Kentlilik ve kentle bütünleşme

Her kent, onu oluşturan ve yaşatan toplumdaki egemen üretim ilişkileriyle, toplumun kültürel birikimi ve örgütlenme düzeyiyle, oradaki sermaye birikimiyle, üretim süreci içinde yaratılan artı değerin bölüşüm düzeniyle vb. yakın ilişki içindedir. Bugünün kentleri üzerine yapılacak değerlendirmelerde bu kabulden hareket edilmesi birçok konuda olduğu gibi, “kentlilik ve kentle bütünleşme” olgusunun anlaşılmasında da aydınlatıcı olacaktır.

Ekonomisi bozulmuş köy toplumundaki yerini yitiren ve kente göçerek kendisine yeni bir yer edinme mücadelesi içine giren kır yoksulu, genellikle kentte beklediklerini bulamaz. Ancak, ona göre bu durum geçicidir ve kent gelecekte onun bütün beklentilerini karşılayacaktır. O, bu nedenle göçtüğü kentten köyüne geri dönmez, kent yoksulluğunu kır yoksulluğuna tercih eder. Onun için artık bir tek hedef vardır, kente tutunabilmek. Büyük çoğunluğu bu duruma düşmüş insanlardan oluşan toplumlarda günü kurtarma anlayışı, toplumdaki egemen kültürü belirleyen en baskın özellik olarak ortaya çıkar.

Eski kentliler ise kentlerinin artık yalnızca onlar gibi olanlara ait olmadığını görmeye başladıklarında, sorun diye niteledikleri bu durumun giderilmesi için yönetimlerden çözüm beklerler, çünkü artık kentleri eski kent olmaktan çıkmaktadır. Çözüm geciktikçe geri çekilen, sinen eski kentliler zaman içinde kentsel yaşamdaki etkinliklerini yitirirler. Böylece kent toplumu, gözle görülemeyen ama yaşamın hemen her anında ve alanında duyumsanan bir ayrışmayla karşı karşıya kalır. Bir yanda kentliler, öte yanda kentlileşemeyenler.

Üretim sürecine dahil olamadan kentte yaşayan ve onunla bütünleşemeyen insanlar kentteki varlıklarını sürdürebilmek için, çoğunlukla kendileri gibi olanlarla birlikte bulunmayı tercih ederler. Bu durum onları bütünleşemedikleri kentten daha da uzaklaştırır. Kentte yaşanan hiçbir sorun, kendilerini doğrudan etkilemedikçe onların gündemine gelmez.

Nüfusunun çoğunluğunu bu tür insanların oluşturduğu kentlerde, doğa ile kavgalı uygulamalara, yağmaya ve yolsuzluklara karşı örgütlü bir tepki gelişmez. Daha da kötüsü, kentin sunmadıklarını hangi yolla olursa olsun ondan alma kararlığı içinde olan ve bir gün kendisinin de bu olanaklardan (!) yararlanabileceğini umanlar, olan biten tüm olumsuzlukların farkında olsalar da görmezlikten gelirler.

Demokratik ve kültürel gelişmenin alanı olduğu söylenen kentlerde yaşayan insanların sinmiş ya da sindirilmişliği kentlerin bu özelliğini de değiştirir. Kentleri, yaşanan sorunları her gün yeniden üreten merkezler haline getirir.

Günümüz koşullarında, Türkiye kentlerinde yaşayan tüm insanların kentle bütünleşmeleri, kent kültürünün kentlerimizde yeniden egemen olması mümkün müdür? Alınacak bir dizi önlemle bu koşullar değiştirilir, bozulma ve çürüme süreci önce durdurulur, daha sonra da olumluya doğru bir dönüşüm süreci başlatılabilirse mümkündür.

Sorun, hem kente sonradan gelenlerin kentlileşememesi hem de doğma büyüme kentli olanların, çeşitli nedenlerle kent bütününe karşı duyarlılıklarını yitirmekte oluşlarıdır. Kısaca özetlemek gerekirse; doğma büyüme kentli olanlar, eskiden onların olan kent değişmiş olduğu için her geçen gün kente karşı duyarlılıklarından uzaklaşmış, azınlığa düşmüş, sinmiş ya da sindirilmişlerdir. Kente sonradan gelenler ise, kent onları içselleştirmediği için kentlileşememişlerdir. Sorunu yaratan bu etmenlerin tarihsel süreç içinde gittikçe artan bir gerilim yarattığı ve bu gerilim altında yaşanılan kentin iki kesimi de hoşnut etmediği görülmektedir.

Türkiye’nin bugünkü yönetsel örgütlenmesi içinde sağlıklı ve planlı bir kentleşme süreci yaşanmasının, çevre değerlerini korumanın çok zor olduğunu ve kent yaşamının demokratikleşemeyeceğini görebiliyoruz. Sorunu çözmek için alınması gereken ilk önlem, yönetsel örgütlenmenin demokratikleştirilmesi ve kentlerin plan disiplini içine alınmasıdır.

Kamu otoritesi adına kenti yönetme erkini elinde bulunduran her yönetici, çok sayıda değişkene bağlı olarak oluşan ve gelişen kenti, orada yaşayan tüm insanlarla birlikte üretmek ve birlikte yönetmek zorunda olduğunu bilmelidir.

Demokrasi kentlere ve kent yaşamına özgü bir kavramdır. Önü açılamayan bir demokratikleşme sürecinin ağır adımları ile kent yaşamını demokratikleştirmek; dolayısıyla, kent kültürünün gelişimini sağlamak mümkün değildir. Üretim sürecine katılamadığı için kendisi gibi olanlarla yaşam birliği oluşturamayan, örgütlenemeyen; günübirlik işlerle gününü kurtarmaya çalışan, kent yaşamıyla doğrudan ilişkisi olmayan birlikteliklere katılmak zorunda kalan insanlar, demokratik yaşam biçimiyle, dolayısıyla kent kültürüyle buluşturulamaz. Bu insanlar ancak üretim sürecinde yerlerini aldıkları ve yönetme erkini örgütlü biçimde paylaştıkları; demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları; demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak benimsedikleri ölçüde kentli olabilecek ve kent kültürüyle donanabileceklerdir.

Kendileri için karar verilenler, bu kararların alınma süreçlerinde var oldukça ve bu tür kararları içselleştirdikçe, alınan kararların uygulanma şansı ve başarısı hızla yükselecek; ancak o zaman uygulamayı sağlamak için getirilen yasaklamalar, caydırıcı yaptırımlar da anlam kazanacaktır.

Bu nedenlerle, demokratik bir ortam ve örgütlülük içinde, kentte yaşayanların üretken emeğinden yararlanmayı esas alan üretim süreçlerini hızla harekete geçirecek, toplumun gereksinimini göz önüne alan düzenlemeleri gerçekleştirecek ve yapılı çevreyi doğayla, tarihi ve kültürel değerlerimizle barışık biçimde yeniden oluşturacak iktisadi, toplumsal ve fiziksel bütünlüğü olan bir planlama sürecinin kurgulanması gerekmektedir.

Yeni planlama süreci, göç sorunu olmayan; nüfusu neredeyse hiç artmayan; kişi başına ulusal geliri ülkemizden çok yüksek olan; toplumsal katmanlar arasındaki gelir dağılımında uçurumlar olmayan gelişmiş ülkelerin kent planlama deneyimleri esas alınarak tasarlanamaz. Ülkemiz için tasarlanacak yeni planlama süreci tümüyle ülkemizin kendine özgü koşullarına uygun olmak zorundadır.

Bu planlama sürecinin her aşamasındaki karar süreçlerine yalnızca uzmanların ve yöneticilerin değil, yapılmakta olan çalışmalarla yaşamı değiştirilecek olan insanların, etkin olarak yer almasını sağlayacak örgütlülük geliştirilmelidir. Kentlilik bilincinin geliştirilmesinin ve insanların yaşadıkları kentle bütünleşmesinin biricik yolu budur. Unutulmamalıdır ki, uzmanlar ve yöneticiler ne kadar çabalarsa çabalasın, asıl olarak kenti kuran, biçimlendiren, onu yaşatan, değiştiren, bozan ya da güzelleştiren orada yaşayan insanlardır.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın