Bizim kuşak, yani 40 yaş üstündekiler sert bir Yunan / Rum öfke ve nefretiyle büyüdü. Tıpkı bizden öncekilerin Ermeni düşmanlığıyla yetiştirilip yönlendirilmeleri gibi. Dönemsel politik gelişmelerin beslediği, siyasal elitlerin her daim oy ve rant devşirdiği bu manipülasyon aslında nefret suçuna karşılık geliyordu. Okul kitaplarından medya çarpıtmalarına, egemen siyaset anlayışından propagandist tarih yalanlarına her yanımız nefret söylemiyle kuşatılmıştı. Adeta varlık nedenimiz olarak, dış düşmanlara, özellikle de Yunanlılardan gelecek “tehdit ve tehlikelere” karşı teyakkuz halinde olmamız gösteriliyordu. Bu nedenle antik Yunan’dan günümüze kalan ve bugün Anadolu’nun gerçek mücevherleri olan antik kentler, eserler dışında ne varsa propagandist tarihin altında kaldı. ‘Onlar’a ait gelenekler, yemekler, şarkılar, söylenceler, ritüeller ne varsa, hep ama hep ya unutturuldu, yok sayıldı ya da sanki bize aitmiş gibi sahiplenildi.

İnsanlığa yön vermiş, bilim, demokrasi ve felsefenin anavatanı olarak kabul edilen Ege’nin iki yakasının kadim halkı Yunanlılar veya Anadolu’da yaşayanlarına verdiğimiz adla Rumlar; tarih, kültür, sanat ve yaşama dair ne varsa eserleri ile Anadolu kimliğinin ayrılmaz parçasıdır. Anadolu’ya gelmemiz ile bizler ile yaptıkları bin yıllık komşulukları da samimi ve sevgi doluydu. Biz onlardan çok şey öğrendik, aldık ve doğal olarak onlar da bizlerden etkilendiler. Ancak tarihin hep hüzün ile anılacak bir döneminde, geçen yüzyılın başlarında, onları ve bizleri ayırmayı başardılar.
Aynı sokakta oynayan çocukları, aynı çarşının esnaflarını, her gün birbirinin avlusunda hoşça vakit geçiren komşuları, aynı kahvehaneyi paylaşıp aynı közden nargilesini yakanları asla bir araya gelmeyecek şekilde ayırdılar. Adı politik zorunluluk, sürgün, tehcir, mübadele ne olursa olsun hiç fark etmez sonuçta uygarlık ve insanlık adına açtığı yara derin oldu. Bir iki çuvala sığacak eşyalarını ancak alarak hatta alamayarak doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldılar. Tıpkı Balkanlar’ı benzer gerekçeler ile terk etmek zorunda kalan Türkler gibi. Bin yıllık komşularımız terk ederken ana vatanlarını geride insanlık var oldukça saygı ve hayranlık ile anılacak muazzam bir tarih bıraktılar.
Her Rum evi aile ve bölge tarihçesidir
Terk edenlerin, mazileri, hatıraları ve umutları gibi evleri de geride bıraktıkları arasındaydı. Rumların, evlerine yükledikleri anlam diğer birçok ulustan farklı ve derindi. Göçebe toplumlar evlerini sırtlarına yüklerlerdi ancak Rumlar gibi hep yerleşik yaşamış halklar için adeta tüm hayatın anlamı evlere yüklenirdi. İç içe yaşam odaları, daha ferah salonlar, ev içi üretimin merkezi halindeki geniş avlular, mahzenler, kilerler… Rum evleri özgün karakteri, hayatın içindeliği ve yüzyıllık çizgileri ile günümüz mimarisini de etkilediler. En az birkaç kuşağın yaşadığı Anadolu’daki Rum evleri mekânsal ayırt ediciliği kadar duygusal olarak güçlü hatlara sahiptirler. Öncelikle Anadolu Rum geleneğinde çok özel bir durum olmadıkça ev değiştirilmez mümkün olduğunca gelen her yeni kuşak hatıralar ile dolu bu evlerde yaşamaya devam ederlerdi. Birbirini takip eden kuşakların donatısı ile adeta her ailenin soy kütüğü niteliğini taşırdı bu evler.
Kapadokya Rumları’nın evlerine kavuşma formülü

İşte bu coğrafyanın unutturulmaya çalışılan kadim halkı Rumlar’ın evleri ile güçlü bağları geçen yüzyılın başlarındaki travma ile bir daha hiç kurulamayacak şekilde koptu. Evlerine günün birinde kavuşacaklarını umanlar evlerini ya komşularına emanet ettiler ya da Kapadokya Rumları gibi masum formüller ürettiler. Kapadokya Rumları, kutsallık yükledikleri, yüzyıllara meydan okuyan evlerine günün birinde dönme umudu ile o döneme kadar sıcak bakmamalarına rağmen kızlarını Türk gençleri ile evlendiriyorlardı. Kapadokya Rumları, kızlarının bölgenin Türk gençleri ile evlenerek evlerini koruyacaklarını, kim bilir günün birinde yurtlarına dönmeleri halinde, Türkler ile evlenen kızlarının korudukları evlerine, aile tarihlerine tekrar kavuşacaklarını umut ediyorlardı.
Umarsızlık, vefasızlık ve rant kurbanı oldular
Tabii ki o umutların tümü maalesef boşa çıktı ve en genci birkaç kuşağın tanığı Rum evleri sahipleri ile ayrıldı. Koca bir tarih, hatıra ve hüzün ile dolu evler ya yıkılıp yok oldular ya da sahiplenildiler. İşte bu Rum evlerinin ikinci faz sahipleri zaten derin bir bağı olmadıkları bu evlerden her fırsatta kurtulmaya çalıştılar. Son 40 yılda yükselen şehir rantları Rum evleri için geçen yüzyıl başlayan dramın sonu oldu ve karşılığında çok katlı apartmanlar yapılmak üzere müteahhitlere verildiler. Müteahhitliğe ve ranta teslim olmayan ve günümüze çok azı ulaşan Rum evleri ise bugün emlak sektörünün gözdeleri haline geldiler. Orijini ne olursa olsan bir evin önüne ‘Rum’ tanımlaması eklenince emlak değer katlanarak arttı.
Ya nefret etme ya da çıkarken anahtarı paspasın altına bırak

Emsali eski evlerden üç-beş kat daha pahalıya pazarlanan Rum evleri üçüncü faz sahipleri ile son yıllarda tanışmaya başladılar. Ödenen büyük bedeller nedeni ile daha özenli korunsa da Rum evleri, gerçek sahiplerinin hep nefret ile anıldığı bir ortamda elbette içindeki kalabalıklara rağmen yalnız ve mahzun kalmaya devam edecekler. Ne zamanki bu evlerin gerçek sahipleri Rumlar, nefret söylemlerinin konusu olmayacak, insanlığa ve Anadolu’ya katkıları ile hep saygı ve özlem ile anılacak işte o zaman Rum evleri emlak ürünleri olmaktan çıkıp yüzyıllarca olduğu gibi geleceğe dev bir kültürün izini taşımaya devam edecekler. Büyük paralar karşılığı Rum evleri satın alan yeni sahipleri, bir çift söz de size: Yüzyıllık propaganda etkisi ile bu evlerin gerçek sahiplerine karşı eğer hala önyargı, nefret dolu iseniz en azından hatıraları ile baş başa bırakmak üzere lütfen anahtarı paspasın altına bırakarak evi terk edin.
Related Images:
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.