Her sorun çözülür

Özel ya da toplumsal yaşamda hiçbir sorun kader değildir. Her sorunun çözümü vardır ama her şeyden önce sorunun farkında olmak gerekir. Farkına varılmayan sorunun çözümü olanaksızdır. Sorunun çözülmesi için onun doğru biçimde saptanmış ve tanımlanmış olması gerekir. Sorun diye aslında onun sonuçlarıyla uğraşılıyorsa, sorun henüz saptanamamış demektir. Bu durumda, çözüm için atılacak her adım sorunu çözmek yerine yeni sorunlar yaratılmasına yol açacaktır. Farkında olunan sorun doğru biçimde saptanmış ve tanımlanmış olsa da çözüm hala uzaktadır, çünkü çözüm için önce sorunun kaynağını bulmak gerekir. Ülkemizde yıllardır varlığını sürdüren nice sorunun çözülmemesinin nedeni onların asıl kaynaklarının bulunmamasıdır.

Sorunun nesnel özelliklerinin ve koşullarının belirlenmesi anlamına gelen bütün bu aşamalar geçildikten sonra artık çözümü bulmak ve uygulamak için yol açılmıştır. İşte bu noktada çözüme giden yolun öznel koşulları devreye girer. Çözüm artık sorunu çözmekle yükümlü olanların konu hakkındaki bilgi, deneyim, niyet, istek ve kararlılık düzeyine bağlıdır. Çözülmeyen sorunların varlığını sürdürüyor olmasının bir başka nedeni de işte bu düzeyle yakından ilgilidir.

Dünyada ya da ülkemizde insanların günlük yaşamını doğrudan ilgilendiren her konuda yaşanan ve bir türlü çözülmeyen sorunları bu çerçevede değerlendirince her şey apaçık ortaya çıkmaktadır. Bu açıklık içinde, sorunun sorumluları, kaynakları, kim ya da kimler için sorun olduğu, sorundan kimlerin yarar/çıkar sağladığı, neden çözülmediği ya da çözülemediği, kesin çözüm için neler yapılması gerektiği, çözüm aşamaları tek tek belirlenebilir.

Örneğin birçok büyük kentimiz gibi İzmir’de de asayiş sorunu en önde gelen sorunlar arasındadır. 80’li yılların başından beri nüfusun artışına paralel olarak artan asayiş sorunlarını yalnızca polisiye olaylar olarak algılamak ve çözümü güvenlik güçlerine bırakmak asıl sorunu doğru biçimde saptamak ve tanımlamak konusundaki zayıflığı göstermektedir. Oysa asayiş olaylarındaki artış kentlerimizdeki işsizlik ve yoksulluk sorununun yalnızca basit bir türevidir. Ülkemizde 80’li yılların başından beri uygulanan ekonomi politikalarının doğal sonucu olarak, kırdaki yaşam koşullarının katlanılmaz boyutlardaki çözülüşü yüz binlerce insanı büyük kentlere göç etmeye zorlamıştır.

Kentlerimiz, 50’li yıllarda başlayan kitlesel göçleri henüz özümleyememişken 80’lerdeki ikinci büyük göç dalgasıyla karşı karşıya kalınca, fiziksel yapının yanı sıra toplumsal yaşam da alt üst olma noktasına gelmiştir. Üstelik aynı ekonomi politikaları kentlerdeki iktisadi yaşamı da derinden etkilemiş, kentlerimizdeki toplumsal ayrışma daha da derinleşmiştir. Bir yanda yeni ekonomi politikalarının nimetlerinden yararlanan küçük bir azınlığın her türlü olanağa sahip olduğu yaşam koşulları, bir yanda ise kentlerin sırtlarına yayılan ve yüz binlerce ailenin oturduğu yoksulluk mahalleleri. İki kesim arasında derinleşen toplumsal ayrışma kentsel yaşama çeşitli biçimlerde yansımaktadır. Bu yansımaların başta geleni asayişsizliktir.

Güvenlik güçleri kuşkusuz üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeye çalışacaklardır, ama sorun doğru saptanıp, kaynağı doğru belirlenmezse bu çabalarla kentteki asayişsizliğin önüne geçilmesi kolay olmayacaktır.

Dünyada, ülkemizde ve kentimizde yaşanan ve sanki çözülemezmiş gibi görünen sorunlara yaklaşım biçimine örnek olması için kısaca değindiğimiz asayiş sorunu kuşkusuz çok daha derinlikli biçimde irdelenecek temel sorunlardandır. Amacımız bu denli önemli bir sorunu birkaç cümle içine sığdırılan önerilerle çözme iddiası değildir. Önemi ve büyüklüğünden bağımsız olarak her soruna nasıl bir sistematik içinde bakılması gerektiğini göstermek istedik.

2007’nin, ülkemizdeki ve kentimizdeki her sorunun doğru saptandığı ve kalıcı çözümlerle ortadan kaldırılmaya başlandığı iyi ve güzel bir yıl olması dileğiyle.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın