Aynadaki genç kız ben miyim yoksa? 2025-02-10 09:30:00
Yazar: Raşel Rakella Asal
Sizler de benim gibi hayrete düşer misiniz? Çocukluk anılarım gözümde canlanınca, kimi olaylar olduğu gibi belleğimde cap canlı karşıma çıkıyor. Oysa yaşadığım pek çok olayı unuttuğumu sanırdım. Pek çok olayı göz açıp kapamadan üzerlerinin külleneceğini, adeta bir şahmeran kuyusuna gömülüp kaybolacağını sanırdım. Meğer kaybolacağını sandığım pek çok olay, kişi, nesne, mekân bir daha silinmemek üzere belleğime kazınmış. Olmadık anlarda sık sık duyuruyorlar seslerini. Kimi olaylar her an sökülüp yeniden dokunan halıdaki motifler, desenler gibi boyuna değişip duruyor. Ama bazı yaşantı parçaları, belleğimin dipsiz derinliklerinden açığa çıkıyor, oldukları yerden sürdürüyorlar varlıklarını.
Sanki bir büyülü aynanın karşısındayım. Kapayıp kapayıp açıyorum gözlerimi. Her açıp kapayışta ayna değişik görüntüler yansıtıyor. Kırılan bir cam kasesinin dökülen parçalarını toparlar gibi parça parça yansıyan görüntüleri bir araya getirip düzenli bir kompozisyon oluşturmak bana düşüyor.
Söz aynalardan açılmışken, banyo aynasında hüzünlü bakışlarla kendimi süzüşümden söz etmem gerekiyor. Bu günlerde aynadaki görüntümün karşısında genellikle gerektiğinden fazla oyalanmıyorum. Bir zamanlar aynadaki görüntümü beğenirdim, ama artık öyle değil. Şimdi ise aynada beliren ve beklentimle hiç ilgisi olmayan görüntülerden irkiliyorum. Kimi gün aynadaki görüntü beni olduğumdan şişman gösteriyor, kimi görüntü beni olduğumdan kısa. Banyoda makyaj yaparken yüzümü aynada görebilmem için yaklaşmam gerekiyor. Bu da yetmiyor, yakın gözlüklerime el atmam gerekiyor. Anlayacağınız, bugünlerde aynalarla barışık değilim. Yüzümdeki donuk şaşkınlığı, yakamı hiç bırakmayan hüzünlü bakışı tahmin etmeniz zor olmasa gerek.
Aynalar neler mi söylüyor? Kırlaşan saçlarımı, ellerimdeki ve yüzümdeki çikolata rengindeki karaciğer lekelerimi, çukurlaşmış şakaklarımı, çökmüş yanaklarımı… ve daha neler neler. Bir an geliyor, kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Leke mi? Kırışık mı? Yok, yok… Onlar yaşantı izleri. Sizce de öyle değil mi? Yaşamak böyle bir şey. Yaşamak yaş almakla ilgili. Yaşanan olaylarla, edinilen tecrübelerle ilgili. Buna da olgunlaşma diyoruz.
Uzun süre bilmezden geldiğim anıların olmadık zamanlarda karşıma çıkmasına hayret etsem de peşlerine düşmeden kendimi alamıyorum. Sanki bir daha hiç bana geri gelmeyeceklermiş gibi peşlerine takılıyorum. Öyle ya! Anlık bir süre içinde kendileriyle karşılaşmamın şaşkınlığı içinde onları belleğimde zapt etmeye çalışıyorum.
Birden uzak bir ülkede bir otel odasında buluyorum kendimi. Karşımdaki koltukta yeni yetme bir kız oturuyor. Kimin kızı bu? Sohbete başlıyor benimle. Ondan bundan konuşurken soruyor bir ara." Anımsıyor musun, hani seninle küçükken parka gider saklambaç oynardık, sen daha üç yaşında var yoktun, senin kolayca bulabileceğin bir yere saklanırdım ben. Sen beni arardın. Ben buradayım buradayım der yönlendirirdim seni, sonra sen saklanır ben seni arardım. Saklanmak için ne yapardın biliyor musun? Olduğun yerde durur ellerinle yüzünü kapardın, ben oldu mu derdim, sen de oldu derdin, sen gözlerini kapayıp kimseyi görmeyince kimsenin de seni görmeyeceğini sanırdın, unuttun mu? Koştukça sağa sola gidip gelen beline kadar sarkan kıvırcık saçlarımla, ele avuca sığmaz, cıvıl cıvıl, hep gülen kız ben miydim yoksa?
