Çok ilginç bir panel

EGE-KOOP düşünmüş taşınmış ve belki de İzmir’de kimsenin “konuşmanın” işine gelmediği zor bir konuyu “masaya yatırma” kararı almış. Konuşmacılar belirlenmiş, panel “yöneticisi” seçilmiş, televizyonlarla anlaşılmış, planlama yapılmış ve kamuya ilan edilerek toplanılmış.
Konu “İzmir’in Varları ve Yokları”… Birbirinden değerli panelistler yan yana gelmiş. Açılış konuşmaları yapılmış. İki adet TV de, toplantı salonuna gelemeyenler evlerinde izlesin diye “canlı” yayın yapmış.
Ben “gidemeyenlerdendim”. Evde bir EGE TV, bir İzmir TV zaplayarak izledim paneli. Hemen söyleyeyim ki, EGE-KOOP tarafından düzenlenen en ilginç paneldi bu. Böylesine önemli bir konu için gelen katılımcılar arasında “olması” gerekenler yoktu. Tabii ki bu panel düzenleyenlerin değil, “gelmesi gereken” ama gelmeyenlerin hatasıydı. Öcal Uluç’un söylediklerinin çoğunluğuna imzamı atarım. Mehmet Ali Susam ise nedense “varlara yoklara” değinmedi. Hele İzmir’de sivil toplum birlikteliğinin uyumundan bahsederken, şaşkınlıktan yere düşecektim. Hüsnü Erkan ise her zaman olduğu gibi yine “derinlemesine” değerlendirme yapmaya kalktı, süreyi iyi değerlendiremedi. Oysa bence en gerçekçi tespitleri yapandı. Işılay Saygın’ın, “yereli” çok iyi bildiği halde neden “yüzeysel” takıldığını anlayamadım doğrusu. Sancar Maruflu ise “iyi hazırlandığını” gösterdi.

Kur müze bitsin mesele!

Panelistler arasında “biri” vardı ki, EGE TV onu neden “yıldız” ilan etti anlayamadım. Bay Kubalı uzun zamandır üzerinde çalıştığı, www. izgep. org sitesinde “tartışmaya” açtığı, site ahalisinin acayip beğendiği şu “müze” bahsini ilan etti. Bay Kubalı’ya göre İzmir’in tek derdi şöyle dört başı mamur bir “müze” kurmayışı. Konuşması sonunda müze fikrine “alkışlı” destek istedi Bay Kubalı. Alkışlandı da, ama sorular geldiğinde, bu müze fikrinin “anlaşılmadığına” kendi de tanık oldu. Yani millet “destek” verdiği “şeyi” anlamamıştı yine. Bay Kubalı gelen soruları “net” açıklamadı ama “milliyetçilik” konusunda “ne kadar” hassas olduğunu vurgulama gereği hissetti. Bay Kubalı’nın yazılarında da söylemlerinde de “sinerjik bir milliyetçilik” olduğunu hep düşünmüşümdür. Zaten panel sırasında da sanırım birkaç kez “sinerji” kelimesini kullandı. Bay Kubalı bu müze için dünyadan “parıltılı” örnekler vermeyi resimler göstermeyi de ihmal etmedi. Hatta bu müze masrafları için, harekete geçildiğinde AB’den 100 milyon doları kendisinin bulacağını, müze projesinin 250 milyon dolar civarında olduğunu belirtti. Bir süre öncesine kadar Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu’nun “danışmanlığını” yapan, “danışmanlığı” sırasında kendisine hangi konularda, neyin “danışıldığını” bilmediğimiz Bay Kubalı’nın, 100 milyon dolar gibi bir parayı AB kaynaklarından ve tek başına bulacak bir yeteneği olduğunu düşününce, Aziz Bey böylesine bir “dâhiyi” yeterice değerlendirememiş diye de üzülüyorum vallahi (!) Bir müzeyle İzmir’in tüm sorunlarının çözüleceği anlayışına yanıtı Hüsnü Erkan verdi aslında ama Bay Kubalı’nın bu fikrinden vazgeçeceğini sanmıyorum. Ancak Bay Kubalı’nın böylesine önemli bir konuda panelistlik yapmadan bir gün önce birkaç sokak gezmesini isterdim. Her sorun “seçkinci entellektüelizm” ile çözülmüyor. İZGEP sanırım Bay Kubalı’yı fena gaza getirmiş!
Bu arada Bay Kubalı’nın yolunun Belediye ile ayrılma gerekçelerini de dehşetle merak ediyorum. Acaba bu soruyu İlknur Denizli hanımefendiye mi sormalıyım?

