Turgut Özal’ı izlemek adına tüm gazeteci arkadaşlar bir araya gelir ortak para verir ve kocaman tekne kiralardık. O tekne ile güya Özal’ın bizzat kullandığı yatı aramaya koyulurduk. O koy senin, bu koy benim. Yat aramaya ahşap bir tekne ile çıkıyoruz. Bahane. Biraz da gezelim. Doyulmaz koyları dolaşıyoruz. Tadına doyulmaz bakir koylarda demir atıp yüzüyoruz. Diyebilirim ki, Göcek’te girip çıkmadığımız koy kalmamıştır; Özal’ı aramak adına.
Tabii Göcek’e gidip gelirken, orada yaşayan insanlar ile tanış olduk çıktık. Ayda bir neredeyse mutlaka gider olduk. Daha köye adım atar atmaz , Nuriye Abla, “Ooooo bizim Işık oğlan gelmiş.” diye boynumuza sarılır. 40 yıllık dost, akraba gibi beni öper dururdu. Tabii bu kadar çok seven ilgi gösteren bir abla olunca, gidip onun pansiyonunda kalırdık.
Bir gazeteci bir pansiyonda kalınca diğer gazeteciler de hemen aynı pansiyona yerleşir. Yer yoksa, en yakın pansiyonlar tercih edilirdi. Deyim yerindeyse sürüler halinde gezilirdi. Kimse kimseye haber atlatamazdı; deneyen yalnız kalırdı. Gezilerin sonunda balık-rakı sohbetleri ile Göcek’e veda geceleri yapılırdı. Gazetelerimize dönerdik ama; birkaç ay sonra tekrar haydi Göcek…
Anlattıklarım, 1987 yılından sonraki dönemler. Kaldığımız pansiyonun hemen önünden denize girerdik. Marinalar yapılmamıştı. Minik bir liman vardı ve yatlar oraya bağlanırdı. Daha sonra Özal’ın gecelediği devasa büyüklükteki yatlar gelmeye, demir atmaya başladı. Demir atan bu yatlar ile birlikte ihtiyaçlar da şekillenmeye başladı. Turgut Özal, iş adamlarını Göcek’e davet edip koylarla ilgili talanın önünü açtı.
Göcek’te ilk özel liman O’nun döneminde başladı. Marina yapılınca yatlar gelmeye başladı. Yatlar gelince, daha çok insan, daha çok insan gelince , daha çok yatırım. “Göcek köy olarak kalamaz”, “belde yapalım”dediler; belde yaptılar. “Beldeye otopark gerekli” dediler, yeşilin ortasına otopark yaptılar. Mandalina ağaçlarını katletmeye başladılar. Güzelim köyümüz, canım Göcek’i tanınmayacak hale getirdiler.
Aydınlatma fişeği o dönemlerde atıldı. Sonra da devam etti. Bugüne kadar gelindi. Şimdi parmakla sayılacak kadar az kalan koylara gözlerini diktiler. Bu öykünün sonunda onlar ermiş muradına biz çıkalım fidan dikmeye diyeceğim ama; fidan dikecek yer bırakmayacak gibi görünüyorlar. Dün ormanlar, bugün koylar, yarın okullar, belki de mezarlıklar , yeşil alanlar bir bir yok olacak.
Bir bir elden gidecek .Hani hatırlar mısınız? İspanya’nın,İspanya olduğu dönemler. Birkaç ülkenin turizm gelirinden fazla gelir elde ettiği yıllar. Gözleri doymayınca, ormanlara, koylara yöneldiler. Talan ettiler. Turist, beton istemeyince de yaptıklarını yıkmaya başladılar. Sanki o günleri yaşıyoruz.
Ormanlar, koylar, ha! bir de unutmayalım kıyılar. Kıyılar da çok yakında güya vatandaşın hizmetine sunuluyor. Kıyı kenar çizgisi 50 metreye çekiliyor. Bu söylenti çıktığında kim bilir? deniz kıyısına 50 metre uzaklıkta arsası bulunan kaç kişi temeli çoktan atmıştır bile.
Geriye dönüp bakıyorum. Bodrum’a ilk kez 1974 yılında gittim. Bir arkadaşımla birlikte okul giderlerine katkı olması amacıyla kağıt pazarlama işi yapıyoruz. O köy senin, bu kasaba benim, kağıt satıyoruz. Kasaplara, lokantalara ve kağıt kullanacak herkese. Bodrum’da şansımızı denemek istedik.
Bodrum’un merkezine girdiğimizde sevimli, sıcacık, yemyeşil, mandalina bahçeleriyle çevrelenmiş, begonvilli balkonlarıyla birkaç beyaz bodrum evi ile karşılaştık. Büyülendik. Sonsuz koylara bakarak sanki geleceği o zaman gördük arkadaşım ile birlikte. “Bu güzellik böyle kalmaz” dedik.
Milliyet Gazetesinde çalıştığım sıralarda o kadar çok güneye indim ki,sayısını hatırlamıyorum. Bodrum’a ise yüzlerce kez gittim. Hemen her yıl değişikliği bizzat yaşadım. Yavaş yavaş yok oluşu hüzünle izledim.
Göcek’ten atılan aydınlatma fişeği tüm güney illerini, kasabalarını, köylerini kararttı. Bugünlere geldik, karartma devam ediyor. Son koylar da elden gidiyor.
Dönelim Marmaris’e…
Marmaris’te talan paşam ile başladı. Paşam ne zaman ki, orada bir arsa alıp villayı dikti. İştahı açılanlar, ormanlık alanları zorlamaya başladılar. Sayısını hatırlamıyorum ama onlarca kez yaktılar. Şanslarını denediler. Şimdi gidin bakın Marmaris’e ormanların içlerine kadar bembeyaz villalar, koylarda ise güya turizm yatırımları; son koylar da elden gidiyor.
O kadar çok koy vardı ki, şimdi parmakla sayılacak kadar azaldı. Hemen her gün bir beldeden, bir turizm beldesinden aydınlatma fişeği atıldı haberleri alıyoruz.
Marmaris, Bodrum ve Fethiye’de yapılaşmalar yoğunlaşırken, çevreciler, gelişmelerden rahatsız. Çanakkale’den Antalya’ya mavi yolculuğa çıkan teknelerin yararlandığı 239 koy bulunuyor. Bunlardan 104’ü koruma altında. Koruma altındaki koylardan 41’i kaybedilmiş. Geri kalanlar ise tahsisler yüzünden risk altında.
Göz yaşlarımızı içimize mi akıtmak zorundayız; yoksa, o gözyaşlarımızı sel yapıp fişekçileri, önümüze katıp o güzelim koylardan atıp gitmeli miyiz?
İçimden değil, sesli düşünüyorum. Türkiye’nin kuzeyi otoyollar ile karardı. Güneyde başlayan karartma ise sürüyor. Sürmeye devam edecek gibi görünüyor
Her aydınlatma fişeği atıldığında gökyüzünün aydınlanacağını sananlar yanılıyor. Bu fişek Göcek’te atıldı. Koyları ve güzellikleri karartmaya devam ediyor. Gücümüz yetmiyor; gelin gözyaşlarımızı akıtalım hiç olmazsa! Belki sel olur…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.