Boylu, poslu ve çok da yakışıklıymış ama hiçbir kıza gönül vermediği gibi kızlara bağlanırım diye mümkün mertebe soygunlar dışında köylerden de uzak durmaya çalışıyormuş.
Gel zaman git zaman, bizim efe şeytana uymuş ve gece şehre yalnız inmiş.
Şehrin ileri gelen zenginlerinden bir Rum, efeyi korkudan evinde
ağırlamış. Bizim efe, zengin Rum’un güzel ve işveli kızına deli gibi tutulmuş.
Sabah dağa dönen efenin günleri hep kızı hayal etmekle geçiyormuş.
Adamları ile eskisi kadar ilgilenmediği gibi artık soygunlara da katılmaz olmuş. Dağda otoritesinin azalacağından korkan efe, kızı babasından istemeye karar vermiş.
Öyle ya; kızın babası zengin. Evlenip şehre yerleşirse hayatı da kurtulacak. Dağda ihtiyarlamak zorunda kalmayacak. Bizim efe, hemen kızı babasından istemeye gider.Ama babasının şartları vardır. Kızın babası, “Madem damadım olacaksan. O zaman bizim gibi kültürlü, medeni olmalısın. Önce bıyıklarını keseceksin ve dağda bir ay öyle efelik yapacaksın. Sonra diğer iki şartımı da yerine getirirsen kız senin!” demiş. Bizim efe celallenmiş, “Bıyıksız efe mi olur lan?!” diye kızmış, bağırmış.
Kızın babası ise Nuh demiş peygamber dememiş.
Bir ara kızı kaçırmayı aklından geçirmiş.
Ama…
Kız babasının sözünden hiç çıkmadığı için ikna edememiş.
Efe ne yapsın?
Tek çare babayı memnun etmekten geçiyor.
Güç de olsa bıyıkları keser.
Ama bu kez dağda otoritesi sarsılmaya başlar.
Adamları “Efem bu ne iştir?” der.
Efe de bir kıza tutulduğunu ama babasının “bıyık kesme” şartı öne sürdüğünü söylese de adamlarını inandıramaz.
Bir ay sonra kızın babasına gider ve ilk şartı yerine getirdiğini söyler.
Kızın babası, bu kez; “Niyetinin ciddi olduğunu anladım. Benim
kızım için çeyiz dizmek gerek. Dağdaki tüm altınlarını bana getireceksin. Nasıl olsa kızımı aldığında benim mallarımın tamamı da senin olacak” der.
Efe çaresiz dağa çıkar, adamlarının hisselerine düşen altınları da borç
olarak alır. Sözünde duracağının nişanesi olarak da tüfeğini
arkadaşlarına verir. Şehre, tabancası ile iner. Bütün altınları kızın babasına verir. Kızın babası da “Nikah yapılmadan evimde oturamazsın. Söz yüzüğü takma törenine kadar benim bahçıvanım Yorgo ile kulübede
kalırsınız” diyerek efeyi Yorgo’nun yanına gönderir. Çam yarması gibi olan Yorgo ile efe bir süre aynı kulübede yaşar.
Aradan bir süre geçtikten sonra efe, kızın babasının karşısına dikilerek; söz yüzüğü takma töreninin hala niye yapılmadığını sorar. Kızın babası da “Yarın bir ziyafet veriyorum. Şehrin tüm ileri gelenleri katılacaklar. Sen de o toplantıya katılacaksın ve herkesin önünde benden kızımı istersin. Ben de herkesin tanıklığında kızı sana veririm. Sonra da kimse bana ‘kızını korkudan verdi’ demez” der.
Efe de kabullenir ama arkadan üçüncü şart gelir; “Sen dağda yaşamaktan insan içine pek çıkmamışsın. Böyle kaba konuşma ve yürüme ile olmaz. Benim kız sana yürümeyi ve kibar konuşmayı öğretsin de; bizi törende mahcup etme!” der.
Efe için son şart çok ağır gelmiştir.
Ama…
Kızı almak için tek yol kalmıştır. Kızdan vazgeçse dahi, artık dağa da çıkamayacaktır.
Çünkü dağdakiler, alacaklarını isteyecek.
Çaresiz, son şartı da kabul eder.
Ne kadar ağır gelse de kızdan yürüme ve kibar konuşma dersleri alır.
Ve ertesi akşam konakta büyük bir ziyafet vardır. Şehrin tüm ileri gelenleri ile efenin dağdan gelen arkadaşları toplanmıştır. Bizim efe de şehirliler gibi giyinir. Görünüşü, duruşu ve konuşması itibariyle artık eski efe değildir. Yemekte herkes gözlerine inanamaz.
Efe yemek esnasında “Kuğu” gibi yürüyerek kızın babasının önüne gelir ve “Herkesin tanıklığında kızınıza talibim” der.
Kızın babası ise kararlı bir ses tonuyla, “Benim senin gibi bir efeye verilecek kızım yok!” diye kestirip atar.
* * *
DÜN “Egemenliğin kayıtsız, koşulsuz millete verildiği” günün yıldönümünü kutladık.
Sevr’in adeta yeniden hortlatılmak istendiği şu günlerde AB’ye girmeye çalışan Türkiye için bir takım koşullar ileri sürülüyor.
Örneğin; “Terörle mücadele yasasını değiştirin” dediler.
Değiştirdik.
“48 saatlik gözaltı süreniz uzun, kısaltın” dediler.
Düşürdük.
“Özelleştirmeleri hızlandırın” dediler.
Kamuya ait ne var ne yok her şeyi satışa çıkardık.
Vatan topraklarının büyük bölümünü sattık.
“Sosyal güvenlik sisteminizi değiştirin” dediler.
Değiştirdik.
Şimdi de “Güney Kıbrıs Rum Kesimi için; Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıyın, yoksa giremezsiniz! “,”Ermeni soykırımını biz tanıdık. Siz de tanıyın, yoksa giremezsiniz!” diyorlar.
Son iki isteği yerine getirir miyiz bilmiyorum?
Ama…
Bildiğim bir şey var.
O da; yukarıdaki “kıssadan” birazcık “hisse” çıkarmamız gerektiği.
**********************************
Liderler artık salonları zor dolduruyor
SİYASİ partiler ve liderleri meydanlara çıkmaya korkuyor.
Çünkü artık insanlar, aynı sözleri dinlemekten bıktı, usandı.
Vatandaş icraat bekliyor, somut proje görmek istiyor.
Örneğin; geçtiğimiz günlerde İzmir’e DSP ve DYP, genel başkanlarını getirdi.
DSP’liler, İzmir’in bütün ilçelerinden otobüs kaldırdı.
Boy boy reklam verdi, milyarlar harcadı.
Dört bin kişilik salonu ancak doldurabildi.
Aynı şekilde DYP’liler de bölge toplantısı düzenledi.
Onlar da binlerce YTL harcadı, spor salonunu ancak doldurmayı başardı.
İnsan, ister istemez soruyor:
Nerede o bir zamanlar, elinde fötr şapkasıyla yarı beline kadar eğilip seçim otobüsünün üzerinden kalabalık meydanları selamlayan “Baba”lar.
Ve nerede o mavi gömleği ve kasketiyle binlerce kişiyi heyecanlandıran “Karaoğlan”lar.
Gördüğünüz gibi her şey değişiyor.
Ama…
Değişmeyen tek bir şey var.
O da değişim istemeyen insanlar.
Onların kimler olduğunu ise siz çok iyi biliyorsunuz.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.