EXPO “buraya” gelmedi!

Bu başlığı sevinerek yazmadım. Yine bir “İzmir” klasiği yaşanıyor. Şaşırmıyorum ama çok öfkeleniyorum. Zira muhtemeldir ki “birileri” hata yapıyor ama fatura Canım İzmirime çıkıyor! Kim kızarsa kızsın, ben bu satırları “İzmirli gazeteci” olarak yazıyorum.
Toplanıp, toplanıp dağılıyorlar. Hep aynı isimlerden oluşan kurullar, kurulcuklar oluşturuyorlar. Bol bol konuşup, gazetelere beyanatlar veriyorlar.
Belediye başka, Ticaret Odası başka çalışıyor. Aziz Bey ayrı, Ekrem Bey ayrı şimdi de Hüseyin Aslan ayrı “geziyor”, konuşuyor.
Bu EXPO işinde başta bir yerlerde hata yapıldı ki, o “sakallı adam” çalışmalara Milano’dan önce başlandığı halde, 6 ay geri kalındığını söylemiş. Çünkü “ortada” bunca tantanaya karşı elle tutulur hiçbir şey yokmuş. Yine şaşırmıyorum.
Bu “EXPO” denen “nane” için ben de bir şeyler okudum naçizane. BU “nane” için uğraşan kentler, yediden yetmişe kenetlenirlermiş. Herkesin amacı, EXPO’yla gelecek “nimetlerden” eşitçe yararlanmak olurmuş. Milano de öyle yapıyormuş.
Şimdi bir düşünün bakalım, bu EXPO “nanesi” konuşulmaya başladığından beri İzmir’de en çok ne yapıldı? Ben söyleyeyim. Önce ortaya “EXPO profesörleri” çıktı. TV’lerde falan “car car” konuştular. Sonra da “Tayland sefer-i hümayunu”. Başka? Yok!
Ticaret Odası Başkanı Demirtaş samimi adam. Baştan beri en somut konuşan oydu. Sonra Başkan Kocaoğlu, o da koşturup duruyor. Başka? O “bilmem ne” kurullarını oluşturan muhteremler ne yaptı peki? Abdullah Gül’ü veya Tekelioğlu’nu yazmıyorum. Çünkü AKP’liler bu işe aslanlar gibi “siyaseten” yaklaşıyorlar. Göreceksiniz, bu başarılırsa AKP sayesinde, başarılamazsa İzmirliler “yüzünden” propagandası yapacaklar. Universiade işinde de öyle yapmadılar mı?
Tayland tantanası günlerinde bir esnaf okuruma yolum düştü. Esnaf, yalıtım malzemeleri satıyor. O gün de Yeni Asır Gazetesi’nin başlığında kocaman bir “EXPO” haberi vardı. Çay içerken gazeteyi gösterip esnafa gülerek sordum: “Buraya EXPO geldi mi?” Esnaf yüzüme baktı ve “hatırlamıyorum Hasan Bey, o marka gelseydi mutlaka satardık!” dedi. Yani o esnaf için EXPO hala bir yalıtım malzemesi reklâmı.
O “kurulları” oluşturan muhteremlerin cümlesinin ne eksiği var biliyor musunuz? Neredeyse tamamı ne İzmir’i tanıyor ne de İzmirlinin gündemini biliyor.

“İzmir’i ‘yakan’ gerçek”

Cuma günü Cumhuriyet EGE’de müthiş bir haber vardı. İnanıyorum ki, üç kuruşluk AB fonları için, kendi tarihine ihanet edenlere, yabancı ibişlere el pençe duranlara “kapak” olmuştur. 1922 İzmir yangınını Mustafa Kemal’in askerlerinin çıkardığını iddia edecek kadar şerefsizleşenlere, Cumhuriyet EGE’nin haberi umarım “gerçeğin şamarı” gibi inmiştir. Ahmet Piriştina Kent Arşivi’nde ortaya çıkan tarihsel bir belge, 1922 yangınını, üstelik Fransızların ağzından “Ermenilerin” çıkardığını bir kez daha ortaya koydu. APİKAM ve Cumhuriyet Ege’yi kutluyorum. Cumhuriyet’in “tehlikelere” dikkat çeken “tek” basın organı olduğunu biliyordum. Şimdi ise EGE ilavesinin yaptığı bu görevi sadece ayakta alkışlıyorum. Lakin Hakan Dirik kardeşimin başarısını teslim etmekle birlikte. APİKAM’a da o “tavuk ve kaz” fıkrasını öğrenmesini öneriyorum. Çünkü bu belgeyle İzmir’de “yer yerinden” oynamalıydı, Büyükşehir Belediyesi “yine” başaramadı!

KASALI “İLGİNÇ” BİR BAŞKAN!

“Yenilenmeye” çalışan İZMİR TV’yi izliyorum arada. Açık söyleyim, “kent gündemini” canlı yayınlarda tutmada oldukça hırslılar, kentsel gelişmelerin sıcağı sıcağına izlenebileceği bir TV olacak böyle giderse. Geçen akşam bir ara ESİAD Başkanı Kasalı’yı dinledim. Başkan Kasalı “yine” lafı 19 ve 20. yüzyıl İzmir’ine getirip, Cumhuriyet Kadroları’nın “bu İzmir’i” iyi tahlil ettiklerini söyledi. Tarihsel olayların kişiden kişiye yorumu farklı olabiliyor ancak yine de Osmanlı’nın “çöküş” sürecindeki İzmir’in, tam bir “sömürge ekonomisi başkenti” olduğu gerçeğini, Kasalı’nın de inkâr etmeyeceğini sanıyorum. Yabancı sermayenin, Türkiye için tam bir “tuzak şekline” büründüğünü artık yaşıyoruz ama Sayın Kasalı, ısrarla ve tanımını yapmamakla birlikte, bir yabancı sermaye “gereğini” vurguluyor sürekli. Düşüncedir, saygı duyarım. Lakin ESİAD Başkanı Kasalı’yı birlikte “alışveriş merkezi” gezmeye çağırıyorum. Türkiye’de resmi dil Türkçe olmasına rağmen, şu an büyük mağazalarda satılan, ithal oyuncaklara baktı mı acaba Sayın Kasalı? Çoğunun içinde “Türkçe açıklama” yok. Bu ne anlama geliyor peki? Ya da 19 ve 20. asır İzmir resimlerinde, Alsancak’ta, tabelaların hepsinin Fransızca, İngilizce ve Yunanca olduğu görüntüleri ne anlama geliyor bir düşünün!
Sayın Kasalı, TV’deki programım “bitirildiğinde” arama nezaketi göstermişti. Genel düşüncelerine katılmamakla birlikte, o düşüncelerini ekranlarda “özgürce” savunmasını destekliyorum. Keşke “herkes” bu kadar “özgür” olabilse!

Bahçeli’yi “kim” duydu?

Geçen hafta MHP lideri Devlet Bahçeli İzmir’deydi. MHP liderinin temasları, sözleri medyada “bir miktar” yer aldı Ama dikkat ettim de, her konuda “ahkâm” kesmeyi marifet sayan, köşelerinde üç paragrafta sorun çözüp, memleket kurtaran yerel veya ulusal “yazarköşeler”, Bahçeli’nin özellikle “medya terörüne” ilişkin sözlerini, toplumsal çöküşümüze dikkat çeken tespitlerini “duymazlıktan” geldi yine. Bir iki hafta önce “AKP Genel Başkanı’ndan “umutlananlar”, ortak geleceğimiz konusunda uyarı yapan MHP Liderini “yok” saydı. İnciraltı’ndaki otelde “gece yarısı” içilen kahvelerin bu “umutlarla” ilgisi var mı, araştırıyorum! Şimdi kim olursanız olun ve MHP liderinin İzmir’de söylediği şu sözleri bir düşünün : “Türkiye kendi evlatlarını kendi gerçekleri doğrultusunda değil, küresel taleplere hizmet edecek şekilde yetiştirmektedir. Milletimizin, kıt imkânlarını sunarak yetiştirdiği sınırlı sayıdaki genç beyinlerimiz ise egemen güçler tarafından devşirilerek, evrensel bilim adına başka milletlerin hizmetine sokulmaktadır. Aile bağları zayıflamakta, en iğrenç suçlar alenen ve edepsizce işlenmektedir. Sosyal şiddet artmakta, aşiret, töre ve ağa dizileri, aile mahremiyetinin rezilce ortalarda gezdiği programlar milli ahlakımızı hızla tahrip etmektedir. Geleceğimizin teminatı olması gereken gençlerimiz sahipsizdir. Okullarda şiddet eğitimin önüne geçmiştir. Milli bünyemize yuvalanan küresel aktörler, kamuoyunu yönlendirme çabalarına hız vermişlerdir. Bu kadar ağır tahribatın kitleleri uyandırmaması için tüm manüplasyon mekanizmaları devreye sokulmakta, halkımızın akıl ve sağduyu denetimleri ve milli ruhu özellikle güdümlü medya gücü ile çarpıtılmaktadır.”

“İthal” olsa ne olur, olmasa?

Hamdi Ağabeyin yazısını okudum. Salih Erkek’in de düşüncesini biliyor ve saygı duyuyorum. Lakin şu “ithal aday” konusunda koparılan gürültüyü de tamamen “sanal tantana” olarak görüyorum.
Kaç “vekil” çıkıyor İzmir’den. Değişiklik olmazsa 24 değil mi? Peki nasıl belirleniyor bu isimler? Önseçim yok. Yani partiler ne derlerse desinler “demokrat” falan değiller. Partilerin içinde olmayan “şeyi” biz ülkede var sanıyoruz ve arada sırada böyle söyleniyoruz: “İthal aday istemiyoruz!”
Kent dernekleri de istemiyormuş “ithal” aday. Önce İzmir’in bir kent olduğunu ve bu kentte neden başka kentlerin derneklerinin kurulduğunu, sosyolojik olarak yorumlamamız gerekiyor.
Yani İzmir’de, “İzmirli” değil de “başka kentlerin” yurttaşlarının toplaştığı dernekler, “İzmir milletvekilliği” konusunda “istemiyoruuuuz!” diye bağırıyorlar. Buna Erol Yaraş ve Hamdi Türkmen de “eyvallah” diyor.
Peki, neden Genel Başkan’ın iki dudağı arasındaki bir “saltanat” kararını eleştirmiyoruz? Hani demokrasi? İzmir’i bilmeyenler aday gösterilmesin! Peki, tamamen doğru. İyi de mevcut 24 vekilin içinde İzmir’li olup da, İzmir için parmağını oynatmayanlar?
Bu “ithal aday” istenmiyoruz söylemi bana “heyecan” vermiyor. Hangimiz oy vermeye giderken, aday listesine bakıyoruz? Hepimiz bir şekilde “parti logosuna” mühür vurmuyor muyuz?
Genel Başkanlara o “tanrısal” yetkiyi kim verdi? Nasıl kendi kafalarına “bizim” yerimize “aday” belirlerler?
O kent dernekleri ve “Haftalık” ekibinin yerinde olsaydım, önce Siyasal Partiler ve Seçim Yasaları’nın değişimi için kampanya açardım. Dokunulmazlığın kaldırılması için bağırırdım. Bugünkü “demokrasicilik” oyununda, ÖZÜR DİLERİM AMA milletvekili adayı “ithal” olsa ne olur, olmasa ne olur?

Taksi şöförü ve Abdül Batur

“Sezar’ın hakkı Sezar’a” lafını boşa söylemişler. Cuma günü 19.55 ile 20.00 arasında 5 dakikalığına şalter indirdik. Siz indirdiniz mi bilmem ama ben indirdim. Lakin yurdum vatandaşlarının pek umurunda değildi. Ne milletvekillerinin, ne bakanların, ne başkanların ne de “Tüsiadgiller familyasının”! Küresel felakete kayıtsız kalanlar kimler biliyor musunuz?
Cahiller, benciller ve kendi çocuklarını bile sevmeyen insan görünümdeki yaratıklar!
Cuma günüm bindiğim bir taksinin şoförüne sordum “akşam şalter indireceksin değil mi?” Ne yanıt verdi biliyor musunuz? “Abi boş ver ya, biz o günleri göremeyiz ki?” Kan beynime sıçradı. “Çocukların var mı?” dedim. “Allah bağışlarsa 4 tane” dedi. “Sever misin onları?” diye sordum. “Abi onlar için yaşıyoruz” demez mi? “Sen boş ver dediğini için, çocukların ve torunlarını çok kötü bir gelecek bekliyor. Sen öldüğünde dua bekleme çünkü onlar mezarına tükürecek” dedim. Ve bildiklerimi anlatıp, kartımı verdim. Akşam saat 20.30 gösterirken o şoför aradı. “Abi biz elektrikleri kapattık haberin olsun” dedi. O gece bir haber daha aldım. İzmir’de ne yazık ki “ilgi” görmemiş bu tepki. Ama Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur, sanırım İzmir’de bu eyleme fiilen katılan tek belediye başkanı olmuş. Ne diyeyim helal olsun. Ama demiştim, keşke Aziz Kocaoğlu tüm “başkanları” ve yurttaşları Cumhuriyet Meydanı’nda toplasaydı!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın