Silifke’nin bir köyünde yaşayan Havva Teyze’yi başta kardeşleri olmak üzere herkesler terk etmiş, bir köşeye atıvermiş, neredeyse ölmeye yatırmışlardı.
“Açım”, “susadım”, “çok üşüyorum” demiyordu o yaşlı kadın. Onu viranede rastlantı sonucu bulanlara bakışları insanın içini deliyordu. Öyle yalvaran, “beni kurtarın” diye bakmıyordu. Sevgiyle, yumuşak, içten bakıyordu. Sürekli yinelediği o tek tümceyi de lâf olsun diye söylemiyordu. Özenle seçmiş gibiydi: “Kaybedince bulunmuyor…”
Evdekilerden biri kanalı değiştirdi. “Gelinim olur musun?” başlayacakmış. Semra Hanım’la oğlu Ata, bakalım bu akşam neler yapacaklarmış. Aslında Sinem iyi kızmış, ama sarışın olanı çok dedikoducuymuş.
Kızgındım, kırgındım. Kimsenin beni umursayacak hali yoktu. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamıştı. Onları, gelinler, kaynanalar ve damatlarla baş başa bırakıp diğer odaya geçtim. Havva Teyze’yi o viraneden kurtarmışlar mıydı? Nereye götürmüşlerdi? İnsanlar bu kadar mı vefasız, duygusuz olmuşlardı?
İçim geçmiş, uyuya kalmışım. Bu arada gelinler, kaynanalar ve damatlar arasında neler olmuşsa olmuş, televizyon kapatılmış ev halkı odalarına yollanmışlardı. Gece haberlerinde Havva Teyze’yi belki yine gösterirler diye oturdum televizyonun başına kanalları baştan sona tarıyorum. Havva Teyze yok.
Başka bir yaşlı kadın var. Hasta yatağında yatıyor. Baş ucunda hastabakıcı bir genç delikanlı bekliyor. Ama bu bir film. Adı, Son Dans.
Helen Parker (Maureen O’Hara) seksenine merdiven dayamış emekli bir öğretmen. Kalbinden rahatsızlanınca hastaneye yatmış. Rastlantı bu ya, yıllar önce lisede okuttuğu öğrencisi Todd (Eric Stoltz) ona bakmakla görevli hastabakıcısı. Zor bir ortamda da olsa yıllar sonra buluşmaktan büyük keyif alıyor yaşlı kadın ve öğrencisi.
Yaşlı kadın iyileşip hastaneden çıkıyor, ama ilişki sürüyor. Todd evli ve iki çocuğu var. Helen’le aile arasında dostluk kuruluyor, gidip gelmeler başlıyor. Todd ve eşi büyük koşturma içinde. Ağır yaşam koşullarının üstesinden gelebilmek için çok çalışıyorlar. Todd’un karısı da öğretmen. Bir ara işini bırakıp çocuklarına ve eşine daha çok zaman ayırmayı düşünüyor, ama olanaksız. Hele Todd’un işi daha zor. Gece vardiyalarına da kalarak gelirini artırmanın peşinde.
Yaşlı Helen, para kazanmanın her şey olmadığını anlatmaya çalışıyor onlara. Hele genç çiftin birlikte hiç gece çıkmadıklarını, dans etmediklerini öğrenince neredeyse küplere biniyor. “Şimdi bunca fedakarlık yapıp, mutlu bir yaşlılık geçirmeyi mi düşünüyorsunuz?” diye sormaz mı?
Filmdeki kadın Havva Teyze oluveriyor bir anda.
Geriye dönüşlerle yaşlı Helen’in gençlik yıllarına gidiyoruz. Yakışıklı bir delikanlıya aşıktır Helen. Bir akşam dansa gitmek için hazırlanıp kapıda bekler, ama sevgili bir türlü gelmez. Çünkü gelirken trafik kazasında yaşama veda etmiştir. Helen tüm sevgisini öğrencilerine verir ve yaşamı boyunca hiç evlenmez. Todd, Helen’e neden evlenmediğini sorduğunda, “Bir Charlie bulamadım da ondan” yanıtı alınca, “Charlie’nin farkı neydi” diye sürdürür sorusunu. Yanıt çarpıcıdır: “O dinlerdi…”
Havva Teyze’nin hiç dinleyeni olmuş muydu? Herkeslerin kulağında bir cep telefonu, bilgisayarlar, internetler, tüm uzayı kaplayan iletişim ağları konuşmamız ve dinlememiz üzerine kurulmamış mıydı? Herkesler konuşuyordu, dinleyen var mıydı?
Neyse, filme gelelim. Helen ölmek üzeredir. Son bir gayretle ömür boyu biriktirdiği çoğu değerli eşyalarını eşine dostuna dağıtmaya başlıyor. “Onlar benim en önemli anılarım. Anılarım yaşadıkça ben yaşarım. Ben yaşarken kıymetini bilecek insanlara ulaştığını görmeliyim.” diyor.
Todd, Helen’i son kez öğrencileriyle buluşturuyor. Helen çok mutlu oluyor. Todd, artık yaşama veda etmek üzere olan çok yaşlı öğretmenine şöyle diyor: “Son iki ayda hayatımıza girdin ve bize asıl o zaman en değerli şeyleri öğrettin. Dostluğun değerini öğrendim senden Helen. Ama asıl önemlisi, anılara saygı göstermeyi öğrettin. Çünkü hayat gerçekte, anılardan ibarettir.”
Havva Teyze’nin kaybettiği ve bir türlü bulamadığı anıları mıydı? Yoksa bize insanlığımızı, merhametimizi, vicdanımızı kaybettiğimizi mi ima etmeye çalışıyordu?
Bir kez o yola girilince geriye dönüşü zordu. Aç gözlülüklerimizin, aşağılık komplekslerimizin önünde hiç bir engel dayanamıyordu. Merhamet duygusu, vicdan ve hatıralar kaybolup gidiyor, kaybedilince bir daha bulunamıyordu.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.