Sahi, içinizde benim dört yıldır İzmir TV’de yapmaya çalıştığım sabah programını izleyen var mı? İzleyenlerin haberi olsun, bugünlerde programa yönelik “ipe sapa gelmez saçma sapan bir program” eleştirisi yoğunlaşmaya başladı. Üstelik çok “ilginç” adreslerden.
Neyse, iki konu var bu hafta bende. Birincisi Kurtlar Vadisi Irak filmi. Diğeri ise, galasında izlediğim ilk andan itibaren “sinir” olduğum, hoşlanmadığım, kötü bulduğum, beğenenlere öfkelendiğim, icat edenlere beddua ettiğim, İzmir’le hiçbir karesinde bağdaşmayan o garip, saçma tanıtım filmi.
Büyükşehir Belediyesi veya İzfaş’ı bilmem ama, İzmir’deki bazı “köşeli jeton” üstatlar da sonunda benim gibi düşünmeye başladı. Sevgili dostum Tahsin İşbilen de sessizliğini bozdu. Nebil efendiyi, Doğan İşleyen’i ve de Aziz Kocaoğlu’nu çok ama çok rahatsız edecek bir süreç başladı. Ne yalan yazayım şimdi? En çok Aziz Abi için üzülüyorum.
Siz hala iki konu arasındaki benzerliği anlamadınız mı?
Bakın şimdi, Kurtlar Vadisi Irak Türk Milleti’ni; Güler Yüzlü İzmir Şarkısı ise sadece İzmirlileri kandırıyor. Yani ortalık “kandırmacada”. Yani en çok düştüğümüz durum!
Vadi’nin Bilinmeyenleri!
Show TV’de birinci bölümünden itibaren izledim. Beğenmeyenleri bilmem ama, bana bilmediğim biri tarafından gönderilen VCD’leriyle tam bir Kurtlar Vadisi fanatiğiyim. Ama Kanal D’ye geçtikten sonra filmin kıblesinin “başka” bir yere kaydığını ilk söyleyenlerden oldum. Özellikle o Amerika macerasını hala “çözmüş” değilim.
Doğan Grubu gazetelerde, dizi Show’dayken çıkan eleştirileri hatırlıyorum da… Dizi Kanal D’ye geçtikten sonra “şak” diye sona eren o Entel eleştirilerin nereye gittiğini anlamamıştım. Çocuklara şiddeti örnek gösteriyor diye gürültü koparan uzmanlar, nedense dizi Kanal D’ye geçtikten sonra sus pus oluverdiler. Yalan mı millet?
İşin garip yanı, Show TV’da Türkiye’nin açıkça olmasa da “gerçek” yanlarını vurgulayan dizi, Kanal D’de tam bir “mafya” içeriğine bürünmemiş miydi? Hatta şöyle bir soru sorayım size. Benim aklım karıştı, sizin de karışsın. Mehmet Karahanlı namıyla maruf “baron” acayip bir ayinle öldürüldükten sonra dizi ne olmuştu?
Nasıl oldu da Irak’a bulaştı bunlar?
Gelelim Irak meselesine. Dedim ya birinci bölümünden itibaren tüm VCD’ler elimde. E Show TV de tekrara başladı, inanmayan izlesin. İstanbul’dan Irak’a nasıl oldu da gitti Polat Bey ve adamları? O subay Polat’ın nesi oluyormuş? Zarfın üzerine adres olarak ne yazmış o subay? Çuval olayı, medyada doğru düzgün yer bulmamışken, Zekeriya Beyaz ve Ali Kırca bile yorum yapmamışken ne oldu da bu film Irak’a plato kurdu?
Millet, kandırmaca ne zaman başladı biliyor musunuz? Kurtlar Vadisi Kanal D’ye geçtikten sonra başladı. O uluslar arası seksi yıldız ile ilgili bölüm ise Kurtlar Vadisi karizmasının çizildiği andı. Can Dündar Polat’ın siyasi düşüncesini bıraksın da, diziyi bir güzel ciddi ciddi izlesin. İsterse yanına Soros’u da alabilir. Hatta Soros’a patlamış mısır ve “cola” da ısmarlayabilir. Bu “Soros da nereden çıktı Hasan Tahsin?” diyorsanız, vallahi de billahi de bilmiyorum. Aklıma geldi bir an işte ! Fazla durmayın, boş verin gitsin (!)
Diziyi birinci bölümünden itibaren koleksiyonuna katmış bir gazeteci olarak, Kurtlar Vadisi Irak ile ilgili bir cümlelik yorum yapayım şimdi. Bir halta yaramayan, buram buram ABD ve İsrail kokan, Türk idealini masala çeviren, son model bir Kara Murat saçmalığı! İşte o kadar.
Ama film içinde doğrular yok mu? Var! Amerikan idealinin çok rahat anlatıldığı, ABD’nin Türkiye’ye bakış açısı, İsrail’in Mezopotamya ve Ortadoğu üzerine gölgesi, emelleri, Türkmenlerin çaresizliği, sahipsizliği, Kürtlerin nasıl maşa oldukları, canlı bomba olmanın, kafa kesmenin İslami açıdan nasıl günah olduğu vardı da filmde; nedense Türk, Türkmen, Arap ve gerçek İslam doğruları yoktu.
Çuval hadisesi sonrası, Türkiye’de içten içten bir ABD karşıtlığı belirdi. Bu öyle bir noktaya gidiyor ki, başta ABD olmak üzere işbirlikçileri paniğe girdi. Bu karşıtlığın önüne geçilmeliydi. Çuval rezaletinin ayrıntıları bilinmese bile Türk milleti, bunu kendine yediremedi. Çünkü olan dost ihanetiydi. Veya dost görünenin “gerçek yüzünün” belli olmasıydı.
Ve tepkinin gazını alacak “kahraman” bulundu: Polat Alemdar! Yapılan medya tantanası ile özellikle gençler, sinema salonlarına doluştu. Zaten memleket gençlerine, 10 Kasım 1938’den beri tarih eğitimi verilmemiş, gençler hatta kuşaklar “geçmişlerinden” koparılmıştı. Rambovari, içi boş ve şiddet intikamı şovuyla, ulusal öfke bastırılabilirdi.
Umarım film amacına ulaşmaz!
Filmde ne var, ne yok?
Kuzey Irak’ta, Türk subaylarının başına çuval geçirdi sahte dostlar. Ne hikmetse bunu önce Hürriyet yazdı. Yani bir Doğan Grubu organı! Ne gariptir ki Polat Alemdar da, hem Amerika’ya hem de Irak’a, bir Doğan Grubu televizyonundan “sıçradı”! Ne dersiniz “komplo teorisyenliğine mi” soyundum, sizce?
Amerikalı psikopat subay, altında bombayla sandalyede otururken, Polat’ın attığı çuvala karşı neler söyledi? İyi düşünmek lazım millet. Amerikalı’nın kafasına çuvalı geçiremedi Polat! Peki ne yaptı?
Konuşturdu, konuşturdu, konuşturdu…
Sonra da, bin yıllık bir hançerle kalbinden öldürdü. Ama Amerikalı subay, ölürken de dalgasını geçti o pis tebessümüyle.
Sürece müdahale edemedi Polat ve Adamları. Kısasa kısas mantığı ile bireysel bir öc aldı. Dostu subayın, intihar etmesinden az önce yazdığı mektuptaki isteğini yerine getirdi. Yani başına çuval geçirilen subaylardan birinin dostu olmasaydı Polat; çuvalın intikamı alınamayacaktı yani. Ne milletiz, ne devletiz ama? Böylesine ciddi bir olayı da çeviriverdik Tom Miks öyküsüne, “dostlarımızın” yardımıyla tabii (!)
Sen okumamaya, öğrenmemeye devam et aziz milletim!
Şimdi Sezar’ın hakkı Sezar’a.. Amerikalı Subay Sam (tıpkı Sam Amca gibi değil mi? Üstelik soyadı da Marshall ! Hani şu ünlü yardımların adı gibi) otelde bombalı iskemlenin üzerinde açık konuştu: “Para istediniz verdik, borçlandırdık alınmadınız da,çuval geçirince mi alındınız?”
Böylesine önemli bir söze Polat efendi ne yaptı peki?
Türk devletinin özel elemanı gibi değil de, mahalle kabadayısı gibi ilkel bir karşılık verdi: “Ben bir Türk’ün başına çuval geçirenin canına okurum!”
Peki Sam efendinin “neden üretmiyorsunuz?” sorusuna Polat Bey ne yanıt verdi? Hiçbir şey!
Bu film en çok Amerikalının işine yaradı. Türk milletine ise maden suyu görevini yaptı!
Okumayan, tarihini öğrenmeyen, kimliğini kaybetmiş, inancını magazinler sorunu siyasetle çözme gafletine düşmüş insanların, kırıntı halindeki ulusal heyecanlarını böyle istismar edrler işte!
Ne şarkıymış ama!
Gelelim İzmir kandırmacasına. Dedim ya, en çok Aziz Bey için üzülüyorum. Aziz Kocaoğlu şimdilerde, daha sekiz on ay önce kendisiyle alay edenleri ciddiye aldığı için, ben yine “kaka muhalif” oldum. Nebil efendinin belgeselinin gala akşamı, Aziz Başkan’a “beğenilerini” sunanlar, ben eleştiriyorum diye kızanlar şimdi birden “renk” değiştirdiler. Çok şükür eğilip bükülmüyorum kırılıyorum. Bu kentten bazen gitmek istiyorum.
O belgeseli Aziz Kocaoğlu da beğenmedi!
O belgeseli İZFAŞ yönetimi de (birkaç kişi hariç) beğenmedi!
Ama İzmir’in 50 milyara yakın parası, beğenilmeyen bir filme giderken, ne İZFAŞ Yönetim Kurulu ne Denetim Kurulu ne Büyükşehir Meclisi hiç merak etmedi.
Filmde başka yerin kilisesi İzmir’deymiş gibi gösterilirken, bunun İzmir’i tanıttığı iddiaları gazetelerde yer aldı. Şimdi Belgesel Sinemacılar Birliği hukuk süreci başlattı. Arkadaşım Tahsin İşbilen de sessizliğini bozdu.
O filmde, Kemeraltı’nın çığırtkanlarının propagandası yapıldı.
Aziz Kocaoğlu,şimdilerde öyle ilginç insanlarla birlikte ki, üzülüyorum!
Anlaşılan yine “Kankalar Saltanatı” kuruluyor. Ama bu kez bu saltanatın “bendeleri” farklı.
Ama ben yine de, yine de Aziz Abi için üzülüyorum. Keşke o da biraz “düne” baksaydı!
SON SÖZ !
Türkiye’de ve İzmir’de garip gündem saptırmaları sürüyor. Ve ben, “duvara” kesin olarak toslayacağımız günden korkuyorum. Çünkü inanın, “o günden” bizleri ve çocuklarımızı koruyacak bir Polat Alemdar olmayacak!
Allah aklımı korusun!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.