Bazen gün içinde yüz yüze, telefonla, e-postayla onlarca polisle görüşüyorum. Onlarca şehit yakını veya ailesiyle iletişim kuruyorum ama, bugünlerde hiç birinden “bayramlık” bir söz duymadım. Tam tersine, istisnasız hepsinde bir memnuniyetsizlik var. Şu satırlar yazılana kadar, bir tane rütbeli ya da rütbesiz polis çıkıp da “Allah razı olsun hükümetten, bir mutluyuz bir mutluyuz ki sormayın” demedi.
Neden acaba?
Neden Türk Polisi yıllardır mutsuz? Ekonomik çöküntü yaşıyor. Ailesinde huzurlu değil, çocuklarına “sağlam” bir gelecek oluşturmada zorlanıyor? Ciddi ciddi düşünenimiz var mı?
Ama şu günlerde ne cicili bicili laflar duyacağız kim bilir?
Kürsülere çıkanlar, mikrofon tutulanlar hep “Cumhuriyetin bekçileri şanlı Türk Polisleri” diye başlayacak konuşmaya.
Bir tanesi tutup da anlatmayacak “ciğeri beş para etmez hırsızın” karşısındaki çaresizliğini…
Bir kişi bile şu İzmir çukurunda kaç polisin “eften püften” sebeplerle soruşturma geçirdiğini söylemeyecek. Bir kişi bile çıkıp şu AB’ci ibişlerin aklına uyup, yasal sorunlar çıkarıldığını dillendirmeyecek.
Bir tane “hatırlı” çıkıp da polis memurlarının kafalarının üzerinde sallanan, “demoklesin kılıcı” misali “politik riskleri” söylemeyecek.
Ne söylenecek, ne yapılacak bu “bayram haftasında” peki (!) ?
Resmi geçitler olacaaaak; resepsiyonlar tertip edileceeeek; “aslan polis, kaplan polis” deneceeek; polis çocuklarına polis üniformaları giydirileceeek, polis şehitlikleri ziyaret edileceeeek; polislik mesleğinin bugününün değil ama geçmişinin zorlukları “davudi” seslerle seslendirileceeeek; polis emeklilerine hediyeler verileceeek… Hep “cek, cak, cuk” yani.
Dedik ya, hiç kimse “gerçek” olan gerçekleri “doğru” bir şekilde dile getirmeyecek.
Neden?
Dedik ya, gün “bayram” günüymüş. Polisler adına hiç olmazsa “polis emeklileri derneği” çıkıp “gerçek” sorunlar üzerine bilgilendirse milleti diyeceğim ama, benimkisi “boş hayal” galiba.
“Bayram” dedim de, ne çok bayramımız var değil mi? Bayramlarımızın hepsi anlamlı olmasına anlamlı ama… Keşke bir de coşkularımız gerçek olsa. Ancak umutsuzluğa mahal yok, benim polisim ne olursa olsun Cumhuriyetimin bekçisidir!
Var mı şüphesi olan?
“Anayasaya Rağmen” Esnaf Sahipsiz!
1982 Anayasası’nı beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama hep birlikte “uyma zorunluluğumuz” var değil mi? Yani sıfatı, şanı veya şöhreti ne olursa olsun kimse “anayasayı çiğneme hakkına” sahip değildir sanırım!
Yoksa yanılıyor muyum?
Yoksa anayasayı alenen çiğnemek serbest de ben mi kendimi kandırıyorum?
Zaman zaman bazı anayasal konularda çelişkiye de düşsek ben yine de “anayasal düzene” inanıyorum. Her ne kadar gücü ve parası olanın kendini “efendi” sanacak bir yozlaşma süreci yaşıyorsak da ben, “demokratik, laik, sosyal adaletli cumhuriyete” inanıyorum. Ve bir inandığım da öyle ya da böyle “yapanın yanına kar kalmayacağı”!
Yürürlükteki 1982 Anayasası’na bakalım şimdi. Okuyacağımız madde de 173. madde olsun. Ne diyormuş bu “173. madde”?
Aynen aktarıyorum millet: “Devlet, esnaf ve sanatkarı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır.”
Bu madde “yüzde yüz” uygulanıyor olsaydı, ben bu yazıyı yazmayacağım gibi, gün içinde onlarca şikayetin de muhatabı olmazdım. Büyük Mağazalar Yasasının hala “tasarı” olarak kalışı bile başta “Bakkal Amca” olmak üzere tüm esnafın aleyhine bir “anayasayı ihlal” değil midir acaba?
Yüzlerce kez söylediğimiz halde, esnaf teşkilatlarının sabrının artık taşması gerektiğini nasıl anlatacağım ki. Özellikle yabancı sermayenin gözünü diktiği, sürekli de başarılı olduğu “yerli marketleri satın alma harekatı” devam ederken, şimdi de mahalle aralarında “ekspres” yoldan başladı “Bakkal Amca yaşamasın” çalışmaları. Ancak ne iktidar ne de muhalefetten bir tek İzmirli politikacının bu duruma değerlendirdiğini duymadım. Kontrolsüz ecnebi sermayenin Anayasa’nın 173. maddesine rağmen harıl harıl çalışması karşısında Ankara’daki esnaf liderlerinin, federasyonlarının veya konfederasyonunun iki kelam ettiğini de duymadık.
Neden acaba?
Ne işler dönüyor ki ne esnafta bir “yenileşme” ya da “mücadele somutluğu” görülmüyor. Oysa o kriz dönemlerinde, veresiye defterleriyle milli tutkal görevini şerefle yürüten esnafın bu kadar “çaresiz” kalmasını “esnaf müşterisi” sıfatımla sindiremiyorum. Bakkal Amca’nın gözümün önünde eriyip gitmesini seyretmekten hoşlanmıyorum ama, ne yazık ki esnafı katletmekten hoşlananlar, böyle giderse kına bile yakacaklar!
4 yüz metrekareden küçük ama zincir marketlerin karşısında “ekspres” yoldan eriyen esnaf ulusal çapta “sahipsizliği” yaşarken, “bir şeyler yapılması gerektiğini” haykıran bir avuç esnaf başkanı da “saf belirlemede” yetenekli görülmüyor. Büyük mağazalar teknolojinin ve iletişimin en modern yöntemlerini kullanırken, Türk esnafı ve sanatkarı ise ancak “bekleyerek” çare arıyor. Ya da “yanlış ve iki yüzlü” medyatik ortamlardan medet umuyor. Oysa, esnafla esnafı yaşayanların kol kola vermesi gereken bir süreçten geçiyoruz. Esnaf “cephesini” gözden geçirmek zorunda, “yeni yöntem” ve “araç” arayışlarını yapmak zorunda. AB’ci ibişlerin yolundan gitmek ancak esnafın ruhuna Fatiha okutacak da, bu kez mahalle aralarına kadar giren tehlike bile dikkat çekmiyor galiba. Ben “yazmaya” başladım. Yarın da yazacağım. Bakkallar Odası Başkanı Mustafa Tokmakoğlu çok ilginç sözler söyledi. Özellikle de Cuma gününe bıraktım. Ne de olsa Cuma “sıradan” bir gün değil Ahi Evran’ı bilenler için!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.