“İlk kurşun” Cumhuriyettir beyim!

Düşüncelerin özgürce savunulmasını, konuşulmasını her ortamda savundum. Velev ki “temel ve ortak değerlere” gölge düşmesin. Milliyetçilik, Atatürkçülük, Bağımsız Cumhuriyet’e sadakat, demokrasi, uygarlık tabii ki metreyle ölçülmez. Lakin “Varlar ve Yoklar” üzerine panel düzenleyecek kadar ince düşünen Ege-Koop’un hakkını teslim ederek, bu panelde konuşulanların satır satır tartışılmasının taraftarıyım. Keşke Bay Kubalı ile de yüz yüze gelip, ayrıntılı ve uygarca konuşabilseydik.
Bay Kubalı, sunumunda ısrarla “müze” fikrini savundu. Tabii ki sıkı konuşulması, tartışılması gereken bir öneri bu. İzmir’in sorunlarını “pat” diye ortadan kaldırabilecek bir proje olduğuna inanmıyorum. Ancak sorular yanıtlar bölümde, Kubalı’nın bir sözüne canım sıkıldı. Her ne kadar EGE TV, Bay Kubalı’yı “yıldız” ilan ettiyse de, sanırım EGE TV’de o alt yazıyı yazanlar paneli dikkatlice izlemediler. Bay Kubalı, bir soruyu yanıtlarken “ilk kurşun anıtı dikersiniz ama kimse ilgilenmez” gibi bir düşünce ileri sürdü. Kubalı’nın anlayışında “ilk kurşun” anıtı ile “müze” önerisini örtüştürmek mümkün değil. Ancak Bay Kubalı başta olmak üzere ne bu kentteki ne de Türkiye’de yaşayan her hangi bir yurttaşın “ilk kurşun” gerçeğinin sonucunu inkâra hakkı olamaz. “İlk Kurşun” anıtının temsil ettiği, özellikle “mandacılığı” ret eden bir bağımsız cumhuriyet düşüncesidir. Atatürk ve dava arkadaşlarının mücadelesinin amacı da buydu. Sadece ekonomik getiriler adına bir müze kurmakla, azgın emperyalizme ve onun şımarık maşası Yunan’a isyan etmenin BUGÜN DAHİ kimler tarafından “ilgi” görmediğini de sanırım Bay Kubalı da iyi bilir.
Kendi çocuklarımıza bile anlatabilmek, hissettirebilmek amacıyla bu kentte ne doğru dürüst Kurtuluş Savaşı müzesi var ne de Cumhuriyet. Bu kentte ne doğru dürüst bir şehitler anıtı var ne de bilgi. Bay Kubalı’nın o panelde özgürce konuşmasının temelinde “ilgi” görmeyen bir “İlk Kurşun” olduğunu da hatırlatmak isterim.
Bu arada İzmir Life Dergisi’nin Ocak 2005 sayısında “Boş verin Fuarı, dünya çağında bir Arkeoloji Müzesi kuralım” yazısını da bulup okumanızı isterim. İzmir’de uzun zamandır, bir “şirin levanten” edebiyatıyla yapılıyor. Aklıma da gelmedi değil, Kültürpark alanı içine Bay Kubalı’nın hayalindeki müze kurulur değil mi(!) ?
Siz bu sözümü yine de unutmayın millet!
Dilerim Cumhuriyet’e sadakatinden asla şüphe duymadığım Ege-Koop camiası da bunun farkındadır.