Sen küçüktün beşikte yatıyordun, diye sürdürüyor konuşmasını. Anneannen sana müzikli bir uğur böceği almış yattığın odada aynalı beşiğin başucundaki duvara asmıştı. Altta bir ipi vardı, ipi çekince tatlı bir melodi çalmaya başlıyordu. İlk defasında korkmuştun, ağlamaya başlamıştın. Korkman da doğaldı. Bu sesi daha önce hiç duymamıştın ama yavaş yavaş alıştın. Ne zaman ipinden tutup çeksen de uğur böceğinin karnından dökülen melodiyi duysan dişsiz ağzınla kendi kendine bir şeyler mırıldanarak sesli sesli gülerdin.
Sonra yıllar geçti. İlkokul yıllarımda bahar aylarında uğur böceği teneffüslerde kollarımıza konduğunda çok sevinirdik. Uğurböceği kadar sevinç yaratan başka bir böcek aklıma gelmiyor. "Uç uç böceğim, annem sana terlik papuç alacak" deyince uçup giderdi kırmızı elbiseli beyaz puantiyeli yarım topumsu böcek, hemen inanırdı. "Uğur böcekleri/uçacaklar/pabuç alacaklar/bir sana bir de bana/uçacaklar/pabuçlarımızla bizi de uçuracaklar…"
"Seksek", "beş taş", "bezirgân başı", "saklambaç", "körebe", "yağ satarım", "mendil kapmaca" gibi oyunlar, çocukluğumda zevkle oynadığımız oyunların başında gelirdi. Hatırladığım bir diğer oyun kibrit oyunuydu. Kibrit kutularının iki tarafındaki resimli, renkli kısımları keser, bir nevi iskambil destesi elde edilirdi. Oyun basitti. Bir kâğıt sen atarsın, bir de karşındaki. Son atılan kâğıdın aynısını atan bütün kağıtları alırdı. Tıpkı kumarda olduğu gibi hile yapanlar, alttan kâğıt çekenler yok değildi... Tahtadan topaçlar vardı. Pamuklu, kalınca bir ip sarar sonra çevirirdin. Kimin topacı daha çok dönecek? Bu oyunları erkek çocuklar oynardı. Şİşman kadınlara "Topaç gibi maşallah" derlerdi.
Bahar aylarında uçurtma uçurtmak çok eğlenceli bir görsel şölendi.Gökyüzünde çıtalı uçurtma görmek, ufo görmek gibi bir şeydi. Becerikli abilerin yeteneklerini sergiledikleri bir meşgaleydi. Kâğıttan uçurtma yapmak onlara düşerdi. Kenarları düzgün katlanmalıydı. Uçurtmaları gazete kağıdından yapmak da mümkündü, fakat bu fukara işiydi. Uçurtma dediğin, harita metot defterinin ortasından koparılan sayfalarla yapılmalıydı ki bir şeye benzesin.
"Tıp" diye bir oyun vardı. "Bir - iki - üç, tıp!" derdi biri, herkes susardı.
"Tuzluk" hoş bir oyundu. Hani şu, bir kâğıdı katlarsın, içine isimler filan yazarsın, o kâğıt çiçek gibi kapanır, sen tutarsın, karşındaki bir parçayı seçer ve sayı söyler, o sayıda açar kaparsın ve ona bir şey çıkar, o, o şey olur falan.
"Kuşların düğünü"nü hatırlayanınız var mı? Kuşlar, senede iki kere düğün yaparlardı. Tam oyun da denemez, bilemiyorum. Kuşlar yazın gelirken ya da kışın giderlerken, gökyüzünden büyük sürüler halinde geçerlerdi. Binlerce kuş! Biz de başımızı göğe kaldırıp kollarımızı açarak döner ve bağırırdık:
"Kuşların düğünü, kuşların düğünü"…
Koşma-kovalama-kapma oyunları, saklama-saklanma oyunları… Daha neler neler…
Bu oyunları oynayan o küçük kız ben miyim?
Geride kalmış ne varsa tüm güzellikleri, sevinçleri, acıları, hüzünleri saklayıp koruyan ben miyim?