Bir anda: İzgi, “Işık ben seni sonra ararım” diyerek, titrek bir sesle telefonu kapattı.
Bir süre bekledim; “arayabilir” diye.
Sonra düşündüm: “Sanırım işlerinin yoğunluğundan olmalı” o nedenle arayamadı…
Ama içime bir şüphe düştü!
Çünkü; böyle durumlarda Erdal İzgi beni mutlaka arar, sohbete kaldığımız yerden devam ederdik. İçimi adını koyamayacağım bir hüzün, bir ağırlık, bir umutsuzluk, bir karamsarlık kapladı. Çok sıkıldı canım. Elim birkaç kez Erdal İzgi’nin numarasını çevirmek için telefona gitti-geldi. Arayamadım.
Bana saatler geçmiş gibi gelen bir sürenin ardından cep telefonum çaldı; arayan Yeni Asır Gazetesi’nin belediye muhabiri ve benim sevgili arkadaşım Nil Kuyumcu’ydu. Hiç hal hatır sorma faslı olmadan: “Abi duydun mu Piriştina’nın kalp kirizi geçirdiği konusunda söylentiler var! Araştırır mısın?” diyebildi. Sesinde korkunç bir hüzün vardı. Çaresizlik vardı Nil Kuyumcu’nun.
Bu tür yazılar genellikle çok sevdiğimiz kişilerin ardından ölüm yıldönümlerinde yazılır. Ama o zaman herkes yazar. Bir de ölünün hemen ardından yazarlar. Hepsi de birbirine benzer anılardır. Ben de yazmadım değil. Bir süre yayım yaşamını sürdüren Ege’de Sekizinci Gün Gazetesi’nde, sağ olsun. Yayın koordinatörlüğünü yapan Bülent Demirsoy’un katkılarıyla bir köşem vardı ve ben o köşede Ahmet Piriştina ile ilgili , Türkiye İşçi Partisi dönemine uzanan, yaşanmış bir anımı nakletmiştim.
Yukarıda ki konuya dönelim şimdi. Nil Kuyumcu’yla yaptığımız konuşmanın ardından, ilk arayacağım kişi, yine Türkiye İşçi Partisi döneminden Piriştina ile ortak dostumuz Safter Karabağlı’ydı. Aradım: “doğru birarederim, kaybettik” diyebildi Safter…
Düşük olan tansiyonum iyice düştü. Artık başka birini arayarak teyit ettirmek gibi bir durum da kalmamıştı. Otomobile atladığım gibi, doğru, Piriştina’nın kaldığı Bostanlı’daki lojmanına gittim. Evin önü ana-baba günü. Erdal İzgi konuttan çıkıyor, kağıt gibi bir yüz, anlamsız bir ifade ile bakıyor sağa sola… Çok gariptir, soğukkanlılıkla Piriştina’yı evde nasıl bulduğunu anlatıyor televizyon kameralarına. Dondum kaldım.
O anda gözüm Safer Karabağlı’ya gitti. Yanına sokuldum: “Çok sevdiğimiz bir insanı kaybettik. Yeri ve zamanı sana göre doğru olmayabilir” diye söze girdim. Dedim ki: “Safter, umarım Piriştina’nın cenazesini Alsancak Hocazade Camisi’nden kaldırmayı düşünmezsiniz. Çok büyük, ama çok büyük alanlar düşünün. Aklınızın mantığınızın alamayacağı kadar büyük alanlar düşünün”
Safter, o anda çok bozuldu, çok üzüldü benim sözlerime. “Yerimi be abi” dedi
Konak Meydanı’nda ki o görkemli tören sırasında burun buruna geldiğimizde de bana dedi ki: “haklıymışsın be biraderim”
Bu arada Erdal İzgi, başkanlığının son günlerinde Esendere semtinde son bir park açılışı yaptı. Yeşili ve parkları seviyordu Erdal İzgi. Dönemi boyunca da çok park açılışı yaptık birlikte. Pek kalabalık da sevmezdi. Parkın açılışını Erdal İzgi, kamera-fotoğraf Hakan Sönmez, mahallenin muhtarı ve ben yapardık. Tören falan yok. Parklar Müdürü Gürcan Işık açılışı ertesi gün gazetelerde okurdu. Neyse!
Esendere’de “Sevdam Parkı”nın açılışı törenle yapıldı. Kalabalık, görkemli bir açılış oldu. Sevdam Parkı’nın hemen yanında 12 bin metrekarelik bir alanı kaplayan, üzerinde asırlık çam ağaçlarının bulunduğu bir koruluk vardı.Nasıl olmuşsa korunmuş, yapıların temellerine kaptırmamıştı çam ağaçları köklerini…
Şimdi çok ilginç ve bir o kadar da garip bir durumdan söz edeceğim. Ahmet Piriştina yeşili çok seviyor. Yetişkin ağaçlar diktiriyor dört bir yana. Yani yeşile sevdalı. Erdal İzgi en yakın dostu; o da yeşile sevdalı. Ahmet Piriştina Doğal Sit Parkı. Erdal İzgi’nin “Sevdam” dediği parkın hemen yanına yapıldı. Hatta bu park, Sevdam Parkı’nı da içine aldı. Birleştirildi. İki sevdalı birleşti.
Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ ise en güzelini yaptı. Ahmet Piriştina adını sonsuza kadar yaşatacak; hem de İzmirlilerin el izleriyle birlikte yaşatacak olan anıt heykel fikrini attı ortaya. Heykeltıraş Ekin Erman’ın projesine rahmetli Piriştina’nın eşi Mine Hanım, oğlu Levent ve kızı Zeynep el izlerini vererek tüm İzmirlilere çağrı yaptılar. Çok kısa sürede binlerce İzmirli Piriştina’ya el verdi. Ve çok kısa bir süre sonra da anıtın açılışı yapılacak. Ahmet Piriştina’nın ölümünün ikinci yıldönümü olan tarihte 15 Haziran 2006’da…
Ne kadar çok isterdim: kaldığımız yerden telefon konuşmasına devam etmeye, İzgi’nin beni tekrar arayarak: “İşte böyle Işık” demesini, ne kadar çok isterdim.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.