Bir Çingene Masalı – Eşref Karadağ 2025-04-01 13:36:03
Yazar: Osman Akbaşak
Yazıma başlamadan önce sevgili Bahri Karaduman ağabeyimin kitabın arka kapak yazısını paylaşmak isterim:
“Bir Çingene Masalı herkesin herkesi sevdiği, soğukluğun, uzaklığın ortalarda olmadığı; aşkın da yoksulluğun da ortak olduğu güzel günlerden toplumu derinden yaralayan 12 Eylül'ün korku, endişe dolu günlerine uzanan acılı dönemin gerçeklerini anlatan bir roman.
Çingene diye dışlanan, çoğu kez küçümsenen ‘Roman’ toplumuna içeriden duyarlı bir bakış. Gerçek sevgi ve bağlılığını erdemiyle yalnızlığın, itilmişliğin kalın duvarlarını yıkmaya çalışan onurlu bireyler ve o sevgi dolu yüreklerin masal olan tüm hayalleri…
Zarko Javanoviç gibi ‘Ey Romanım, kardeşlerim!’ diyen Eşref Karadağ, bireyin iç yaşamındaki derinliği önceleyen, irdeleyen bir yazar.
Birey - toplum ilişkisinde dönemsel gerçeklerin çarpıklığına eleştirel bakış; içerik - kurgu - anlatım bütünlüğü ve Roman sanatının olmazsa olmazı estetik değerler…
Bir Çingene Masalı ilgiyle, büyük bir merakla okunacak üst düzeyde bir yapıt.”
Ben kendi düşüncelerimi dile getirirken sondan başlayarak bir cümle kurmak istiyorum. Romanı bitirdiğimde Eşref Karadağ’ı aradım, şöyle dedim:
“Kardeşim romanı yeni bitirdim, şu anda bir Emir Kusturica filmi izlemiş, Goran Bregovic müziği dinlemiş gibiyim.”
Eşref Karadağ benim çok yakından tanıdığım, sevdiğim arkadaşım, dostum… Ama ne bu söylediklerimde ne de yazdıklarımda bunun özel bir etkisi yok. Çünkü eleştirilerim de olacak.
Roman başlangıçta biraz yoruyor, "uzun paragraflar zaman zaman geri dönmeyi gerektiren anlatımlar ilk sayfalarda sabır istiyor" dersem belki de kitabı okuyacaklar için yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü sonraki sayfalarda kendilerini harika bir öykü bekliyor. Zaman zaman çok hüzünlü ve acı verici de olsa yaşanmışlıklar içeren, birçoğumuzun kendini de bulacağı, en azından tanıklıklarımızı göreceğimiz ülkemizin kara günlerinden bir dilim bulacaksınız.
Bahri ağabeyimin yazdığı gibi çoğu zaman çingene diye ötelediğimiz Roman vatandaşlarımız öylesine içimizdeler, öylesine bizdenler ki okuyunca çok iyi anlayacaksınız. Hele bazı konularda yeteneklerine şapka çıkartmamak mümkün değil. Bunların en başında doğuştan müziğe yetenekli oluşları geliyor. Onların çoğu zaman temel bilgilere gereksinimi yok, nota bilmeseler de her türlü çalgıyı çalabiliyor, her tür müziği söyleyebiliyorlar. Zaten bu konu romanda derinliğine, oldukça geniş ve gerçekçi bir şekilde yer almış.
Ve romanın en baskın konusu üzerinden 45 yıl geçmesine karşın 12 Eylül… Hâlâ belleğimizde kapkara, simsiyah duran o günler. Kanıtsız, tanıksız, belgesiz toplanan insanlar, yapılan işkenceler. Darağacına giden gencecik fidanlarımız. Ve bu fidanlarla bağlantılanan cellatlar… "Ne ilgisi var?" demeyin, okuyunca göreceksiniz.
Romanı ilk aldığımda Eşref kardeşime sordum, “Nereden aklına geldi bu konuyu yazmak?” diye; “Çocukluğunda yaşadığım yerlerde obaları vardı, yaşamlarına yakından tanık oldum, haksızlık edildiğini gördüm, yazmak istedim” demişti. İyi ki de öyle yapmış.
Bir konuyu daha belirtmem gerekir; Eşref Karadağ bu romanı ile üç sene önce Fakir Baykurt Roman Ödülü'nde ilk iki sıradaydı. Yani bir olasılık ödülü kazanabilirdi. Ancak o günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü'nde ilk sıraları kesinleşmişti. Kendisi büyük bir nezaket göstererek Fakir Baykurt Roman Ödülü'nden çekildi.
Benim için değerli bir yönü de tiyatro oyunu okuma keyfini onun sayesinde kazandım. Bir sohbetimiz sırasında tiyatro oyunu okumanın ne kadar keyifli olduğundan söz etmişti. Bu konuşmadan sonra oyun okumaya başladım, sonrasında çok sevdim. Şimdilerde roman kadar olmasa bile sürekli oyun okuyorum.
Eşref Karadağ emekli öğretmen, şair, daha çok çocuk kitapları yazıyor ve yukarıdaki paragraftan tahmin edeceğiniz gibi tiyatro oyunları var; birçoğu da sahnelenmiş. Bu roman ilk yetişkin romanı. Diliyor ve istiyorum ki arkasından başkaları da gelsin…
Kalemine sağlık kardeşim, edebiyatımıza çok özel bir roman kazandırdın…