İbret ve Dehşet Dolu İzmir Manzarası

İstemezdim böyle bir başlık atmayı. İnanın istemezdim… Hatalarına, yanlışlarına, yanılgılarına rağmen gazetecilik yapmaya çalışıyorum on küsur yıldır. İlk ustam rahmetli Erhan Akyıldız’dı. Bir kurban bayramı günü onun haber müdürü olduğu HBB TV’de muhabirliğe başladığımda (politik iğrençlik yüzünden TRT’de kapıya konmuştum) bana ilk söylediği şuydu: “Bak Kocabaş, zengin olmayı hedefliyorsan defol git, zaman harcatma bana. Yok harbi gazetecilik yapacaksan bildiğim her şeyi sana öğretirim!”
Ben de öyle yaptım, ya da yapmaya çalıştım. Ailemden bile önceye koydum mesleğimi. Muhabirlik yapacağım diye askerlikten bile kaçtım ve bakaya olarak yaptım daha sonra. Zengin olmak adına hiç uğraşmadım. Ama sadece şu geçen altı yıla bakıyorum ki ben sanırım aptallık etmişim.

Aptal değilim ama?

Zekama güvenirim ama… Ama hep kandırılan ve kanan, yüreksiz ve korkak insanların arasında kalmışım. Mesleğimi ne kadar seviyorsam, mesleğimi yozlaştıranlardan da o kadar nefret ediyorum. Hele, ayran budalası gibi İstanbul’a tapanlardan iğreniyorum. Şanı şöhreti, makamı ve rütbesi ne olursa olsun hem de. Bu İstanbul meraklısı şapşallar yüzünden İzmir’in habire ayaklar altına alınması beni çılgına çeviriyor işte. Gözümüzün içine baka baka bir yandan “beş bin yıllık kent” ukalalığı yapıp bir yandan da İzmir’i İstanbul’un Bizans yakasının bir köyü haline getirenleri bir kaşık suda boğasım geliyor. İzmir’e “gavur” deyip, gavurluğun Allah’ını reva görenlerden kaçasım geliyor. Aptal muamelesi görmek istemiyorum ama, çoğumuzun aptal görünmesinden şikayetçi olmaması beni taparcasına sevdiğim kentimden ve kentlimden uzaklaştırıyor. Aptal değilim ama, yürekten sevdiklerimin, hatta “abi” diyecek kadar sevdiğim insanların da bana “aptal” ve “işe yaramazmışım” gibi davranmasına çıldırıyorum.

Ah o yalakalar!

Yüzüne karşı eleştiriyorum. O an yanında bulunan reziller cahilce karşı çıkıyorlar bana. Aradan birkaç dakika geçiyor. Başkana yalakalık edenler, başkanın olmadığı bir an yanıma gelip bu kez bana “haklı” olduğumu söylüyor. İğrenme duygum bulantı haline geliyor. Yüzüne tüküresim geliyor ama yapamıyorum. Zira “beş bin yılın uygarı” benim! Onlarsa, gelene ağam, gidene “başkanım” diyecek kadar rezil… Allah’a havale ediyorum. Sonuçta her devirde var olan yalakalığın farkındayım.

Oyun büyük, tezgah büyük!

Aziz Abi tezgaha geldi. Hem de profesyonelce. O film, film falan değil. Aziz Başkanın da beğenmediğini hissediyorum. Ama İzmir’i yönettiğini sanan gizli beyinler belki de Aziz Abi’ye üç yıl sonra yaşatacakları büyük darbeyi işliyorlar oya gibi. Nebil Özgentürk değil karşı çıktığım aslında. Adam yetenekli olabilir ve beni de ilgilendirmez. ATV’de ki “Bir yudum insan” izlencelerini beğenerek, takdir ederek seyretmiştim. Ama İzmir’le ilgili yaptıklarını “dünden bugüne” hiç sevmedim. Takdir de etmedim. Bir yandan İzmir’i tanıtma, anlatma isteği bir yandan da “tanıtma ve anlatma” isteğinin ranta endekslenme düşleri. Ama gerçekleşen tarzda düşler bunlar.
Üniversiade’da yaşanan esrarengizliklerden bir farkı yok “İzmir Şarkısı’nın”. Dün de paspas olduk, bugün de.
Kaç para harcandı o filme?
Kim önerdi Özgentürk’ü?
Hangi kararla yaptırıldı o film?
Bana inanın Özgentürk’ü öneren şahıs ortaya çıksın, bazı başka sorular da yanıt bulacak! Çünkü sırada Can Dündar’ın yapacağı söylenen bir Fuar belgeseli de var. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. A.Bülent Göksel aradı telefonla. “Hasancım, inan kimse bizden bilgi istemedi. İsteselerdi yapmaz mıydık? Bu kente biz de bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” dedi. D.E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi’nden ismi bende saklı bazı hoca ve öğrenciler e-posta gönderdiler. O kadar üzülmüşler ki.
İzmir’den adam olmaz lafı ne kadar acı! İzmir adamdır da, adam olmayanların suçlaması büyük haksızlık.

