Ölüm ile birlikte bu gidiş-gelişler kesintiye uğradı. Son olarak bundan sekiz yıl önce Hıdrellez ile ilgili etkinliğe katılmıştım. Çok keyif almıştım ve tadı damağımda kalmıştı. Çocukluğumda oynadığım karpuz bostanları, artık düzenli üzüm bağlarının kurulduğu verimli arazilere çevrilmişti. Beyoba artık köy değil, beldeydi. İnsanların bu kadar iç içe olduğu bu kadar sıcak dostlukların yaşandığı başka bir bölge hatırlamıyorum. Bir kez daha gitmek için kendi kendime söz vermiştim.
Ve Engin Yavuz ile birlikte yaptığımız geziler sırasında yolumuz yine Beyoba’ya düşmüştü. Verimli mısır tarlalarını hayranlıkla izlemiş; neredeyse belim kalınlığındaki borulardan akan buz gibi sulardan içmiş, serinlemiştik. Hem de Temmuz sıcağında. Bu dediğim gezi de bundan üç yıl kadar önceydi. Bu kez yine o günleri yaşamak bu geleneği doya doya özümsemek için, halkla ilişkiler uzmanı kuzenim Seda Akın ile aylar öncesi bu etkinlikte buluşmak üzere anlaşmıştık. Mart ayından bu yana Hıdrellez hayali ile yaşadım durdum.
Cumartesi sabahı Seferihisar’da bir işim vardı. Erkenden bir arkadaşım ile buluştum. Beyler Köyü’ne gittik. Bana üzüm bağlarını gösterdi ve satmak istediğini söyledi. Arkadaşıma bunca emeğe karşın neden satmak isteğini sordum. Ekonomik zorluklar nedeniyle olduğunu söyledi. Neyse şimdilik bu sevdasından vazgeçirdim. Çünkü insan sattığını bir daha yerine koyamıyor.
Gelelim Beyoba Hıdrellez şenliklerine. Seferihisar’dan döndükten sonra küçük kızım Adasu’ya uğradım, birlikte yola çıktık. Bu geziden hiç fotoğraf koyamayacağım. Çünkü, Adasu, Pamukkale gezisinde fotoğraf makinamı bozmuş. Tamiri de mümkün değil. Tamirciye versem yenisi kadar benden para ister büyük bir olasılıkla. Bakıyorum artık bugünlerde kampanyaları izliyorum sanırım yeni bir makine edinmem gerekecek. Adasu ile birlikte yanımıza Ezgi’yi de aldık, çıktık yola.
Biz Manisa’ya doğru yol alıyoruz, karşımızda ise Cumhuriyet Mitinginden Izmir’e dönen yüzlerce otobüs. Tüylerim diken diken oldu. Otobüslerin önündeki pankartları okuyorum. Yatağan, Milas, Muğla, Balıkesir.
Bu maya tuttu. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini bu halk da öğrendi artık. Halka halka büyüyor bu mitingler.
Manisa’dan sonra Saruhanlı ve sağa bir levha… Beyoba 14 Kilometre. Kızlar pek mutlu, “Işte Beyoba” diye bağırdılar.
Dönüş yaptık asfalt yoldan ilerliyoruz. Yol üzerinde diğer beldeler hepsi de pek sevimli ve insanları çok sıcak. Bize selam verenler, baş ile olsun mutlaka ama mutlaka bir selam alıp veriyoruz. Türk insanı ama, ille de Ege insanı.
Beyoba girişinde sağlı sollu kahvehaneler sıralanmış. Hava sıcak, sandalyesini kapan kendini dışarı atmış, renkli görüntüler oluşmuş. Tanıyanlar da selam veriyor, tanımayanlar da.
Yolda cep telefonundan Seda’yı arıyorum ve geldiğimizi bildiriyorum. Doğru Nadire ablamın evine. Nadire Abla bizi pek mutlu karşılıyor, babam Nadire Ablamın dayısı oluyor.
Eve yerleştikten sonra önce kuzenim Seda, ardından annesi kuzen Tülay geliyor. Çocuklar Soner ve Muhammed de geliyor, bizim kızları izleyip gidiyorlar. Ezgi ile Adasu 13 yaşında. Soner 4’üncü sınıf öğrencisi Muhammed de öyle. Hepsi birbiriyle akraba. Beyoba öyle ilginç bir belde ki, herkes çocuklarını akrabalarıyla evlendirmiş. Ama çok yakın kan bağı anlamında değil. Çünkü beldede akraba evliliğinden doğmuş özürlü kimse yok.
Az sonra Nadire Abla’nın eşi Ekrem dede geliyor. Ekrem dede, 70 yaşında bir delikanlı. Her sabah erkenden kalkıyor ve güneşi kesinlikle üzerine doğurmuyor. Babasının öğüdünü tutuyor ve her gün güneş doğmadan kalkıyor. Babasına işi olmadığı zamanlar ne yapması gerektiğin sorduğunda ise: “Evin etrafını dolaşırsın” yanıtını almış. O’da öyle yapıyor. Erkenden kalkıyor. İşi olmasa bile iş yaratıyor kendisine. Ama dimdik ayakta ve çok sağlıklı.
Bizim kızlar akşamı zor bekliyor Hıdrellez ateşi için. Nadire Abla’nın enfes yemeklerini mideye indirdikten sonra kendimizi sokağa attık. Kuzen Seda, Kuzen Melahat, Soner, Muhammed, Adasu, Ezgi ve ben. Sokak sokak ateş arıyoruz. Kimse kapısının önünde ateş yaktırmıyor. “Perdelerim kirlenir” diye feryat ediyor kadınlar, haklılar da…
Baktık ki; olacak gibi değil iş başa düştü. Seda hemen halasının evine daldı. Çalı çırpı, gazete kağıdı, karton, mukavva ne varsa topladı ve bizim de Hıdrellez ateşi yanmaya ve üzerinden atlanmaya başlandı.
Beyoba’nın gençleri altlarında motorları jöleli saçları kızlara fiyaka yapıyor, bir gidip bir geliyorlar. Kızları da pek güzel. Egeli kızlar esmer kızlar ve güzel kızlar. Motorlu gençler geliyor, gruplar halinde yürüyen kızlar gidiyor. Gençlik heyecanı işte, böyle özel günlerde birbirlerini görme ve tanışma fırsatı yakalayabiliyorlar.
Herkes ateşin üzerinden doyasıya atladı. Gece yarısına doğru is kokmuş bir durumda yorgun argın kendimizi eve attık. Çünkü sabah erkenden piknik alanı Dallıtepe yoluna koyulduk. Çok uzak bir yer değil ama erkenden gitmek gelenek olmuş. Birçok insan sabah kahvaltısını orada yapıyor. Biz ise kahvaltı ettikten sonra evden çıktık.
Tülay erzakları kamyonetin arkasına yığmış sabah erkenden çıktı geldi. Doğru Dallıtepe.
Olacak şey değil. Tepede boş ağaç altı kalmamış. İnsanlar mangal yakıyor, bir yandan kahvaltılar ediliyor, diğer yandan öğle yemeklerinin hazırlıkları yapılıyor.
Dallıtepe meşe palamutları ile kaplı ve yüzlerce ağaç var ve her birinin altında onlarca aile. Anneler, babalar, dedeler, nineler, çocuklar,genç kızlar,genç oğlanlar,minik bebekler insan kaynaşması, renk cümbüşü unutulmayan gelenekler.
Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Kimse kimseye bakmıyor. Herkes birbirine saygılı ve sevgili. Her ağacın üstünde mangal dumanları hoş bir görüntü oluşturuyor. Etkinliğe gelen satıcılar ise ayrı bir cümbüş. Ne ararsan var. Yok “yok”…
Bizim de mangal yanıyor. Mangalın başına Tülay ile birlikte geçtik. Az sonra Nadire Abla ve Ekrem Dede göründü. Ayşe teyze de geldi. Gençlerin biri geliyor biri gidiyor, herkes akraba, herkes tanıdık. Yıllardır görmediğim halamın oğlu Cengiz Ağabeyimin eşini de görüyorum. Koca yenge.
Talat Ağabey de geliyor, masa tamam. Talat Ağabey beş dönemdir belediye başkanı ve Tülay’ın eşi. Ben hem Talat Ağabey, hem de Tülay ile akrabayım. Talat Ağabeyin dedesi ile benim babaannem kardeş, pek de uzak değiliz. Masamızda kuş sütü eksik. Tülay ile köfteleri pişiriyoruz, masaya getiriyorum anında tükeniyor herkes açıkmış.
Davullar çalmaya başlıyor, türküler, şarkılar söyleniyor, gençler geziyor, kızlar turluyor, herkes mutlu, kavga yok, itişme yok. Dallıtepe yine tarihi günlerinden birini yaşıyor. Binlerce insan bir arada, bir gelenek daha yaşatılıyor, dilekler tutuluyor,umutlar körükleniyor, her şey, ama her şey daha güzel bir yaşam için…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.