Panele “sansür” mü yoksa?

Bu panel oldukça ilginçti dedim ya. İlginçliğinin bir nedeni de, İzmir TV’nin uyguladığı yayın yöntemi. Ne yazık ki televizyonculuğun, özellikle canlı yayınlarla ilgili alanına değişik bir boyut getirdi İzmir TV. Örneğin Kamil Sındır’ın konuşması yerine, gereksiz röportajları izledik. Mehmet Ali Susam konuşmaya başlayınca da panik içinde panel yayınına geçildi. Birkaç konuşma İzmir TV tarafından verilmedi nedense? EGE TV ise, panelistlere “saygısızlık” yapmadı. Sadece “sanal yıldız” peşinde koştu. Canlı yayınlarda, yayının “blok” olması gerektiğini İzmir TV sanırım öğrenecektir. Fakat Hüseyin Aslan’ın, panelde soru yanıt bölümüne geçildiğinde, İzmir TV’nin muhabirine verdiği beyana da çok şaşırdım. Çünkü bu televizyon, panelin “tamamını” yayınlamadı. Panelin tamamı sadece EGE TV’de yayınladı!

Hüseyin Aslan’a bir çift söz!

İzmir’de Ege-Koop kadar, güncel sorunlara sahip çıkan başka bir sivil toplum örgütü yok. ESTOP diye bir şey var ama onların ne ettiğini de ben bilmiyorum. İzmir’in varları ve yokları gibi bir konuda panel düzenlemek “cesaret” ister. Bunu Hüseyin Aslan ve ekibi gösterdi. Kutlarım. Ancak bu panelin “hedefe” ulaşması konusunda “emin” değilim. Hüseyin Aslan’ın yerinde olsam, bu panelin kayıtlarını baştan sona bir kez daha izlerdim!

Emin Hoca buyrun hastanenize!

İzmir’in değil, Türkiye’nin en “seçkin” hastanelerinden biridir DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi. Pazar günü hastanedeydim. Bu kez gözlerimle gördüm rezaletleri. Eğitimsiz idari personelin hasta ve hasta yakınlarına yaklaşımlarını nasıl olur da hastane yönetimi bilmez anlamıyorum. Özellikle de yurttaşların kimliklerini “rehin” bırakmalarının insan haklarıyla ne gibi bir ilgisi olduğunu Rektör Emin Alıcı hocamıza “yayın yoluyla” soruyorum. Bir de şu Acil Servis karşısındaki “kantin”. İtfaiye Daire Başkanı Fuat Barandır’ın da kulakları çınlasın. Kantinin bir bölümü “yangın musluğunun” üzerine inşa edilmiş. Fuat Barandır’ın haberi yoksa bu da kendisine ihbarımdır. Öte yandan, kantinde satılan kahveye, süt koymak isteten yurttaşların, o açık sütün bulunduğu sürahiyi “koklamalarını” öneririm. Leş gibi kokan bir sürahiden süt satan kantincinin de hangi akla hizmet ettiğini merak ediyorum. Üstelik o sütü sağlıkçılar da kullanıyor yahu! Uzun lafın kısacası, Rektör hocamız Emin Alıcı’ya, kılık değiştirerek, bir Pazar günü hastanesini dolaşmasını ve kantinde kahve içmesini öneririm.

TMSF Yine geldi!

Pazar günü akşama doğru çalmaya başlayan telefonum, ben bu satırları yazmaya başlayana dek susmadı, susmuyor. Okurlar, eski izleyicilerim, arkadaşlar hep arayıp durdular. Ciner Grubu’na yönelik TMSF hareketi hakkında, HİÇ BİR ŞEY düşünmüyorum. “Patronların” yanlışlarından dolayı, çalışanların neler yaşadığını iyi bildiğimden ben sadece “meslektaşlarımı” düşünüyorum. Allah yardımcıları olsun!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın