Geçen hafta hava biraz güzeldi ya! Güneş de yüzünü gösterdi. Biraz serindi ama , güneşin varlığı yetiyor insana. Pazar sabahı erkenden uyandık. “Bugün ne yapalım” diye düşünmeden. Gödence Köyü‘ne gitmeye ve köyün meydanındaki Hasan’ın Kahvesi’nde kahvaltı etmeye karar verdik. Sanırım bir yıldan daha uzun bir süredir Gödence‘ye gitmemiştik. Ama gezilip görülecek, gidilip kalınacak o kadar çok yer var ki, ne ömür yeter ne de ayrılacak zaman.
Ekonomik koşulları da zorlayarak hemen her hafta sonu yeni yerler, yeni bölgeler keşfetmeyi sürdürüyoruz. Ancak şu var ki bizim dört arkadaş yaptığımız geziler artık eskilerde kaldı. Nedenini bilemiyorum ama; Aykut Fırat, Engin Yavuz ve İsmet Orhon ile birlikte yaptığımız gezilerin tadı damağımızda kalıyor. Son gezimiz Muğla, Yatağan Gökçukuryaylası‘ydı. O günden bugüne lokal gezilerin dışında çadır kurmalı bir gezi yapamadık. Ama 26 Şubat – 26 Mart tarihleri arasında Balçova Belediyesi Kültür Evi‘nde gezilerde çektiğimiz fotoğraflardan oluşan bir sergiyi açıyoruz.
Neyse konumuz bu değil; köylümüz…
Evde börek, çörek, zeytin, peynir kahvaltılıklarımızı Ayşe ile birlikte bir şeyleri unutmamaya özen göstererek hazırladık. Emektar gezi çantamıza doldurduk; Gödence‘nin yolunu tuttuk. Gödence, Bademli‘yi geçtikten sonra hemen yolun solunda tepede kurulmuş. Geçimini zeytincilik ve hayvancılık ile sürdüren şirin mi şirin, insanları tatlı mı tatlı bir köyümüz.

Tabii teyzeyi o saatte yoracak durumumuz yok. Köyden ayrıldık..
Ana yoldan başlayan tırmanma köye kadar sürüyor. Gödence‘nin girişinde bizi pırıl pırıl döşenmiş kilit taşlı bir yol karşılıyor. Sağlı sollu çam ormanlarının arasında yapılan keyifli yolculuk ana yoldan itibaren on dakika kadar sürüyor. Köyün içine girer girmez zeytinyağı kokuları genzinize doluyor ve karnınız iyice acıkıyor.
Otomobilimizi köy meydanına park ettik. Hava biraz soğuk diye pek gelen olmamış. Havaların güzel olduğu zamanlarda meydanda park edecek yer bulmak mümkün olmuyor. Hasan’ın Kahvesi‘nin önündeki açık bölüme konulan ahşap masaya yerleştik. Örtümüzü masanın üzerine serdik. Ayşe‘nin akşamdan yaptığı peynirli, maydonuzlu börekleri, zeytinleri, tahin helvaları, domatesleri örtünün üzerine keyifle yerleştirdik. Biz oturur oturmaz Kahveci Hasan bizi güler yüzüyle karşıladı.
Su bardağında iki demli çay anında masamıza getirildi. Hasan‘ı da kahvaltıya davet ettik. Kibarca kahvaltı ettiğini söyledi. Bir yandan kahvaltı ediyor, bir yandan günlük gazetelerimizi okuyoruz. Kahvenin önündeki teneke saksılarda bitkiler tomurcuk atmaya başlamış. Bir yaban bülbülü bize keyifli bir konser veriyor. O kadar güzel şakıyor ki bu müzik şöleni oradan ayrılana kadar sürdü gitti.
Kahvaltımızı tamamladık çay üstüne çay içtik. Hava içimizi biraz ürpertiyor ama yine de çok güzel ve çok keyifli. Bir ara ayağının üzerine doğru seke seke yürüyen bir teyze elinde elektrik faturası ile yanımıza geldi. Faturayı okuttu. Dokuz liralık bir rakam olduğunu söylediğimizde biraz fazla buldu.
Çünkü ödemeleri torunlarının yaptığını ve tasarruf etmesi gerektiğini hatta bu nedenle buzdolabını fişten çektiğini anlattı. Bu durum doğal olarak bizi çok üzdü.

Gerçekten köy buradan da bir başka güzeldi. Tepede beş on dakika kaldıktan sonra Urkiye Teyze son bombayı patlattı ve bizi evine davet etti. Tanışalı daha yarım saat bile olmamıştı.
Torunu Hasan‘a ait kahvenin hemen yanında 4 numaralı çıkmaz sokakta 2 numaralı evde tek başına yaşamını sürdüren Urkiye Teyze‘nin kocaman ahşap kapısından içeri girdik. Kapı sevimli bir avluya açılıyor. Hemen solunda klasik bir tuvalet. Yanında sızdıran bir çeşme. Urkiye Teyze kendi evine götürmeden önce oğluna ait evin bahçesini göstermeden de duramadı bu arada.
Avludan tekrar bir kapı ile yine küçük bir avluya oradan tekrar üç beş metrekarelik bir odaya geçiliyor. Odanın iki yanı raflar ile çevrili. Urkiye Teyze eşten dosttan gelen bardakları rafın bir bölümüne, çanak, tencere ve tava gibi mutfak eşyaları da diğer bölüme yerleştirmiş.

Urkiye Teyze‘nin bizi bırakmaya niyeti yoktu anlaşılan bu kez küçük bir çıkın getirdi onu açtı ve içinden önce Atatürk fotoğrafı ardından da aile fotoğrafları çıktı. Bize tek tek kimlere ait olduğunu ve şimdi yaşamlarını nerede sürdürdüklerini anlattı durdu.
Seferihisar‘a orman yolundan yapacağımız yolculuğuna gecikmemek için kalkmaya hazırlandığımız da ise teyze bu kez, kendi bahçesinden topladığı çevizleri, bağlarında kuruttuğu üzümleri önümüze koydu. Hem yaşam öyküsünü anlatıyor. Hem bizim yememizi istiyor. Böyle dostluğu biz pek görmedik.
İncir ağacından en iyi inciri almak isterken düşüşünü, köyde yapılan tedavinin ardından sakat kalışını tatlı tatlı anlatan Urkiye Teyze‘ye artık vedalaşma zamanının geldiğini söylediğimizde pek hüzünlendi, telefonlar, adresler alındı, fotoğraflar çekildi. Teyzenin ellerini öptük, her gelişimizde uğrayacağımıza dair söz verdik.
Gödence üzerinden çam ormanlarıyla kaplı yoldan çiçekler toplayarak dura kalka Seferihisar‘a geldik. Ancak Seferihisar‘a varmadan Devlet Hastanesi‘nin hemen yakınlarında çöp ormanı canımızı sıktı. Çevreye yayılan naylon torbalarının görüntüsü yüreğimizi burktu. Umarım çözüm bulurlar. Çünkü, her rüzgarda daha da büyük bir alana yayılıyor.
Seferihisar‘a gelinir de Sığacık‘a uğranmaz mı? Küçük bir turun ardından Doğanbey Payamlı beldesindeki deniz kıyısında küçük bir ateş yaktık. Yanımıza aldıklarımızı atıştırırken havanın kararmakta olduğun fark ettik. Bu bölgeye geldiğimizde her zaman olduğu gibi Ürkmez pazarının yolunu tuttuk. Haftalık Pazar alışverişinin ardından bu kez Karakoç bölgesinden dönmeye karar verdik.
Karakoç Kaplıcaları‘nın da bulunduğu bu yolda ilerlerken yeni bir güzergah deneme fikri bizi dürttü. Yoldan dönüş yaparak mandalina bahçelerinin bulunduğu bölgeye rotamızı çevirdik.
Orhanlı Köyü levhasını izleyerek yemyeşil bir ortamda yolculuğa devam ettik. Sağlı sollu çam ormanlarının ve yeşilliklerin içinde tek tük sıralanan ahşap evleri içimizi geçirerek seyrettik. Sadece Yeni Orhanlı adıyla kurulmuş olan köydeki mimari yapı ortamı biraz bozmuş ama çok rahatsız edici değil.
Yeni Orhanlı Köyü‘nün bitimiyle birlikte yol sapağında karşılaştığımız Jandarma erlerine iki ayrı yolun nereye gittiğini sorduk. Sola dönüş Beyler Köyü, sağa dönüş ise Menderes ilçesi.
Hava iyice karardığı için Menderes yoluna döndük. Yine yemyeşil ormanların içinde Menderes‘e ulaştık. Ama bu güzergaha gündüz gelmek gerekiyor;çünkü civarda o kadar çok görülmesi gereken köy var ki…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.