıyor. Yüz binlerce insan sokaklarda, alanlarda toplanıyor ve düşüncelerini; isteklerini ortaya koyuyorlar. Belki de dünyada ilk kez bir araya gelen insanlar örgütünü ve önderini arıyor. Oysa dünya tarihinde hep önce önderlerin çevrelerine topladıkları bir kaç kişiyle yola çıktıklarını ve insanları, onların özlemlerine uygun programlarla örgütlediklerini ve kitlesel güç oluşturduklarını görüyoruz. Türkiye, bir kez daha “türü kendine özgü” insanların ülkesi olduğunu gösteriyor.
Bu gelişmenin bir olumlu ve bir de olumsuz iki yanı var. İnsanların, bütün örgütsüzlüğüne karşın kendi kaderlerini ellerine alma çabası içine girmiş olmaları gelişmenin olağanüstü önemli ve olumlu yanıdır. Aynı insanların kendi içlerinden bir önder çıkarıp örgütlenmek yerine on yıllardır, bize sormadan bizim adımıza konuşmuş olanların arasından örgüt ve önder aramaları ise gelişmenin belki de tek olumsuzluğudur.
Birilerinin bizim adımıza konuşması yerine artık kendi sözümüzü kendimiz söylemek ve kendi kendimizi yönetmek istiyorsak bunun tek yolunun kendi örgütümüzü oluşturmaktan geçtiği unutulmamalıdır.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.