İzmir’de ne “adamlar” gördüm elbisesi yok; ne elbiseler gördüm içinde “adam” yok!

Şanlı şehir İzmir. Cumhuriyetin en sadık, en şanlı şehri hem de! Ve “adam” şehir İzmir. O kadar adam şehir ki, üç din ve sayısız kültür kavgasız yaşamış asırlarca. İslam, Musevi’ye kucak olmuş, korumuş, parasını pulunu teslim edecek kadar güvenmiş. Kültürünü paylaşmış. Boyoz’unu sevmiş.
“Yangınlar çıktı” diyor o film. Sanki elektrik kontağından çıktı yangın. Arsız hainlerin ihaneti yakmamış mıydı İzmir’i? Yaptıkları katliamlar çıkmasın diye çıkmamış mıydı o yangın? “Bayraklar indi, bayraklar çıktı” diyor o film… Sanki yelken flamalarından bahsediyor. İnen bayrak arsız işgalci Yunan bayrağı. Yok etmek, sömürmek için gelen Yunan’ın bayrağı. Oysa çıkan bayrak hoşgörünün bayrağı. Şanın bayrağı. Özgürlük ve bağımsızlığın bayrağı. Şanlı Türk Bayrağı. Entel iğrençliklerin yok etmeye çalıştığı binlerce yıllık bir varlığın sembolü ay yıldızlı al bayrak. Ama o film… Ah Aziz Abi ah!

Ya İzmir’deki kültür varlıkları… Simirna mı ne? Hani Emir Sultan? Ne ilgisi var çağdaş olmakla Türk İslam hoşgörüsünü yok saymanın. İnsan kendini inkar eder mi hiç? Emir Sultan olmasaydı, o akşam fuarda Aziz Bey hangi dilde konuşma yapacaktı? İnsanın öz kültürünü inkar etmesi ne kadar acı! Yunan, İngiliz, Fransız, Alman hatta Amerikalı kendi kültürünü her tehlikeden korurken biz, Emir Sultan mirasını şarapçılara terk edecek kadar “düştük”! Agora ve Homeros da bizim! Aksini söyleyen insan değildir. Ama bir kültür anlatılırken öz kültür inkar edilmez ki!

Ah o güzel ve pahalı elbiseler. Keşke içlerinde bir de “adamlar” olsaydı! Güzel Elbiseli ama içlerinde “adam” olmayan yaratıklar, canım halkımın önüne nasıl geçti. Tam kankalar saltanatı yıkıldı derken hem de…

Hakkını arayan İzmir!

İzmir nasıl hakkını arayacak? Bu adamsız elbiselerle mi? Bu medyayla mı? Bu aydınımsılarla mı? Bu ruhla mı? Sokakların farkına varması lazım Aziz Kocaoğlu’nun. Abdül Batur, Cevat Durak, Ekrem Demirtaş değil belki de İzmir’e aday! Belki İstanbul’un bir kartelinin adamı talip oldu İzmir’e. Ne bileyim işte. Ama elimde bilgiler var. Kentimin hakkı için son ana kadar ve planlı yürüyeceğim. Bazı lüks otellerin yemek salonlarında verilmiş kararların akıbetini görür gibiyim. Çünkü işgal döneminde kimler işgalcilerle kadeh tokuşturdu biliyorum. İşgal zamanında kadeh tokuşturanların bazılarının, sonra ne olduğunu da biliyorum. Hepsinin sonu Ali Kemal gibi olmadı çünkü. Hemen değiştiler. En hakiki Cumhuriyetçi oldular. Ama özellikle Ali Kemal’i, İzmir’de “birinin” iyi öğrenmesi lazım!

O “biri” kim mi?
E biraz kafanı çalıştır be İzmirlim. Kurtar kendini bu kandırılmışlıktan.
O “biri” Ali Kemal’i iyi öğrenmeli. Aziz Kocaoğlu ise hem o “birini” hem de Ali Kemal’i öğrenmeli.
Ben artık sıkıldım İzmir!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın